25 Aralık 2017 Pazartesi

Christmas

Kutsal ölüş ve tükenen milât
Yola çıktığımdan beri,
Bitmiyor yol.
Nerede dursam ve soluk alsam,
Yeniliyor kendini,
Nefesim.,
Soluğum damarlarımda tükeniyor.

Bu bayram yeri
Daha da yabancılaştırıyor beni,
(Öteki) insanlara
ve hiçbir zaman benim olmayacak,
(Bu) insanlara.

Zangoç çalıyor çanını.
Açan yok kapıyı.
Bu yıldızlar, renkli şeritler,
Doğruyor insanlığın canını;
Gidecek ve bitecek bir gün,
Yeniden başlayacak her şey.

Plastik bir karanfil gibi yakamda,
Kokusuz bu insanlık;
Merhamet yitiminde,
Sadece yineliyor kendini
ve tüketmiş çoktan kendisini.

Yola çıkmak istiyorum durmadan,
Soluk almadan.
Eşelenmeden ve yerleşmeden,
Yürümek ve geçmek istiyorum,
Büyük Kanyonu orta yerinden.
Durmak ve bakmak,
Yarığın ortasından,
Geçip gitmek zamanın kıyısından,
İnsanların yakasından.

Benim değil,
Bunca şey.

12-25-2017, Christmas, JAX
İlk kutlama

30 Kasım 2017 Perşembe

Blue Silence

This slience,
Watching my door,
Like a ghost,
Night and day,
It is not leaving,
From my body.
Whereas my mind,
There are hurricanes,
Pass the ocean.
Shush!
Look:
It's over there,
Came.

11-30-2017
JAX, FSCJ; Downtown

23 Kasım 2017 Perşembe

Thanksgiving

Yağmur damlaları salınıyor
ve üstüme düşen her biri,
İzini bırakıyor,
Silinmemesiye;
İnsanlar gibi akıp geçiyor,
Üzerimden.

İsa ve et-
Çiğ ve kendi gibi-
Bir sürgün kutlaması:
Hayattan ölüme doğru;
Oysa gizli,
Sırlanmış tüm tarihi,
Fark etmiyorlar.

Şükranım sana değil.

Kapatsana gözlerini,
Bu ışık gösterisi altında,
Görmek istemiyorum.

Canı çekilen ağaç,
Dile gelecek;
Köklerinde son bulan hayat,
Damarlarıma dolacak
ve yürüyeceğim,
Işıksız bir gök altında,
Bugün,
Boşluğa;
Çünkü boşluk tekrar etmeyecek,
Kendini
ve "yapacağım" yeniden,
Kendimi.

Dilini hissediyorum,
Dudaklarının aralığında,
Ilık.

Bu kahve,
Ne kadar sert;
Oysa zehri,
Dudaklarından aldığımı,
Varsaydım.

Sustur lütfen tüm ilahileri,
İçim ürperiyor.
Bu Latin dilleri,
Korkutuyor beni ve hatırlatıyor,
Kapadokya'nın gizil kiliselerini.
Her gün yeniden öldürülüyormuşum gibi,
Yeniden deşiliyor sanki içim,
Sustur ilahileri
Roma'dan kaçan sürgünleri,
Ölülerin bedenlerini görüyorum,
Susmak istiyorum.

11-23-2017
Fernandina Beach, JAX

13 Kasım 2017 Pazartesi

Suni

Düşünüyorum:
Bir kapı sürekli gıcırdayıp,
İçimi huzursuz ederken,
Sonbaharsız bir yılı.
Kuru yapraklar olmadan,
Nasıl geçer mevsim;
Hep aynı köşebaşında,
Nasıl yaprak dökmeden,
Durur bir ağaç:
Düşünüyorum
ve tedirgin oluyorum,
Tüm bunlar karşısında.

Sanki her şey suniymiş gibi,
Oysa bir yandan,
İlkel.

Ağacın gölgesi bile,
Ateş vurmuş gibi,
Yakar beni.
Oysa yel esmezse,
Nasıl salınır da,
Düşer yaprak?

Gölge bile alev alacak sanki.

Sanki tüm şehir,
Plastik,
Bükülse bile,
Yine kendi oluveriyor.

11-4&5-2017
JAX

11-11-2017

12 Kasım 2017 Pazar

Et

Bir gece,
Etimi dinliyordum.
Kapımı çalan kimse yoktu
ve kırıktı camları,
Pencerelerin,
İçime açılan./

Dolunay suskun bu gece.
Görünmüyor hiçbir yer.
Bulutlar deliduman,
Sarmış her yanı.

Keskin bir koku,
Dağın ıssızlığı sinmiş.

Minerva varisi sahipsiz.
Aydınlığında derinin aynası,
Göstermiyor kendinden başka,
Bir şey.

Etim suskun gün boyu,
Açılmasını bekliyor,
Gece-gülünün,
Karanlığa doğru.

Gece özlemi vurguluyor.

11-11-2017

6 Kasım 2017 Pazartesi

Kirke Büyülü Kupayı Sunarken

Gençken ölmek gibi,
Bir arzu bu.
Kanım buhar oluveriyor.
Parmakuçlarım hissiz.
Gördüğüm bu şey,
Ölüm,
Hangi renk,
Ben seçemiyorum.

Gençken ölmek bir arzudur.

Üşümüşsün dağ eteklerinde.
Kapı kolu kaygan,
Açılmıyor, sana;
Ellerim kavrayamıyor,
Ellerini.

Bu bir yolculuk olsa,
Sana ne getirirdim,
Kendimden başka,
Oysa sen bana yalnızca kendini getirsen,
Yeterdi sonsuza.
Yolculuk ürkütüyor bazen,
Haz verdiği kadar ve yineliyor,
Hazla korku kendini.

Tütünü bitmiş ocakların,
Duman çıkarmıyor bacasından.
İsli baktığım duvarlar.
Kil dökülüyor.
Kalıba girmiyor yüreğim,
Biçimsiz bir taş gibi,
Kırık.

Kadehi bana uzatma,
Ben dudaklarından içmek istiyorum.

Bu sıcak,
Bu sıcak et parçası,
İnanabiliyor musun,
Anlamı hayatın.

Etimin sıcaklığını hissetmeni isterdim.

Düşler ikinci yaşamlarsa*,
Kaç yaşama sahibim ben;
Bir insan,
Ne zaman başkası olur
ve ne zaman döner kendine?

Bazı işaretler soruya değildir.

Sahibim salt istençlere.

Kendine dönemeyen bir benliğim.

Görüyor musun tırnaklarımı,
Bakmadan;
Düşünüyorsun zamanı:
Oysa ben,
Düşünüyorum daima,
Zamansızlığın içinde -seni.

İnsanlar,
Bu göğüsleri etsiz insanlar,
Eti noksan;
Düşünüyorlar yalnızca,
Birleşimini etlerin;
Oysa,
Daha keskin değil mi
ve daha çapraşık
Etsizlik.

Bitsin bu şarkı,
En güzel yerinde.

Soyumu kucağıma alıp,
Bir ağıt,
Gün solarken,
Kapatma perdeleri
ve üstünde yalnızca,
Tül olsun,
Göreyim içini,
Soyunmadan,
Soyulmadan.

Bir Waterhouse tablosu gibi,
Tahtında sen ve baktığın yerde,
Benliğim.
Yokum ben.

İnsan bir biçimse,
Ben biçimsizliğim
ve bu tercih,
Salt benim,
Kimseye sormadan aldığım,
-(ve) sana da-.

Dindiremem yüreğimi.
Ruhum kusar.
Her gün bir başka benlik gibi seni,
Ruhum kusar,
İlelebet hastaymış gibi.

11-5-2017
JAX

4 Kasım 2017 Cumartesi

Halloween

An experiment
You are beatiful,
Like a Bernini sculpture.
I want to touch your hands.
Can I feel their ?
Cover up your skin.
Can I blow a spirit:
Into your deepths.

I.
I am trying,
In every language;
To call to you,
To yell to you:
Always.

Like God knows,
Every language;
You too know,
My desire.

(...)
10-30-2017
JAX

11-3-2017
FSCJ, with M.

30 Ekim 2017 Pazartesi

Petra

Eriyor kumlar önümde,
Derisini değiştiriyor şehir,
Gün batıyor
ve gölgesi vuruyor kumlara.
Çatlak bir ayna gibi,
Beni gösteriyor şehir.
Tuzla buz;
Sular çekiliyor;
Yüzünü göstermiyor bulut,
Kaçıp gitmekte,
Ardına bile bakmadan.
Kaç mevsim oldu,
Kuşlar uğramayalı eteklerine;
Pertra'da hüzün kuluçkaya yatalı,
Asırlar oldu.
Dili çatallı bir yılan gibi,
Değdiği her şeyi zehirliyor,
Bu ıssız kent.
Yüzyılların sarhoşluğuyla,
Geçip kendinden,
Krallar vadisinde öldürüyor,
Tüm geçmiş uygarlıkları,
Bu kızıl kent.
Kabuk değiştirir gibi,
Soyunu değiştiriyor ilahların
ve yıkılışı getiriyor eteklerinde,
Hızır'dan bile hızlı.
Sırrı dökülen bir ayna gibi,
Beni gösteriyor şehir.

10-29-2017
JAX

19 Ekim 2017 Perşembe

Ninova

Kendimden kurtulamıyorum
ve bir yara gibi,
Dolaştırıyorum içimde,
Kendimi.

Kanım saflığını yitiriyor,
Taşıdıkça içinde seni
ve bu bir kramp,
Her gün kalbime dolanan.

Tenim inceldi
ve boynum delik deşik,
Dişlerinin değişinden.

Dokundukça kıvrımlarına,
Kayboluyorum,
Yeryüzünün bu,
En geniş coğrafyasında.

Seviyorum keşfetmeyi,
Kendimde seni.
Seni benliğimde dolandırmayı,
Aşk sayıyorum.

Kendimden kurtulamıyorum.

10-19-2017
JAX

Babylon

Her gece,
Bir başka anlam,
Yatar benim koynumda.
Omuzlarım acıyor,
Taşıdığım bu yükten.
Ne zaman bırakacağım,
İnsan olmanın sancısını
ve bu yükün,
Geçit vermez bedelini,
Ne zaman ödemiş olacağım?
Her gece,
Bir başka acı çöküyor,
Tenime.
Sesime duvarlar cevap verir
ve yankısını dinlerim,
Aralıksız.
Sesim kendini bastırıyor.
Ruhumun esir düştüğü,
Anlam ol bana,
Tenimin kilit taşı
ve dışına çıkamadığım,
Babylon.
Duvarlara dokunma,
Hepsinde bir başka büyü,
Kapana tutulduğum.
Kadınlar görürüm,
Yürüdüğüm tüm yollarda,
Hepsi bir başka büyü;
Sonra seni görürüm,
Tanrı bakışlı.
Tenime dokun,
Şifasıdır insan olmanın
ve ruhum,
Bedelidir insan olmanın
ve tanrı
...
Babylon.
Kaldırdım yerden,
Meleği;
Kanatları alev almış
ve taşıyamamış insanlığı.
Ben, kendinden olma;
Kendini kendinden edinme;
Ötesinde tüm düşlerin.
Hayatın içine dalma,
Kapanıp kalma kendine
ve bir anlam ol,
Ruhumun esir düştüğü,
Efendim.
Babylon
Ancak o çoğaltır yaşamı,
Perdeler arkasında.

10-18-2017
JAX

14 Ekim 2017 Cumartesi

San Mateo

       Gün batımı, dediler;
       Senin ardında bıraktığın yangına,
       Gerisini görmediler
       Alev alırken yıldızlar.

Ardında yangın bırakmışsın,
Her nerden geçtiysen
ve küllerinden tanıyorum,
Yürüdüğün yolları.

San Mateo'da bir gece vakti yürüyorum
ve her yer bomboş;
Gözlerimi kamaştırıyor,
Lambaların sisli ışıkları.
Eğer bir ses duyarsam bir köşebaşından,
Başımı yere eğiyorum.
San Mateo'da geceleri yürüyorum
ve kaldırımları adımlarken,
Sessizliği düşünüyorum.

Taşlar batmıyor ayaklarımın altına,
Dingin ve tıpkı okyanus gibi;
Akıp gidiyor-akıp gidiyor,
Peşinden sürüklüyor her ne var ise.
Taşlar okyanus gibi,
Uzanıyor önümde;
Seçiyorum ve fırlatıyorum,
Sekiyor ve düşüyor,
Bir başka taşın dibine.

Gün batımını gördüm,
Gözlerim kamaşırken
ve kan akarken,
Saçaklanmış ışıklardan.
Tuz değmiş gibi dudaklarıma,
Kavruldum,
Gün batarken.

San Mateo'da bir öğle vakti,
Güneşi seçemiyor gözlerim;
Oysa çıplak gökyüzünde,
Her yer güneş;
Kilit vurulmuş gibi göğe,
Her yer bilinmezlik.

Tutuşmuş şamdanlar açıyor geceyi,
Tedirgin günün koynunda;
Kovunç çekiyor beni yakamdan.
Ellerim mermere dönmüş,
Aksıyor hiç durmadan,
Tanrı heykellerine benziyor;
Avuçlarımı göğe açıyor,
Sanki hiç kapanmamış gibi.

10-14-2017
JAX

9 Ekim 2017 Pazartesi

Mandarin

Ölüm zor değil,
Ölüm bir ân.
Yaşamak zor,
Kesilmeden akıyor önümde.
Zor gelen,
Seyretmek ölümü,
Sevdiklerin etrafında.
Kişi kendi yitimini görürse,
Kabullenişi getirir bu,
Kişi görürse sevdiklerinin yitimini,
Acıyı getirir bu,
Peşinden;
ki sonu yoktur acının,
Sonu olmayan için.
Uzun cümlelerle,
İfade edilemiyor acı,
Aşk gibi,
Kısa bir ân
ve sessiz bir ses,
Âh.
Acının sesi
ve aşkın,
Kırık bir saz,
Telleri birbirine dolanan.

8 Ekim 2017 Pazar

Arlington

Gel, konuşmasan da olur.
Otur, içimin ısınmaya ihtiyacı var.
Dışarısı soğuk, gece soğuk,
Ayazda kalmış düşlerim.

Sus, sesini duymasam da olur.
Hâlâ aklımda yankısı boş duvarların.
Duvarlar fotoğraflarınla dolu,
Kitaplar bellekten arta kalanlarla.
Pencereyi açık bırak,
Rüzgârlara karışıp odana gireyim.
Dokunayım tenine buhar olup.

Seç, hangi hayat bana düşense.
Kapat, sana çıkmayan tüm yolları.
Yokuşun başında durmuş,
Gelen gideni seyrediyorum,
Bir elimde gülle,
Gelmeni bekliyorum.

Yavrum al beni kucağına,
Yorgun düştüm.
Yavrum al beni kalbine,
Üşüyüp durdum.

Ah- gelip bir kez görse,
Ah- gelip eli bir kere tutsa,
Ah- gelip boyna bir kez sarılsa,
Ah- gelip omuzlara bir kere uzansa,
Ah- gelse.
Tüm bu ahlar üçüncü şahıs dilinden,
Şahıssızlığa,
Boşluğun yankısı.

9-30-2017
JAX

7 Ekim 2017 Cumartesi

Downtown

Süzdüm üşüyüşümdeki usları,
Günün hürriyetindeki düşleri,
Kapanık imge yollarındaki.
Geçip geldim ıssız şiir vadisinden,
Hiçbir şey almadan yanıma,
Yalnızca senin,
Bir parça senin hayâlin ile,
Geldim sana kuşlar getirerek.
Gecenin göğsüne çivi yazısı ile,
Yazdım Sümer harfleri ile;
Hiç bilmezdim çizgilerin sırrını,
Senden önce.
Sımsıkı, ellerin sımsıkı kenetlenmiş.
Kelebekler tuttum avuçlarımda,
Yuva yaptım oyuklarıma,
Al sev lâl olmuş ayrı düşmüş senden,
Sev, al, Lût kesilmiş sensiz diyâr.
Kırdım ırmaktaki suyu kenarından,
Kes biç çınarı retinasından.
Kapan üstüne süzdüğüm kumların,
Sıcaklığı hisset.
Ayna olsun sana ellerim.

26.2.2016

6 Ekim 2017 Cuma

Sığıntı Kuşu

Önce dünyaya sığındım ve dünyanın sığınılacak bir yer olmadığını öğrendim.
Bu öğrenmeyi yeni öğrenmeler takip etti ve ben her seferinde aynı hisle yalnız kaldım. Bir "sığıntı kuşu" olmaktan öteye geçemedim. İnsan bir sığıntı kuşuysa nereye uçabilir?
Bildiğim ne varsa beni hayal kırıklığına uğratan nedenleri çoğaltmaya yaradı. Geldiğim noktadan geriye dönemiyorum ve duramıyorum. Olduğum yerde kalakalamıyorum da. Zihnim bir karınca yuvası gibi. Acı veriyor her ne var ise. Dünyanın güzelliğinden oldukça uzak bir noktadayım.
Hep bir dönüş aradım. Oysa dönüşüm yok hiçbir şey için. Dönülebilecek bir yere sahip değilim. Hep dönmek isteyen ama dönecek bir yeri olmayan biri ne yapabilir ve nereye gidebilir?
Kendime hapsolup kalmışım. Kendimi terk edemiyorum. Kendimden uzaklaşamıyorum. Kendimi bırakıp gidemiyorum.. Başlayan her şey sonlanıyor ama ben bitemiyorum. Eriyorum, donuyorum ama devam ediyorum ve bu acı veriyor. Hayatın güzel yanından bir hayli uzağa düşmüşüm.
Geceyi sabaha çıkacağımı bilerek yaşamanın nasıl bir acıya denk düştüğünü ve geniş bir yatakta dar bir alan kaplamanın içimde buna eş-olmayan-değerde bir boşluğa da neden olduğunu görüyorum. Bir yatağı bile dolduramazken ne kadar yer kaplayabilirim? Hacmim de içim kadar dar ve küçük Daralmışım.
Karıncalanmış her bir yanım.
Anlatacak kimsem yok, bunun için mi sana inanıyorum? İnsan hep dinleyen birinin karşısında ne yaparsa ben de onu yapıyorum. Sadece anlatıyorum Bu sığıntı kuşu uçmak istiyor.
Bu kadar yavaş olmamalı hiçbir şey.


tekliğim
yorgun ve kanadı kırık kuştur

Soyut, Ocak 1968
Arkadaş Zekai Özger

10-5-2017
JAX

5 Ekim 2017 Perşembe

Savannah

Gece bir kâbus gibi,
Çöküyor üstüme.
Elimi nereye uzatsam,
Kül dökülmüş gibi,
Yangın kokuyor;
Dağlanmış et kokusu dağ başında,
İşte bu Sibirya,
Taşır yangınını binlerce yılın:
Ciğerim nerde?
Biley taşı kıvılcım saçar,
Ben görürüm o saçılmışlıkta,
Bir hiç olduğumu.
Mahkûm taşımaya bedeni,
İnsanoğlu sırtında,
Ölüme doğru;
Ölü-sevici misin ki sen,
Yanına çağırdığın herkes,
Tatmış ölümü.
Sana yalnız senin tatmadığın,
Bir duyguyla geliyorum.
Doğumu hissediyorum damarlarımda,
Bir kadından farklı,
Bir erkekten ayrı.
Doğurmanın hazzını yaşıyorum,
Varsa eğer.
Sessiz gece tıpkı senin gibi,
Yıldız saçıyor göğe
ve ben görüyorum bu saçılmışlıkta,
Bir hiç olduğumu.

10-4-2017
JAX

İnsan olmak nedir bilmiyor tanrı.

3 Ekim 2017 Salı

Orange Park

Dudaklarım nasıl kavruldu bir bilsen.

Kimsenin geçmediği çalılar arasından,
Geçip geldin bir düş ılıklığında.
Gün gülleri soldurmaya başladığında,
Kavanoza hapsolmuş güneşin yanında,
Bir sen vardın,
Bir de ben, varsam eğer.

Sessizlikleri say.

N'olur konuşma ve düşmesin dilinden sözcükler,
Yalan pınarı akmasın bir daha.
Gece, gönlün gündüzüdür:
Karanlığa hapsolmasın bir daha.

Hüthütlerden sor beni.

Sana kaç mektup yazdıysam,
Hepsini içimden geldiği için,
Benliğimle mühürledim.
Kendimden eksilte eksilte,
Yalnızca sana gönderdim.

En çok ölüm anlar beni.

Ben yokluğu diledikçe,
Varlığı diktin karşıma.
Ben konuştukça durmadan,
Sen yoktun yanımda.
Kim bilir hangi inançsız masalın,
İçinde yer buldun kendine.
Bir âşık türküsü olmaya,
Yeğledin uzaktan bakmayı.

   Sözler
   im dö
     kül
     dü
      .

9-17-2017
JAX

1 Ekim 2017 Pazar

San Marco

Kabuk tutmuyor düşünceler,
Soyup sırrını sunuyorsun ufka.
Ufuk unutulmaya yüz tutmuş,
Kepengi inmemiş dinginliğin.
Denize çiçek ektim, tutmuyor,
Buğday tarlasında balıklar,
Yüzüyorum ekinler arasından,
Koynun sisten görünmüyor.
Dilim ilenç içinde imiş gibi,
Durgun ve uygun duyuların,
Belki ilki kadar anlamlı değil hayatın,
Mevsiminden önce ölüyor çocuklar.
Güz şarkısı nasıl olur, bilmiyorum,
Kışı al çek akciğerimden,
Üşüyüş bu, sızış derinlerime.
Terk edilmiş şehirlerin kıyısında,
Ölü imparatorların mezarlarında,
Yanık köylerin unutulmuşluğunda,
Bitmeyen şarkılar dinledim,
Ezelden ebede söylenen.
Sırrını iyi saklar köylüler,
Dünden bugüne,
Kendini iyi taşır.
Yan yana dizilmiş evlerin kuytusunda,
Cunbadan bakan insanların eleğinde,
Kim bilir ne gizler ve gözlerinde,
Kim bilir ne bilişler var.

9-17-2017
JAX

30 Eylül 2017 Cumartesi

Saint Augustine

Ortalık tanrıdan geçilmez oldu,
Gökyüzü yıldızlardan,
Yeryüzü insanlardan
ve insan yalanlardan.
İçim sana adanmış putlardan,
Geçilmez oldu.
Ortalık âşıktan geçit vermez oldu sevgilim.
Şimdi ben seni nasıl anlatayım,
Her söz yeni bir tekrarlayışken,
Benden önce gelenleri.
Tüm sözler aynı şâirin kaleminden,
Ozanın dilinden kopan,
Bir feryat sanki.
Fuzûlî dediyse sen, Gâlib dediyse sen,
Berk dediyse sen, Necatigil dediyse sen,
Kim ne dediyse seni dedi sevgilim,
Sen daha doğmamışken:
Nasıl söyleyeyim ben şimdi yenibaştan,
Hiçbir şey olmamış
ve hiçbir şey söylenmemiş gibi,
Tüm bunların üstünden.
Ortalık bıçaktan geçilmez oldu,
İhanet sarmalından,
Sözlerin ayrıksılığından
ve inancın yitmişliğinden,
Tanrı'nın uzaklığından
ve içim senin için inşa edilmiş mâbetlerden,
Geçit vermez oldu sevgilim.
Ortalık âşktan geçilmez oldu sevgilim,
Benliğimin yansımalarından.

9-29-2017
JAX

26 Eylül 2017 Salı

River Side

Eski bir çanağın içinde,
Yürüyorum.
Üstünde olduğum doğrunun kıyılarında,
Yer bulanık ve kaygan.
Seçiyorum,
Ayaklarıma batan çakıl taşlarını.

Bu eğri nerden geçerse,
Kendimi oraya asacağım.
Sanki ellerinle tutuklanmışçasına,
Kendimi feda edeceğim.

Çıkış ve sapma noktasını bulacağım,
Bu koyu çemberin,
Kaçış.
Sürüp giden bu döngüyü,
Koparacağım.

Eski bir sürahinin dibinde,
Kalan son üzüm tanesiyim.
Ne sarhoş ederim,
Ne de atılırım bir köşeye.
Ayrıksı düşüp bir köşede,
Dudaklarına değerim.

24 Eylül 2017 Pazar

San Jose

Özlemin kırıyor kalbimi.

Kemik seslerini dinledim geceye vuran,
Hışırtısı dinmiyordu otların ve ben,
Dinliyordum sanki daha önce hiç,
Duymak nedir bilmemişim gibi.
Yürüyüşe çıkmış tasması elinde bir köpek,
Kaldırımlarda durup insanları dinlemiş,
İzlemiş ve iz sürmüş ara sokaklarda,
Gece fahişelerin peşine düşmüş ve görmüş,
Farklı değil insanlar da kendisinden
ve tasması elinde herkesin, yürüyüş sırasında.
Muzip usturalar boyunlara yaklaştıkça,
Kabarır damarı şah insanın atarken,
Bükme bıçağı körelmiş ucu kesmez havayı.
Mum yak üşürsen eğer ısıtır seni.
Kendini ruhundan soy en içten.
Kendimi bir aslanın dişleri arasında hissediyorum,
Parçalanmaya yüz tutuyor etlerim,
Sıyıracak kabuğumdan ve özüme varacak,
Görecek içimde hiçbir şey olmadığını
ve beni kemiklerimle baş başa bırakacak
ve işte o an ben de oturacağım bir köşede
ve konuşacağım benden arta kalanlarla
ve diyeceğim, işte her şey bu.
Beli kırılınca nasıl bırakırsa anne aslan yavrusunu,
kırların ortasında, işte öyle, bıraktı beni,
yokluğun.

9-23-2017
JAX

11 Eylül 2017 Pazartesi

Irma

Karanlıkta herkes aynı.
Gözüm görmüyor,
Körlükten değil:
Gözüm görmüyor,
Her yer aynı.

Elimi uzatsam,
Tuttuğum bu boşluk,
Ardına kaçar.
... /

Âh, sessiz bir film gibi:
Karanlık bulaşmış geceye.

Suya değmiş pas.
Kir tuttu ellerim.
Gözüme güneş kaçtı.
Körlüğüm aydınlıktan.
-Değil.

Peşini bırak tutsaklığın.
Etim dağlanıyor
ve kokusunu duyumsuyorum,
Günahlarımın.

Bu yağmuru getiren bulut
ve üstüme saçan
ve okyanusu yarıp,
Miami'den akan bulut,
Atlas'ı benim için geçip,
Çiçeklerini deren bulut:
Hoşgeldin.

Dilimin ucunda bir damla.
Sırılsıklam oldum;
Bunun için,
Değmez mi sana,
Bana Atlas'ı getiren bulut.

Su kir tutuyor burda.
Gece aydınlık.
Gözlerim karanlık.
Su yüzümde eriyor burda.

Sokaklar,
Sonlanan ve
Sonlandığı yerde yine başlayan;
Birbirine karışan
ve birbirini taklit eden
Sokaklar,
Birbirine gebe kalmış sokaklar.

Boulevard, road, street:
Gittikçe daralan,
Bahçesinde sincaplar büyüten,
Avlusunda kertenkele ve karıncalar,
Sonra hepsini üstüme savurup,
Koynuma sokan.

Gir bu gece koynuma Irma,
Hemhâl olalım,
Birbirimize dolanıp,
Atlas'ı yine geçelim,
Sonsuz bir döngü olup,
Kaybolalım.

Gözümü dikip baksam,
Geçip giden bulutlara,
Gökyüzü taş kesilir-
-mi?

Gök değişti,
Bulutlar, yağmur ve su.

Yabani otlarından,
Öpüyorum seni Irma.

9-10-17, 11:26 pm.

2 Eylül 2017 Cumartesi

Kış Gülü

Kış gülü büyütüyorum avuçlarımda,
Gözlerim kan çanağı,
Çağa acıyı haykıran Ferhat, feryat figan.
Kim sulayacak gülü benden sonra;
Kurumaya mahkûm,
Ataları gibi.

İnsanoğlu sönmeye meyyâl.

Burçlarında ateş yanmıyor kalenin,
Şehir işgal altında imiş gibi her yer;
İçten içe fethedilen bu yosunlu kent,
Suya hasret kalacak bir gün;
Çün' mecbur arınmaya yabanıllarından.

Kaya ayracı yarar durur ayrılığı yarığından,
Kimse es geçmez eğilen başkası olunca;
Asılı duran bukağıların ağırlığından,
Ölür durur güvercinler ağaç dallarında.

Yola çıkınca bir kez bir gülden bir başkasına,
Güller arasında kalır insan,
Yiten ve yine biten güller,
Kışa rağmen.

Kış gülü solar durur yanaklarında durmadan,
Rengini emer durur damarların uyarmadan.
Göğsünü çek -göğü çek -gördüğünü çek
ve bırak ardına göğün kızıllığını.
Güller koyulmuş gibi kulak artlarına,
Yola koyul ve bakma ardına.
Gülün çağrısını hisset ve başla güne,
Kış gülüne dudaklarını bahşet.

Emer aksatmadan böcekler etindekini,
Ne var kemiklerini dolayan bu evrende;
Masallar biter gider arda ne kalır,
Belleğe yazdıklarından başka.

Sana cevap da verir sorularım.

Sefil düşmüş ve üşümüş asker dört yol ağzında,
Bir kadeh su düşler durur yâr koynunda;
Çölün çağrısı içinde haykırır,
ve çağırır insanı azgınlığına kumların.
Ulu Tanrı insanın göğsünde otağ kurup durur,
Kimse gelmez -kimse gelmez -kimse gel-mez.

Yazgısı bu - insanoğlunun.

Yabancı kalması insanoğlunun insanoğluna,
Yaban çiçeklerinin sarması gibi bahçeyi.
Kökünden söker atar söker atar bekletmeden, o,
Çiçekler Tanrı'dan değilmiş gibi,
Bazı çiçekler Tanrı'danmış gibi:
Bazıları reddedilir durmadan.
Kış gülü, kış gülü,
Yetiştiriyorum avuçlarımda.
Gözlerim kan çanağı,
Rengini, kırmızı-
-Yitiren dudaklarımdan alan.

Haykırdım üç kere:
Kan, kan, kan;
Hayatıma yön veren
ve beni kanlı küvette bulan:
Yan, yan, yan;
Hiç durmadan,
Aşk ateşse eğer;
Yoksa: dön, dön, dön;
Geldiğin yere,
Gelmediğin yerden.

II.9.XVII
JAX

25 Ağustos 2017 Cuma

Tilki

Kes tilkiyi kulağından,
Ne zaman kurtaracak kuyruğunu;
Soluğunu kes ve iyi dinle,
Nasıl da (d)inliyor,
Geceyi dört kulak.
İsimsiz bir iyilik sarnıcı,
Düşer durmadan duyurmayarak,
Uzvun orta yerine.
Kirli düşlere iliştirilmiş,
Sanıp Parisyen her yeri,
Karşılaşır ışığın koynunda,
Kendini ekinle büyüten.
Hayal âleminde havi iplik;
İğnenin ucunda uranyum,
Batır tenime ve bu intihar,
Kimin aklında.
Bırak tilkiyi kuyruğundan,
Sal ormanın ortasına uyarmadan,
Yaşasın ıssız geceyi tek başına,
Kıpırtısız ağaçların oyuklarında,
Geçirsin geceyi.

20 Ağustos 2017 Pazar

Jacksonville

Hicret eder peygamber olmayı dileyen.
Ufuk dediğin bozuk bir çizgi,
Göremiyorum güneşten hiçbir şey,
Yerin altı yeşille çizilmiş,
İmgesizlik nedir gösteriyor bana her yer.
Teri gül kokmuyor insanın âşık olmayınca.
Tutsak eder güneş eğer gölgeye kaçmazsan.
Yol uzun ve siner üstüne kokusu,
Yolculuk nedir unutamaz derde düşen;
Hicret, kabullenişidir deva arayanın.
Uzak dur geçtiğin kapılardan,
İlerde sessiz barınaklar var ocağı tütmeyen.
Kapan çimlerin üstüne ve bak,
Yılan var mı ellerinin arasında,
Yoksa sadece kurumuş otlar mı tuttuğun.
Bulut dediğin alacaya çalmış düşler,
Yağar durur üstüne boşanmak isteyince,
Yağmur ilişmesi sana tanrıların
ve dokunma arzusunun karşılığı.
Gökyüzü dediğin okyanusun diğer adı,
Okyanus mavinin farklı bir biçemi,
Kabul edilmiş yasalar diyarı,
Özgürlük için vazgeçilmiş özgürlükler.

15 Ağustos 2017 Salı

Dipsiz Söz Kuyusu

Dipsiz söz kuyusuna düştüm.

Bir çıkış gördüm sonunda labirentten,
Karanlığın içinde bir aydınlık,
İçimde bir ışık.

Tırmandığım bu dağın doruğunda,
Umduğum yalnızca sen.
Çoktan yitmiş bir masalsın,
Diriltmeye çalıştığım,
Tutamaçsız bir inanç.
Kabuk bağladı yaralarım soluksuz,
Bir yüzü bana dönük günün,
Diğer yanı bilinmezliklerde.

Kapısını vurdum söz kuyusunun,
Sesini dinledim durmadan.
Suya vuran yansımalarda,
Dünyayı seyrettim,
Geçmiş şimdi gelecek, mi?

Dipsiz söz kuyusunda sessizliği gördüm.

13 Ağustos 2017 Pazar

İ Zi Ay Key

Yılanı çağrıştırdığı için,
Dilinin dişlerine değişi;
Damarlarıma her gece,
Zehir karışıtırıldığını hissediyorum.
Avuntum yok düşlerden başka.
Girdiğim bütün kapıları kırdım,
Geçtiğim tüm duvarlar yıkılırken.
Gözlerin denizlere rengini veren,
Koyu bir yeşil benim bildiğim.
Dudağından alınmış parçalardan,
Dokunurken eti insanoğlunun,
Taşıdığı ağırlığın hakkını verecek,
Doğmuş ve doğacak olan.

Sözler muallaklıklardan örülmüş,                                  
Bir yere varmak bilmeyen.
İsyan dile gelmeyen bir kelime,
Cehennemden çıktığı düşünülen:
ve kimse söylemiyor,
Hayatta kalmanın bir isyan olduğunu,
Başlangıca.

Kemik değiyor bıçağa,
Bıçak kusuyor doğradıklarını.
Birbirinin gözünde kayboluyor,
Dünyayı görenle,
Dünyayı katleden,
Biri diğerine son verirken.

Uzun cümleler ilk solukta tükeniyor,
Arda kelimeler de kalmıyor.
İsyan-isyan-isyan diyor sana insan,
Yetin-yetin-yetin diyorsun sen:
Ama neyle, sorusu,
Asılı kalıyor avuçlarında.

Bulutların üstüne çıktım,
Yağmurun, karın ve soğuğun koynuna daldım,
Sana kavuşur gibi.

Şehirler gördüm kuşbakışı,
Sokaklar, evler ve insanlar.
Dünyayı kuşbakışı gördüm,
Hayatın ne kadar anlamsız olduğunu;
Oysa bunu kimse söylemiyor

6 Ağustos 2017 Pazar

İmhotep

Vücudum artık senin tapınağın
ibadet edilmeyi bekleyen.
Sarayın nergisle donanmış odasına
gir ve beni bekle
kapıyı ört ve gör
karanlığı dolduran varlığımı.
Suskun düşerse firavun
bil ki bendendir bu
ve eylemlere karşılık bulunan
yalnızca ellerinde tuttuğun hayat.
Muhafızlar aşkımızı gözetir.
Titriyor dilin çatalı yılanın ağzında
ve sesini kim duyuyor bizden başka
çünkü herkes uyuyor
ve yalnızca biz geceyi bölüp
aramıza alıyoruz
suskun ve yıldırımdan korkan
çocuklar gibi.
Aramıza ölümü alıp uyku vakti
yatıyoruz birbirimize sırtlarımızı dönüp
kayıp gelecek ve yitik geçmiş arasında
kumlardan inşa edilmiş bu şehirde
bedenini aynalarla kaplıyorum
ve sana baktıkça uzantılarımı
görüyorum.
Uçan kartalları görüyor musun
ağzında yılan taşıyan
pençesinde yara izleri
bil ki onlarlayım
seninle olamadığım zamanlarda
alıp başımı kaçıyorum durmadan
saray boğuyor beni.
Vücudum yalnızca sana ait
tapınakların yöneldiği kutup
piramitlerin baktığı yön
ve gökyüzünden işaretlenmiş
tavaf edilen tanrılarca.
Vücudun tanrıların tavaf ettiği yer.
Dönüyorum etrafında.

5 Ağustos 2017 Cumartesi

Kasetteki Gözyaşları

Dinleyeceğim kasetteki gözyaşlarını,
Sıcak, yakıcı, kül eden beni.
Seni hep uzakta aradım, uzak, çok uzakta,
Bıraktım aramayı, bıraktım sormayı,
İçimde bulunca seni,
Bıraktım dillere düşmeyi.
-Dile düşünce aşka düşer-miş insan.-
Bir meczuptum asırlardan bugüne kalan,
Baştan başa âşıktım küllerinden doğan.
Dinliyorum kasetteki gözyaşlarını,
Kim bilir hangi demlerden biriktirdiğin,
Hangi hasretlere yoldaş,
Hangi dertlere deva diye içtiğim,
Değerini senin gözlerinden biçtiğim.
Dur, diye seslendim sana yakasında uçurumun,
Bir adım kalmıştı, tek bir adım,
Her şeyi bitirmeye.
Dinliyor musun şimdi çalan kaseti,
Gözyaşlarıyla doldurulmuş;
İçiyor musun doldurduğum kadehi,
Gözyaşlarıyla doldurulmuş.

Çok az şey var sırrından nişâne.

Sürekli aynı bandı dinler gibi,
Aynı şeyleri duyuyorum;
Aynı şeyleri düşünüp,
Yazıyorum.
Aynı plağın çalışı gibi susmaksızın,
Adını çağırıyorum.
Bir sese iniyor tüm sözlerin,
Tek bir kelimeye,
Harfe:
Benliğime indirgeniyor.

Ne eski bir söz "kasetteki gözyaşları",
Akıyor yine de güne,
Yırtıp geçiyor geçmişi.

8.3.16

3 Ağustos 2017 Perşembe

Gül Kuşatması

Şimdi karşı karşıya duruyoruz seninle,
Güllerle kuşatılmış bir bahçede;
Oysa ne ben umrundayım ne bahçe,
Her şey siliniyor gözlerinde.
Gün batımında göğü saran kızıllığa sarınıp,
Kaçmak istiyorum görünmeden.
İçime yuva yapmış korku hücrelerini,
Sana hiç göstermeden,
Göç eden kuşlarla uğurlamak istiyorum.

Senden aldığım güç yetiyor bana,
Yenilik(miş)lerin örttüğü tekrarlardan ibaret hayat.
Senden aldığım güç yetiyor bana,
Her şey akıp gider ve aksamaz zaman.

Her şeyin içinden geçip gittiğimi hissederken,
Kendimi bir duvar dibinde buluyorum,
Kanlar içinde, toprağa bulanmış;
Herkes gelip geçiyor önümden,
Ben öyle kıvrılmış dururken.
Zamana söz geçirmek isterdim,
Tutup geminden geriye çekmek.

Odam bir kurtuluş yeri sanki
ve beni dünyadan ayıran,
Duvarları kalın bir paravan,
Daha önce hiç görülmemiş (sanki).
Odamı güllerle donatıyorum,
Güller bana seni hatırlatıyor.
Kızıl, kıpkızıl güller,
Her biri yüreğimden derilmiş,
Sunuyorum sana.

27 Temmuz 2017 Perşembe

Nar

Nar saçtım yatağına,
Kızıl, kıpkızıl;
Ateş saçtım yatağına.

Açtım zihnimin kapılarını,
Tülleri kaldırdım aradan,
Saçaklandım eteklerine.

Daha önce hiç sevişmedim.
Nar koydum başucuna,
Soy kabuğundan say taneleri.
Kaç gece oldu,
Ne kadar sürdü.

Susuyorum.
Nar parçalanırsa nereye akar suyu,
Tadı ne zamana yiter dudaklarında;
Parçalanmışım,
Topluyorum yatağından kendimi.
Daha önce hiç sevişmemişim.

Nar saçtım yatağına,
Kızıl, kıpkızıl,
Ellerime sürüyorum;
Teninde izimi bırakıyorum,
Seni kendime boyuyorum.

Öpüyorum damarlarını uzun uzun,
Dolaşıyorum belini uzata uzata.
Yaralı bir kuş gibi,
Konuyorum avuçlarına aksaya aksata.
Öpüyorum ayalarını susa saya.

Terk ediyor bu kent beni.

Eski İstanbul yangınları gibi,
Alev alev yanıyorum,
Yatağının ayakucunda.

Nar saçtım yatağına,
Sonra topladım bir bir,
Bıraktım başucuna.

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Oğul

Kurtlar koşuyor.
Yüreğini kim deşiyor senin;
Kapandan kurtar bacağını,
Herkes kan kokusu alıyor.
Sarkıt bedenini çınardan.
Yosun tutmuş hayalarını.
Dişleri keskin değil eskisi gibi,
Yıllanmış ve yumuşamış zamanla.
Bıçağı uzak tut bileğinden,
Çizgisi alnında dolanıyor kaderin.
Tutkunluğun bu bitimsiz doğaya.
Kurtlar koşuyor durmadan,
Ulumaları geceyi titretirken.
Bir kayaya tünemiş seyretmekte,
Boz baykuşlar düzeni.
Kim değiştirecek dümeni,
Nereye gideceğiz;
Susuzluğunu ölülerden dindir,
Anlatılarından onların.
Oğul kendini soydan say;
Yok saymak ,
Yok etmek demek değildir mâziyi.
Geçmiş gelir peşinden hiç durmadan,
Hiç durmaz zaman.
İsyan etme boşuna,
Soylan ve devam et yoluna.

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Utanç

Utanç içinde

İnsan artığından   savaşlar
yapıldı  kuru    ot yığınları
üzerinde,   ruh   artığından
bedenler dikildi, yaslı  ka-
dın çadırlarında,  hiç kim-
se duymadı, ne seni ne de
beni, bizi kimse duymadı,
içinde  olduğumuz  savaşı
                   da.

Şimdi   utanç   içindeyim,
boynumda  gördüğün ger-
danlık  değil  kanlı  bir  e-
lin   izi,  mührünü   vuran
en     görünür       yerime.

Tunca  değsin  elim  hiç
durmadan,  susunca iyi-
leşmez acılar,  kurutun-
ca tadını kaybeder mey-
veler,  her şey yaşarken
             güzel.

Bir çan kırıldı minareler
gölgesinde,    çığlıkların
dili yoktu,  dini, her şey
bugün  gibi  diri,  sözler
birer yanılsama, benzer-
           likler gibi.

Avut kendini eğer    başara-
bilirsen,    ki mümkün değil
artık yaşamak   acı çekmek-
ten, rahipleri terk et,  keşiş-
leri,  hocaları,    ben içinde-
yim, yalnız beni hisset, ben
          yeterim sana.

Utancımı hissetmez oldu     bu
çağ, insanlar; birer duvara dön-
dü duyarlı denilmiş     ne varsa,
ağaç köklerine karışmak   ister-
dim,       tüm görünürlüğümden
kurtulmak,   bir ağacın yalnızca
rüzgâr esince    dinlenen sesine
          karışmak isterdim.

Ne istedimse kaybettim herkes
gibi,  herkes benzeri birbirinin,
kaybettim herkes gibi, dil'e ge-
     tirdim, dile getiremedim.
  
Tunçtan bir sancı göğsümde do-
lanır da durur, kanlı çınlamaları
işittirir, bana ne olduysa bugün,
     utanç yaptı, utanç yaptı.

23 Temmuz 2017 Pazar

Bıçak

Hissediyorum sürekli sırtıma batan,
Bıçağın ucunu ve keskin değil.
Keskin olmadığından yakıyor
ve izini daha belirgin bırakıyor,
değdiği her yerde.
Nerden buldun,
Aşkın bu kör bıçağını,
Tenime batırmak için
ve yüzüp derimi geçirmek için,
Kalbine.
Omurgam boyunca süzülen aşağıya,
Bu işlemez bıçak yüreğime,
Çünkü kalbim keskin kelimeler arasında,
Çoktan kuşatılmış.
Bir papatya gövdesinde,
Keskinliğini deniyorsun, oysa,
Cümlelerim hazırdı buna.
İhanetlerin arasında sadakatimi deniyorsun,
Oysa,
Sözlerim hazır terazinin kefesine konmaya,
Ötesinde ne var?
Hissetmiyorum artık kör bıçağını aşkın,
Battı ta yüreğime kadar
ve içimden dışarı sızan bu kan,
Ancak zamanla biriktirdiklerimdir içimde,
Sana armağan.

18 Temmuz 2017 Salı

Kapan

Tutulmuşum, kurtuluş yok.
Gece çöktü üstüme,
Bu ağaç diplerinde,
Ateş-böceklerinin sesi,
Karıncaların yürüyüşü,
Ağaçların susayışı arasında,
Yaralı yatıyorum.
Kapılmışım, uyanamıyorum.
Keskin değil dişleri
ama batıyor etime durmadan,
Kim bilir kaç yaşamın üstünden,
İçiyor beni,
Akıtıyor yüreğimi toprağa.
Yüz yüze bakıyoruz çimenlerle,
İçim hâlâ umut dolu,
Bitkilerin dili yakın değil insanlara
ama bildiriyoruz birbirimize hâli,
Hâl bu hâl,
Hiçbir şey değil vâki.
İnlemeye dermanım yok,
Kabullenmişim şu çınara karışmayı,
Çimenlere, toprağın küfüne
ve ağaçlara sarılan mantarlara.
Ölmüşüm, umurumda değil.
Yaşayacak olunca doğada,
Gezince damarlarında ateş-böceklerinin,
Kılcallarında ağaçların
ve bir sonbahar günü kopan yaprakla,
İnince tekrar toprağa.
Cennet nerde, önemli değil,
Ben burdayım ve mutluyum.
Bu sema çekerken beni içine,
Yıldızlara karışırken
ve korkarkan genişliğinden evrenin
ve bilinmezliğinden başlangıcın,
Hiçbir şey,
Beni tutsak eden bu kapan kadar,
Önemsiz değil.

16 Temmuz 2017 Pazar

Sürerliliği Değişimin

Aynı kişi değil,
Bu cümleye başlayan
ve bitiren.
Her şeye rağmen,
Hiçbir şey tekrar değil.
Yerinde kalmak çabası,
Mümkün değil,
Her yer dönüşürken
ve zaman eş kılarken,
Tüm bunları.
Zaman dost değil,
Düşman da,
Sadece ifadesi dönüşümün.
Kavramlar var değil,
Yansısı belleğin,
İcat edilmiş.
Gerçek önemli değil,
Bildiklerinin yanında;
Çünkü her şey,
Bildiklerinle sınırlı.
Bu bir kâbus da olsa,
Hoş bir hülya da hayat,
Uyanacaksın nasıl olsa
ve ne değişir,
Uyanacağını bilen için?

15 Temmuz 2017 Cumartesi

Bir Hanedan Artığı

Günlerin getirdiği yalnızlık,
Kucaklıyorum seni.
Bir hanedan artığı gibi,
Hissediyorum kendimi;
Mazisi hep hâlinden güçlü
ve hiç ulaşılamayacak,
Bir geçmişe sahip.
Neyle yazacağım hâlimi,
Tüyden kalemler bile ağırlaştı,
Bu saman alevi gibi parlayan,
Zamanın koynunda.
Kral yolunda bir çakıl taşı gibi,
Sürtünüyorum ayaklarına.

İki sevişme arasında,
Bekleyen insanları görüyorum;
İki kişi arasında dolanan,
Kızıl kıyamet nefeslerde.

Bu döngünün bitmediğine,
Her şahit oluşumda,
Kendi içimdeki yenilgileri,
Duyumsuyorum.

Güllerle karşıma çıkıyor yalnızlık.
Bir hanedan artığı değil,
Bir yoksunluk fazlasıyım;
Sıfırın içindeki boşluk.
Savrulmuşum karabasanlar diyârında.
Her gece düş nöbetleri,
Kuş sütünden masallar,
Senin gerdanından düşüşler,
Arasında kalmışım.
İçimdeki yangın bu,
Artakalan cehenneminden.

Kendimi neyin içinde görsem,
Onun dışında kalıyorum.

9 Temmuz 2017 Pazar

Âşıkların Roma'sı

Bende bir resmin var,
Yüzüme bakmıyor.

Ne düşünür insan acı çekerken,
Belleğin yankısı ne zaman durur,
Kavurup geçerken güneş tenimi,
Bir yudum su için ne verilir,
Bilmiyorum bu geceler nereye dökülür,
Gün yüzünü nerede yur,
Kapısız evlere neden dilenciler doluşur,
İnsan acıya ne zaman gark olur,
Bilmiyorum, insan ruhun yangınından,
Ne zaman ve nasıl kurtulur.
Ruha dokunuyor fotoğraflar,
Aşıp tutuşan kâğıtları bir çırpıda.
Keskin gülüşlerin bir yanı tenimde,
Giderek derine doğru işler, oyar geçer,
Bir bilsen dişler ne çok can yakar.
Ne yapar insan acı çekerken,
Koyulttuğunda düşünceleri zift gibi
ve süzdüğünde yalnızca eleğinden ruhun,
Nereye koyar arta kalanları,
Hiç insan biriktirememiş biri nereye gider,
Günlerin sonunda,
Yalnızca kendine dönen biri neden evden çıkar,
Her dönüşün benliğine olduğunu bile bile.
Dudaklar, âşıkların Roma'sı
Dişlerinden öpsem sayılır mı,
Aynı.
Ellerin geziyor her yerde, kitaplar,
Fotoğraflar ve nesneler arasında,
Dokunmasını bilmiyor tenime ve uzak,
Hissediyorum uzaklaşışını ve suskunluğu,
Kes, yırt ve yak fotoğrafı yenibaştan,
Oluşumunu tamamlayacaktır kendi baştan,
Tükenmez acısı ruhun.
Biriktirdim acıları belleğimde,
Hafızamı serdim yoluna,
Kalbimi taşıdım yukarı, astım güneşe,
Yürüyorum,
Anlat bana gün ne tarafta,
Yürüyorum,
Seviyorum seni yeni baştan,
Söyle bana O ne tarafta,
Seninle konuşmayı ve anlatmayı seviyorum,
Biliyorsun ve söylüyorum yeniden,
Dişlerinden öpüyorum.

Hasan Ali Toptaş, “Acıya Demir Atmak” Metninin İncelenmesi

Hasan Ali Toptaş’ın “Acıya Demir Atmak” isimli metni Bir Gülüşün Kimliği kitabının içinde yer almaktadır. Eser, ilk olarak 1987 yılında yayımlanmıştır.
“Acıya Demir Atmak” isimli metin, bir anneyle oğlu arasında geçmektedir. Bir gemici olan Cemil denizdeyken kolunu ve gözlerini kaybeder. Fiziksel olarak engelli konumuna gelir ve hiçbir işini kendi yapamaz bir hâldedir. Annesi ona yardım eden tek kişidir. Üstelik aile yoksuldur. Cemil’in nasıl bir kaza geçirdiği anlatılmıştır. Aynı zamanda protez kol yaptırmak için yardım aldıkları, tedavi için bir merkeze gittikleri anlaşılmaktadır. Annesi aldığı bir simidi de oğlunun karnını doyurmak için kullanır ve kendisi yemez, bu durumu da oğluna belli etmemeye çalışır. Metinde genel olarak anlatılanlar bu şekildedir.
Toptaş’ın “Acıya Demir Atmak” metnine Gerard Genette’in Anlatının Söylemi’nde anlattığı yöntemler üzerinden bakıldığında çeşitli sonuçlara varmak mümkündür. Genette, her metnin yapısal olarak incelenmesini mümkün kılan ve bu yöntemi anlatan eserinde birçok konu üzerinde durur.
Metinde genel olarak dolaylı söylem söz konusudur. Bir anlatı mevcuttur ve her şeyi o anlatır. Bu anlatıcı her şeyi bilmektedir. Tanrı-anlatıcı olarak ifade edilebilecek bu anlatıcı karakterlerin duygu ve düşüncelerini tüm açıklığıyla belirtir. Yer yer anneyle oğlunun diyalogları da aktarılmaktadır.  Metin boyunca kullanılan dil de “dolaylı söylem”i destekler niteliktedir.
“Kırk yaşındaki oğlunu, dört yaşındaymış gibi kolundan tutup çekti…”[1]
Bu kısa metin boyunca Hasan Ali Toptaş “özet”ten yararlanmıştır. Özeti de ana karakter olan        Cemil’in kolunu nasıl kaybettiği, nasıl bir kaza geçirdiğini anlattığı bölümde kullanmıştır:
“Az sonra balıkları tepe tepe dolduracaktı kasalara. Çok değil, dört beş hafta bereketli çıkmalıydı balık…”[2]
Anlatı boyunca yer yer “ara”lar kullanılmıştır. Anlatıcı, anlatıyı kesip betimleme yaparken aralardan yararlanmıştır.
“Gözkapaklarının ardındaki karanlığın içinde…”[3]
“Martı sesleri şıp şıp dökülüyordu suyun yanağına.”[4]
Aralar, genellikle betimleme olarak kullanılmış, bir geçiş hüviyeti, mekân üzerine fikir veren bir unsur gibi değerlendirilmiştir.
Metinde temel olarak tek bir zaman söz konusudur. Sadece Cemil’in geçirdiği kaza anlatılırken geriye dönülür. Onun haricinde annesiyle beraber protez yaptırmak için gittikleri yerden çıktıktan sonra düşündükleri ve yaptıkları söz konusudur. Geçmiş zaman kullanılmaktadır. Görülen geçmiş zaman’lı cümle yapısı ön plana çıkmaktadır, örneğin:
“Sonra, gerçekten simit yiyormuş gibi ağzını şapırdatmaya başladı. Görmeyen oğlu… durdu.”[5]
Hasan Ali Toptaş’ın “Acıya Demir Atmak” adlı metni Gerard Genette’in yöntemine göre değerlendirildiğinde ortaya bu sonuçlar çıkmaktadır. Toptaş’ın farklı yöntemler kullanmaya çalıştığı gözükmektedir.


[1] Hasan Ali Toptaş, Geçmiş Şimdi Gelecek, Everest Yayınları, İstanbul 2016, syf: 46
[2] A.g.e. syf: 47
[3] A.g.e. syf: 46
[4] A.g.e. syf: 47
[5] A.g.e. syf: 48

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Hasan Ali Toptaş, “Yeryüzünde Bir Kerem” Metninin İncelenmesi

Hasan Ali Toptaş’ın “Yeryüzünde Bir Kerem” adlı metni Bir Gülüşün Kimliği kitabında ilk olarak 1987’de yayımlanmıştır.
Metinde matbaada çalışan bir işçinin para alamayıp düştüğü sıkıntılar anlatılmaktadır. İşçi, evine para götüremediği için günlerdir açtır. Matbaadaki ustası olan İlyas Usta ne zaman para istese ona olmadığını söyleyip geçiştirmektedir. Günlerdir aç olan anlatıcı karakter bir gün avukatın birinin siparişi olan kartvizitleri götürmek için yola düşer. Yolda kendi kendine konuşan insanlar görüp onlara dikkat eder ve insanların çıldırdığını düşünür. Köftecilerin olduğu bir yerden geçerken eğer avukattan para alırsa ne olursa olsun kendine kocaman bir ekmek köfte alıp karnını iyice doyuracağını söyler. Caddeden karşıya geçerken bir araba az daha ona çarpacaktır ama o yoluna devam eder. Biraz ileride Çaycı Ali’yi görür ve onunla konuşur. Çaycı Ali ona daha dikkatli olmasını, kendi kendine konuşmamasını ve herkesin ona bakıp güldüğünü, delirdiğini düşündüğünü söyler. Metin, bu noktada sonlanır.
“Yeryüzünde Bir Kerem” metnine Gerard Genette’in Anlatının Söylemi kitabında açıkladığı metotlarla bakıldığında çeşitli sonuçlara erişmek mümkündür. Birçok açıdan önemli ipuçları bulunmaktadır.
İlk olarak anlatıcıya bakıldığında “Yeryüzünde Bir Kerem” metninin anlatıcısının aynı zamanda ana karakter olduğu gözükmektedir. Anlatıcı, bir karakter olarak bizzat metnin içinde bulunmaktadır.       Bu, metin boyunca rahatlıkla anlaşılmaktadır. Cümle yapısı da bunu destekler niteliktedir. Birçok örnek verilebilmektedir:
“Sabahtan beri karım vardı içimde.”[1]
“O gün para isteyemedim Usta’dan.”[2]
“Kucağımdaki kartvizit poşetini gösterdim.”[3]
“Eski sinemanın önüne gelmiştim.”[4]
Verilen örneklerde de görüldüğü üzere anlatıcının konumu açıktır.
Metinde dolaysız söylem kullanılmıştır. Az önceki örneklerle beraber bu, metin boyunca devam etmiştir. Anlatıcı konumundaki ana karakter başından geçenleri olaya herhangi biri müdahil olmadan kendisi anlatmaktadır. Yaşananları ilk ağızdan paylaşmaktadır.
Olayların yaşandığı zaman anlatımı söz konusudur. Anlatıcı, üzerinden belli bir süre geçtikten sonra anlatır ancak geçen süre fazla değildir, bu onun ifade biçiminden anlaşılmaktadır. Cümle yapısı da bunu destekler niteliktedir:
“Avukat Cezmi Bey’in bürosuna yaklaşmıştım.”[5]
“Durdum birden.”[6]
“Caddedeki kalabalığın içine bıraktım kendimi.”[7]
Cümle yapılarında kullanılan görülen geçmiş zaman ağırlık kazanmaktadır. Başka bir zaman kipi söz konusu değildir. Anlatıcının bu açıdan bilinçli bir tutum sergilediği gözükmektedir.
Anlatıcı, yollarda yürürken başını hiç kaldırmadığını, oysa bu yürüyüşten pekala zevk almanın mümkün olduğunu söyler. Daha önce de yürümeyi ne çok sevdiğini hatırlar ve bu durumu “özet”ler. Metinde bu bölümde özet kullanıldığı gözükmektedir:
“Güneşi özlemiş, ekmeği özlemiş, çayın bardaktaki duruşunu, çocukların kıkır kıkır gülüşünü, dalların yeşillenişini özlemiştim.”[8]
Aynı zamanda matbaada çalışırken kaybettiği şeyleri de bu bölümde özetlemiştir.
Metinde yer yer “ara”lardan da yararlanılır. Bu “ara”lar genellikle betimleme yapılırken kullanılmaktadır. Anlatıcı, bu sırada anlatıyı kesip çevresi hakkında bilgi vermektedir. Yer yer düşüncelerini paylaşırken de anlatıyı bölmekte ve böylelikle yine arayı kullanmaktadır.
“Peki şimdi neden başımı eğere yürüyordum yine?”[9]
“Dudakları duaya durmuş gibi kıpır kıpırdı.”[10]
“Karşımda İlyas Usta’nın gözleri duruyordu.”[11]
Metinde anlatıcının karısı başlarda gözüküp ardından ortadan kaybolmuş ve bir daha söz konusu edilmemiştir. Bunun bir “eksilti” olduğu söylenebilmektedir. Onun daha sonra ne yaptığı ve ne yapacağı düşünüşmez. Aynı şey İlyas Usta için de düşünülebilmektedir.
Hasan Ali Toptaş’ın “Yeryüzünde Bir Kerem” isimli metninin Gerard Genette’in Anlatının Söylemi’ne göre öne çıkan unsurları bunlar olarak gözükmektedir.



[1] Hasan Ali Toptaş, Geçmiş Şimdi Gelecek, Everest Yayınları, İstanbul 2016, syf: 49.
[2] A.g.e. syf: 49.
[3] A.g.e. syf: 51.
[4] A.g.e. syf: 50.
[5] A.g.e. syf: 51.
[6] A.g.e. syf: 50.
[7] A.g.e. syf: 49.
[8] A.g.e. syf: 50.
[9] A.g.e. syf: 50.
[10] A.g.e. syf: 51.
[11] A.g.e. syf: 51

7 Temmuz 2017 Cuma

Hasan Ali Toptaş, “Ah Minik Kuşum” Metninin İncelenmesi

Hasan Ali Toptaş’ın “Ah Minik Kuşum” adlı metni Bir Gülüşün Kimliği kitabında yer almaktadır. Eser, ilk kez 1987’de yayımlanmıştır.
Metinde temel olarak evlendikten sonra yaşadıklarını arkadaşı Meltem’e mektup şeklinde yazan anlatıcının yaşadıkları söz konusudur. Anlatıcı, Hakan isimli biriyle evlendiğini, bir oğlu olduğunu anlatır. Tiyatrocuyken eşinin isteği üzerine işinden ve kariyerinden nasıl vazgeçtiğini paylaşır. Eşi Hakan’ın zamanla nasıl değiştiğini, evlenmeden önce çok nazik, ilgili, anlayışlı biriyken zamanla kaba, göbekli, kendinden başka kimseyi düşünmez biri olduğunu söyler. Bu değişimi anlatırken çok pişman olduğunu, hayatını tüm bunlar için harcadığını fark eder. Üst katlarında oturan Göksen isimli konservatuar öğrencisinin onun ilgisini çektiği anlaşılır. Onun adım atışlarını bile takip ettiği gözükür.Metin, tüm bunların paylaşımıyla biter.
Gerard Genette’in Anlatının Söylemi isimli eserinde açıkladığı yöntemlerle bu metne yaklaşıldığında belirli açılardan yapısını incelemek mümkündür. Bu yazı boyunca metot olarak bu yöntemler kullanılacak ve metnin yapısal unsurları tespit edilmeye çalışılacaktır.
İlk olarak söyleme bakıldığında dolaysız söylemin öne çıktığı anlaşılmaktadır. Olaylar ilk elden, yaşayan kişi tarafından aktarılmaktadır. Anlatıcının adı bilinmese dahi kimliğini ortaya çıkaran ipuçları mevcuttur. Tiyatrocu olduğu, işini ve kariyerini kocasının isteği üzerine bıraktığı, evli ve bir çocuk sahibi olduğu, yaşadığı hayattan memnun olmadığı anlaşılmaktadır. Anlatıcı, araya herhangi birini sokmadan söyleyeceklerini belirtir. Zaten metnin bir mektup şeklinde kaleme alınmış olması da bu anlayışa paralel olarak belirtilmelidir. Dolayısıyla tüm bunlar metin boyunca anlatıcının dolaysız söylemi kullandığı, araya herhangi bir aracı sokmadan yaşananları paylaştığını kanıtlamaktadır.
Olayların yaşandığı ve anlatıldığı zamana bakıldığında da çeşitli sonuçlar çıkmaktadır. İki tür zaman söz konusudur. İlk olarak olayların kaleme alındığı ân ve yaşandığı geçmişteki süreç. Anlatıcı kadın bu iki zamanı cümle yapısıyla aslında ortaya koymaktadır. Şimdiki zamanla kurduğu cümleler o ânı, geçmiş zamanla kurduğu cümleler geçmişte yaşananları aktarmaktadır. Bu aktarımı cümle yapılarından fark edilebilmektedir:
“Doğrusu, bunca zaman sonra sana yazmak korkutuyor beni.”[1]
“Bir dakika Meltemciğim. Mektubuma biraz ara vereceğim. Ayak sesleri geliyor merdivenlerden.”[2]
“Yanlış tuşa basmaktan korkarak, ayaklarıyla kocaman bir piyanoyu çalışı yok mu, bayılıyorum!”[3]
Yukarıda verilen cümleler anlatının şimdiye taşındığı ve mektubun yazıldığı ânda yaşananları göstermektedir. İlk zamanın bu olduğu söylenebilmektedir.
İkinci olarak geçmişte yaşananların anlatıldığı bir zaman söz konusudur. Burada anlatıcının görülen geçmiş zamanlı cümle yapısını kullandığı tespit edilmiştir. Bu, şimdiki zamana göre çok daha geniş bir biçimde kullanılmıştır:
“O güzelim öğrenciliğimizin üzerinden kaç yıl geçti, beş mi?”[4]
“Daha sonra Meltemciğim, Hakan büsbütün değişti. İnceliği, sevecenliği kalmadı. Ah, ne kadar yanılmışım ben…”[5]
“Şişman bir ev erkeği, göbekli bir işadamı oldu.”[6]
“Bu tartışmalarla geçen zamanıma hep yandım Meltem, hem yandım. Sonra, … yine yandım.”[7]
Metin boyunca anlatıcı kocasını tanıttığı ve kendi gençliğini ve kariyerini bıraktığı zamanı özetler. Bu iki durumda “özet” söz konusu edilmiştir.
“Okuldan sonra, iki yıl tiyatroyla ilgilendiğimi duymuşsundur.”[8] Anlatıcı buranda sonra kendi yaşadıklarını kısaca paylaşır.
“Hakan bir şirkette çalışıyormuş. Boyu ne uzun, ne kısa. Ama, ölçülü inceliği, ‘Ben buradayım,’ diyen yansımalarıyla…”[9] Anlatıcı bu kısımda kocası Hakan’ı anlatmaktadır.
Anlatıcı, metinde yer yer “ara” vererek o ânki duygularını paylaşmaktadır. Bu aralarda genel olarak hisleri öne çıkmaktadır.
“Ah, hayatım, ömrümün en büyük yanlışıyla evleniyor olduğumu nereden bilecektim ki!”[10]
“Ah, bu mektuplar yok mu, bu mektuplar!”[11]
“Ah, Meltemciğim, ah minik kuşum…”[12]
“Ah minik kuşum, dünyamdaki bütün renklere kir, bütün seslere parazit düşürdü bu Hakan!”[13]
“Ah, güzelim, görmelisin…”[14]
“Ara” kullanılırken anlatıcının kullandığı cümle yapısı yukarıdaki cümlelerde gözüktüğü gibi belli bir şema içermektedir. Bu da anlatıcının bilinçli bir tutum sergilediğini ve belli bir cümle yapısını takip ettiğini göstermektedir.
Anlatıcı, yer yer “yineleme”den de faydalanmaktadır. Özellikle Meltem’e seslenişleri ve “ah minik kuşum” ifadesi yinelenen ifadelerdir. 
“Ah, minik kuşum…”[15]
“Ah, Meltemciğim, minik kuşum…”[16]
“Ah, minik kuşum…”[17]
Aynı şekilde “ah” ifadesi de yinelenen ifadelerdendir.
Metin boyunca anlatıcının Meltem’le dostluğu ve arkadaşlıklarının kopuşu gibi durumlar atlanmıştır. Bu, bir “eksilti” olarak kullanılmıştır. Anlatıcı bazı hadiseleri geçerek yarım bırakmıştır.
Hasan Ali Toptaş’ın “Ah Minik Kuşum” adlı metnine yapısal açıdan bakıldığında bu tür sonuçlar elde edilmiştir.



[1] Hasan Ali Toptaş, Geçmiş Şimdi Gelecek, Everest Yayınları, İstanbul 2016, syf: 52.
[2] A.g.e. syf: 56.
[3] A.g.e. syf: 56.
[4] A.g.e. syf: 52.
[5] A.g.e. syf: 53.
[6] A.g.e. syf: 54.
[7] A.g.e. syf: 55.
[8] A.g.e. syf: 52.
[9] A.g.e. syf: 53.
[10] A.g.e. syf: 53.
[11] A.g.e. syf: 52.
[12] A.g.e. syf: 53.
[13] A.g.e. syf: 55.
[14] A.g.e. syf: 56.
[15] A.g.e. syf: 52.
[16] A.g.e. syf: 54.
[17] A.g.e. syf: 55

6 Temmuz 2017 Perşembe

Hasan Ali Toptaş, “Şüphesiz Bir Şüpheli” Metninin İncelenmesi

Hasan Ali Toptaş’ın “Şüphesiz Bir Şüpheli” isimli metni Bir Gülüşün Kimliği kitabında 1987’de yayımlanmıştır.
Metinde kendisinin izlendiğinden şüphelenen bir adamın günlüğü söz konusudur. Belli aralıklarla düşündüklerini ve kendisini izlediğini düşündüğü kişileri anlatır anlatıcı. Giderek bir belirsizliğin içine düşer ve herkesten şüphelenir bir hâle gelir. Karısı ve çocukları da dahil herkese yaklaşımı değişmiştir. Bir gün banyoda kendi yüzüyle karşılaşır ve kendisini izleyenin aslında kendisi olduğunu fark eder.
Hasan Ali Toptaş’ın “Şüphesiz Bir Şüpheli” isimli metnini Gerard Genette’in Anlatının Söylemi kitabında ortaya koyduğu metot üzerinde işlemek ve incelemek mümkündür. Bu kitaptan yola çıkarak belirlenen unsurlar bu yazı boyunca paylaşılacaktır.
Metin, bir günlük şeklinde kaleme alınmış ve böyle paylaşılmıştır. Temel olarak anlatıcı aynı zamanda ana karakter konumundadır. Her şeyi kendisi dile getirmektedir. Dolaysız söylem kullanılmış, okuyucuyla arasına kimseyi sokmamıştır. Söylem metin boyunca devam etmiş, değişmemiştir. Tekil birinci şahısla oluşturulmuş bütün metin “dolaysız söylem” kullanıldığını açıkça ortaya koymaktadır.
Metinde birçok “özet” söz konusudur. Anlatıcı çevresindeki kişileri anlatırken özellikle “özet”ten yararlanmıştır. İlk olarak kendisini izlediğini düşündüğü belirsiz kişiyi düşünürken onun biçimini kafasında oluşturup özetler:
“Yüzü morg kadar soğuktur...”[1]
Metnin ilerleyen kısımlarında karısından şüphelendiğinde onu anlatmaya başlar ve genel olarak karısından bahseder, onun dış görünüşünü vs özetler.
“Bir eli çamaşırda, bir eli bulaşıkta…”[2]
Anlatıcı, kendisinin de dışarıdan nasıl bir göründüğünü özetleyerek bilgi vermektedir:
“Üstü başı istatistik, gözleri rakam yuvası… biriyim.”[3]
Anlatı boyunca Toptaş’ın kullandığı yöntemlerden biri de “eksilti”dir. Özellikle günlük şeklinde olması ve belirli sürelerin geçilmesi eksiltinin kullanımını arttırmaktadır. Aradan sürekli belli bir dönem geçer ve ne olduğu söylenmez. Günlerin nasıl geçirildiği paylaşılmaz. Bu süreler hep bir eksiltiyi meydana getirir.
Metinde yer yer “yineleme”ler söz konusudur. Anlatıcı belli unsurları metin boyunca yineleyip durur. İşittiği garip seslerden bahsetmesi bir yinelemedir. Daha önce söz konusu ettiği seslere daha sonra yine döner anlatıcı:
“… hangi seslerin endişeli titreşimler taşıdığını…”[4]
Metin boyunca kullanılan zaman anlatıcının günlüğünde belirttiği süreçtir. Her günün tarihi atılır. Yani olaylar her gün kaleme alınır. Böylelikle belli bir dönem kapsanmış olur. Olaylar her günün sonunda yazıldığından ve bir süre devam ettiğinden tek bir zaman söz konusu değildir. Olayların yaşandığı zaman yazıldığı zamanın öncesi konumundadır.
Hasan Ali Toptaş’ın “Şüphesiz Bir Şüpheli” isimli metni özet, eksilti ve yinelemeden yararlanılan bir anlatı olarak gözükmektedir. Birçok farklı unsurdan yararlanılması metnin kurgusu üzerine düşünüldüğünü hissettirmektedir.


[1] Hasan Ali Toptaş, Geçmiş Şimdi Gelecek, Everest Yayınları, İstanbul 2016, syf: 40.
[2] A.g.e. syf: 43.
[3] A.g.e. syf: 43.
[4] A.g.e. syf: 42

1 Temmuz 2017 Cumartesi

Yansılama / Yüzüme Aşkı Sürdüm

Yüzüme aşkı sürdüm,
Kalbime seni.
Benliğinin dışında,
Ne varsa,
Sildim,
Dökülen süt dişimden.
Yanılsama koyacağım adını,
Senden bahsetmeyen sözlerin,
Ki bir yanılsama hepsi.
Her şeyin özünde,
Sen varsın.
Varlığının haricinde,
Ne varsa,
Yok saydım,
Dökülen kirpik uçlarımdan.
Geçmiş acıttığında anlar insan,
Mutsuzluğunu ve
Dinmezliğini acının.
Hâlin sürgitliğinde saklı,
Aslolan mutluluk,
Çok uzun sürmese de.

16 Haziran 2017 Cuma

Kırıyorum İçimdeki Aşkları

Dönüyorum yıldızlarla beraber,
Sana doğru,
Sen ki bizim kayıp öznemiz.

Nesneleri ayıklıyorum kabuğundan.
Soyun,
Bir ben olarak kal geriye.
Yalnızca kendine ait olan,
Bir anlam ol.

Tutuyorum dolunayı yarığından,
Elin dokunmuş gibi,
Gül kokuyor,
Kimse duyumsamasa da.

Dönüyorum dünyayla beraber,
Sana doğru,
Benimki tersine,
Senden kendime doğru.

Başımı öne eğdim,
Üflüyorum içime,
Hiç durmadan,
Bana kendinden verdiğin,
Nefesle.

Kırıyorum içimdeki aşkları.
Senden başka,
Kimse yok artık,
İçimde.

İçim bir sensizlik diyârı.

Ey kapısına bekçi olduğum
ve sekiz kapıda arzuladığını bekleyen,
Sensin işte tüm eylemlere,
Anlam veren.

6.6.17 3:48

Kanlı Meclis

Güzelliğin kana buluyor her yeri
   -ne demektir güzelliğin kana bulaması
   -öğrettin tüm bunları sen bana
ve beni. -Beni. -Beni! -Beni.

Andolsun var olan her şeye ki
güzelliğin kana buluyor ellerimi
bıçakları tutan ellerin sahibi sensin
ve turuncun kabuğunda olan
soyulmayı bekleyen tarafımdan.

Efendinin içindeki saklı köle
ne zaman çıkacak orta yere
işlemelere vuran alevlerin raksında
solumalarını görüyorum
aralıksız ve derinden
soyunmanı seyrediyorum
kabuğundan.

Eteklerine yuva yapmış anka
dirim dirim üstünde duruyor
aşkın benim erincim
ve beni göğsümden tutuyor.

Mendiller aşkın sembolü
çiğniyorum hepsini
sana ait değil hiçbiri
mendillerin üzerinde yürüyorum
ayaklarımın altında yol diye su
sular üstünde yürüyorum
Nil-l-l.

Güzelliğin meclisimi kana buluyor
   -akacak kan uğramaz yüreğe
   -yüreğim uğrak yerindir senin
ve ben bu meclisin efendisi miyim
anlamıyorum
her şeyi gölgede bırakıyor
güzelliğin-n-n.

2.6.17 19:17

15 Haziran 2017 Perşembe

Buhurdan

Bu kapıldığım girdap,
Savurur beni,
Sana doğru.
Akışım sana,
Yönelişim.

Bu savruk rüzgâr,
Ne yana eser,
Senden öteye nasıl geçer?

Batık geminin güvertesinde,
Karayı gözleyen kaptan,
Demir alma zamanı, tam yol ileri.

Uykuya dalmış gözlerin,
Ayırt edemez buhurdandaki,
Yansımaları, yaslı oysa.

Yaşat kendini,
Çünkü buna muhtaç,
Âlemin gözbebeği.

6.6.17 3:51

14 Haziran 2017 Çarşamba

Sızıntı

Kalbim yerinden oynuyor
ve çatlayacak gibi
      orta yerinden.

Devir duvarları üstüme
kapanıp kalmışım
            kendime.

Dilinden ayıkla nefreti
sevgiyi kus içinden
          bana doğru.

Titrek bir hatla yazmışsın
                           ayrılığı
 harflerine alışamamışım.


6.6.2017 01:42

13 Haziran 2017 Salı

Boşluk

Bu boşluk
     ve bir başınalık
nasıl çözümlenecek
        kimseye duyurmadan
nasıl yaşanır
kendinden saklanarak
nereye kadar gider
                           insan

Tüm bu sorunsallar
        nereye dökülür
kapının bekçisidir
hangi su kabul eder
         bu küflü yarayı
ve her tarafından irin akar
          bu yosunlu bedenin

Birbirine çarpan kemiklerin
                                sesini
kim işitir taşıyandan başka
damarlarında bir hayat
                         dolaştırdığının
kim farkında
sürgit zaman insan avında

Temizle ellerindeki lekeleri
             kan çıkmaz kolay kolay
bir kez bulaştı mı insan
                           ölüme
kurtuluş yoktur inanç boyu
hele ölüm orucu boynuna asılıysa
       bir nazar boncuğu
       gibi insanın

İnsan bitimsiz bir varlık
         ve onu kim tüketebilir
kendinden başka
silinmeyen bir leke
      avuçta giderek yayılan
gittikçe derine işleyen
ve gidemeyen

Sana sığınıyorum
        insanların darlığından

Yankısını dinle
               boşlukların
boşluklara can verenin
               çok sesliliğin
               a cappella

9 Haziran 2017 Cuma

Tanrıların Kalbime Gelişi

Tanrılar uğrak yeri bildi kalbimi.
Kalbim ortadan ikiye yarılmış bir vadi,
Her köşebaşında bir pınar
ve içinde meleklerin yüzdüğü,
Sonsuz sayıda gölle donanmış.
Kalbim kaçış yeri şeytanın,
Emirlerin uğramadığı ve terkedildiği,
Tanrıların içip içip sarhoş oldukları
ve birbirlerine girdikleri,
Savaş meydanı.

Tanrıların kalbime gelişi,
Bahara denk geldi,
Her şeyin yeniden ve yeniden dirildiği
ve döngüyü orta yerinden böldüğü.
Kalbim büyük bir şölenin verildiği yer,
Yalnızlara, yoldaşlara ve yolsuzlara,
Merkezini yitirmiş insanlara.
Kalbim bir şölenin kurulduğu yer,
Cenneti müjdeleyen.

Tanrıların kalbime gelişi yeni değil,
Bir tekrarı geçmiş yaşamların,
Süregiden yollarda yinelenen.
Bitimsiz bir yol bu içimden geçen,
Buyur eden tanrıları hiç durmadan.
İç, ye ve doy tanrı kalbimden,
Sana senin verdiklerinden fazlasını veriyorum.
İç, ye ve seviş tanrı kalbimden,
Sana kalbime koyduklarından fazlasını veriyorum.

Tanrıların kalbime uğrayışı,
Troy
Üçüncü defa dirilmesidir Jesus'un,
Başarısızlıklarının ardından ve öldürülünce,
Gerilince kendinden olanlarla.
Çölde çiçek açmış gibi mutlu kalbim,
Baharda kar düşmüş gibi yaslı;
Sadece kendinden olanlarla yoldaş olup,
Her yana kendini saçmış gibi.

Tanrılar bir kalbime geliyor bir Valhalla'ya,
Ne buluyorlar içerde,
Kendilerinden başka
ve neyi alıp götürüyorlar oradan,
Yaşamdan başka?
Kendi verdikleriyle aldıkları arasında,
Bizi ne'den sorumlu tutuyorlar:
Söyle kalbim.

Tanrılar nerdesiniz, gelin kalbime,
Açtım tüm kapıları,
Ziyafetler vereceğim size,
Geyikler, ceylanlar ve oğlaklar sunacağım,
Şarap, vişne ve zeytin,
Tanrılar konaklayın kalbimde.

8 Haziran 2017 Perşembe

Mutlu Aşk Vardır

Sen benim kaçıncı terk edişimsin,
Ben bir terk-ediş hâli miyim;
Mutlu aşk vardır,
Yalnızca masallarda.

İmliyor nereye saklansam,
Gözlerin beni.
Bir imge olup demir atıyorsun zihnime.
Kuytularında sen varsın oyuklarımın,
Parmaklarımdaki boğumlarımın,
İzini sürüyor düşüncelerim.
Mutlu aşk vardır,
Yalnızca masallarda.

Bir gül de ışığını alsın gece gülüşünden.
Bir gül sun da kokusunu alsın peygamber.
Koku seni imliyor, göz ve dokunuş.
Mutlu aşk vardır,
Yalnızca masallarda.

Ceviz ağaçlarına tırmanan kediler gördüm;
Tırnak izlerini kovuklarda
ve oyuklara saklanan çocuklar,
Tanrı'dan saklanan insanlar,
Üstüme yağan dutlar, haziran başında.
Mutlu aşk vardır,
Yalnızca masallarda.

Silindi kader kitabına ne yazıldıysa,
Sana verdim kalemi, yeni baştan yaz beni.
Yaz beni kendinden türeterek;
Zira ben üremesiyim benliğinin,
Zira ben çoğalmış hâliyim aşkının.
Mutlu aşk vardır,
Yalnızca masallarda.

Gözlerin bir denizfeneri ışığı boğazıma takılan.
Bir buz kütlesi yüreğin içimi soğutan.
Yoğuşma ve yoğunlaşma hâli aşkım.
Uçup göklere karışma.
Mutlu aşk vardır,
Yalnızca masallarda.

Sen benim kaçıncı dönüşümsün,
Ben bir eve-dönüş hâli miyim;
Mutlu aşk vardır,
Yalnızca masallarda.

7 Haziran 2017 Çarşamba

Timuçin'i Öldürdüm Aşkından

Ben bu bacadan sığamıyorum düşemiyorum içeri
pencere pervazını aç perdelerini arala
gireyim içeri rüzgârlara karışıp
bu titreme tüller arasındaki benden bir nişane
her ürpermen bedenine değen öpüşlerim
kapa kapıları çek perdeleri gören olacak artık
ben giriyorum ve doluyorum içeri
odan bana yetiyor artık.

Bir kuşun kanadına yerleştiriyorum seni
yola çıkıyorsun vaat edilmiş topraklara doğru
bir almaca sahip misin bir gözgüye
nerden bileceksin neresinden tutacaksın zamanı
ben kesip biçiyorum oysa senin için
hangi kapı cennet hangisi cehennem nasıl bulacaksın
kapı tokmağına dokunmadan sıcaklığı nasıl hissedeceksin
ellerini uzat ve dokun tenime dokunur gibi boşluğa
ben boşlukta sana uzanacağım.

Şimdiki zamanı belinden kavrıyorum
geçmişi belleğimden önüne boşaltıyorum
ellerini dişlerini sözlerini ve rengini döküyorum
geleceği aşkından var ediyorum
geleceğin mevcut olmayan olduğunu biliyorum
sana söylüyorum
seni öpüyorum.

Kalemim bilenmeye muhtaç gözkapaklarım düşmeye
yanaklarım yaşlanmaya gözaltlarım eskimeye
yüzüm eskimeye muhtaç, tenim
oysa zamanı eksiltemiyorum bir türlü
ne kadar söylensem de.

Atlılar geliyor üzerime doğru Timuçin zamanından kalma
nasıl buldular beni nerden geldiler buraya
Maçin öte tarafta Maçin öte tarafta gelmeyin üstüme
doğu öte tarafta doğu öte tarafta istila etmeyin beni
âh, korkuyorum istilaya uğramaktan
giysilerimi değil seni barındırdığım düşlerimi kaptırmaktan
bir Moğol sürüsü geçiyor üstümden
ele vermiyorum seni taşıyorum kıvrımlarım arasında
Timuçin'e selam söyleyin selam söyleyin diye bağırıyorum
gidiyorlar gidiyorlar ve bir daha gelmemecesine kovuluyorlar
ihtişamlı devirlerinde olmadıklarını ve Timuçin'in öldüğünü
yeni anlıyorlar.

Bu benim hanım bu benim hanım diye gülüyorlar
aman ne güzel monarşinin her sözünün güzel olduğunu düşünüyorlar
bırakıp kaçıveriyorum güneşe doğru güneş ne yanda
tutsak kalıyorum aç kalıyorum çıplak
güneş ne yanda onunla doyup giyinmek istiyorum ışığıyla
ağıyorum kapana kısıldığım kara odada
kirece boyanmış duvarların içinden geçiyorum
ve çatı katında kendime rastlıyorum.

Şimdiki Zaman Şiirleri: VII
19.5.17 00:00

6 Haziran 2017 Salı

Tüm Kırmızılar Senindir

Gülmüyorum gülmüyorum sadece tebessüm ediyorum
korkuyorum ve sana bir gül uzatıyorum
gülümü alıp savuruyorsun suya değil taşa
kızıla çalıyor rengi mermerlerin
göğün rengini kızıla boyuyorsun
böyle güzel boyamayı nerden biliyorsun
gülüyorsun gülüyorsun avuçiçi kadar gülüyorsun
sonra beni boynuna cevşen diye asıp
türbe türbe dolaştırıyorsun.

Gümüşsün gümüşü tenine yakıştırıyorsun
al al almaları dişlerine değdiriyorsun
dişlerin beyaz dişlerin asr-ı saadetten kalma
al almalarla beraber Havva'nın yatağından kalma
al boğazımı al boğazımdan âdem elmasını
bir ısırık hepsi bir dokunuş mesafesinde
gümüşsün parmaklarını gümüşle donatıyorsun
kanımı içtikçe kendine geliyorsun.

Bir tellal çığırıyor hiç durmadan geceler boyu
nerde başlıyor yasak nerde özgürlük
iki yaka arasında mekik dokuyorum hiç durmadan
ipek böcekleri kıskanıyor beni
dokuyorum sevgini hiç durmadan
kozaların en güzelini sana seçiyorum
hiç insan eli değmemişini.

Deli gibi kıskanıyorum giysilerini bir bilsen
sana sonsuz dokunmanın hazzını yaşıyorlar bir bilsen
yasaksız zamansız sınırsız örtüyorlar seni
hesapsız kitapsız savunmasız dokunuyorlar sana
deli gibi kıskanıyorum seni
deliriyorum ve parçalıyorum giysilerini en kör noktasından
dokunuyorum dokunuyorum ve dokunuyorum sana
parçalıyorum seni tam göğsünden
öpe okşaya saçlarını en dibinden.

Akik taşı merdum reçine yeşim
parmakların Gazi devrinden kalma hep bir yöne sabit
gözün Horus'tan bir alıntı
böğürtlen ahududu karadut
tadın tüm kırmızıların toplamı
en sevdiğim kırmızıların
ve kızılların.

Şimdiki Zaman Şiirleri: VI
16.5.17

5 Haziran 2017 Pazartesi

Köleler ve Efendiler

I
Dikkat edin evinize aldığınız kölelere
güzelse şayet
tahtından eder mülk sahibini bile
dikkat edin kapınızın bekçilerine
yerinden yurdundan eder
firavunları bile.

II
Dikkat edin evinize aldığınız kölelere
olabilir peygamber bile
güzelse şayet alıverir
kalbinizi bile.

III
Güzelliğinin zekatını ver
terazi ölçebilirse eğer
güzelliğinin bedelini ver.

IV
Bir köle, köleden daha fazlasıdır
zaman belirsiz
ve mekân Mısır'sa şayet
bir köle, köleden daha fazlası
yüreklerin kutbudur.

V
Evine kaybedişi kendi sokan efendi
adını kendi elleriyle kazıyan
sarayının duvarlarından
ve teslimiyeti kendi üreten
tükettiği altınlardan
nerededir?

VI
Dur orada
kölenin efendiliğini seyret
efendinin yitimini
ve yitimsizliğin yücelişini
kapı kollarındaki altın işlerinden
ve oyuklarından yüksek sütunların.

4 Haziran 2017 Pazar

Nefertiti

Nefertiti
güzellikten gelen
   -ve yine ona dönen
kimseye duyurmadan
ve kimse işitmeden
öldürülen

Nefertiti
   -her güzellik cezalandırılır
   -her aşkın cezalandırılışı gibi
hangi ölüm zordu
yaşarken kaybettiklerin mi
öldürülürken kaybetmekte oldukların mı

Nefertiti
gömülsen de krallar vadisi'ne
eşsin tüm ölülere
ölümün herkesi eşit kıldığı dünyada
altın tozları ışıtmaz kemiklerini
   -yalnızca aydınlığa gülümsetir mezar odanı

Nefertiti
   -hiç erkek doğuramamak nedir
   -hiç erkek yaşatamamak
bütün erkeklerinin senden önce ölmesi
kefareti midir
güzelliğinin
   -eş mi zordur oğul mu

Nefertiti
ensenden kan damlıyor
tutup onları bir çanağa dolduruyorum
ve tekrar dudaklarından içeri
boşaltıyorum
kanın dursun damarlarında
yüzünü soldurmasın daha fazla
   -rengi uçuyor bedeninin
   -kansızlıktan değil
   -soy bitiminden

Nefertiti
ne zordur tahtı bırakmak
boşluğa
ne zordur tahtta oturan için
varisin yokluk olması
ne zordur bir firavuna
yeni bir firavun verememek
   -kaderi midir Mısır'ın
   -firavunların firavunsuz bırakılmaları
   -her hanedanda istisnasız

Nefertiti
oğul doğurmak da zor
firavun olacaksa
anlat
   -bir firavun nasıl doğar
   -bir firavunun bir oğuldan farkı nedir
bilirsin sen
güzellik nelere kâdirdir

Kadim Mısır Üçlemesi: III

Ancksunamun

Ancksunamun
sil gözyaşlarını yüzünden
   -bir damlası taşı eritir
   -bir damlası ölüm kitabı'nı getirir
   -bir damlası hayatı değiştirir
ki sen düşersen gökyüzünden
tutacak kimsen yoktur
benden başka

Ancksunamun
kavra bileğimden beni
tut çek yukarı
düşüşüm sert ve yalın
sensiz
   -ellerin buz gibi
   -avuçların boşluğa bakıyor
   -ellerin nerde
düşüyorum

Ancksunamun
ölüler beni çekiyor
   -gözlerin beni yaralıyor
gidişin mühim değil
bıraktığın acı kadar
   -gidişin beni öldürüyor
gerisi mühim değil
bıraktığım taht kadar

Ancksunamun
ellerinden firavun kanı akıyor
   -bırak artık hançerini
   -zamanı geldi
   -soyun kimse gelmeden
dudaklarından kanım damlıyor

Ancksunamun
herkes sessiz
biz çığlıklar atarken lahtin kucağında
   -her aşk cezalandırılır
   -her aşk öldürülür
   -her aşk yadsınır
dirilişi bekle
benden
ellerim açar tüm kapıları

Ancksunamun
düşünme benden başka bir şeyi
bırak böcekler kemirsin bedenimi
dirilişi getireceğim senin için
   -sunacağım
   -yalnızca sanadır
   -sonu olmayan aşkın şarkısı

Ancksunamun
ben düşerken de
yukarıdasın
ben yukarıdayken de
   -nasıl başardın
   -hep hayatta kalmayı
   -ben her seferinde yeni bir ölümü tadarken

Ancksunamun
   -her aşk cezalandırılır
   -bazen
   -mâşukça

Ancksunamun
kulağıma çarpar antik Mısır dili
dilim dişime değer hiç durmadan
sesler ne kadar sert
dokunuşların gibi
   -sesler ne kadar sana benzer

Ancksunamun
dudakların altın madeni
onları işleyeceğim
   -aşk cinayet işler
   -ve bunu sever
   -acı erkeğe kalır
   -ölüm kitabı'nda anılan

Ancksunamun
   -ve bu aşktır
   -kendini var eden
   -kimseye gerek duymadan

Kadim Mısır Üçlemesi: II

1 Haziran 2017 Perşembe

Ankhesenamen

Ankhesenamen
ne gizemli şeysin sen
   -döndün babanın dininden bile
Ankhesenamen
ne büyülü şeysin sen

Hitit sarayını görmeyi dilerken
   -yolda öldürüldü prens
   -yolda öldürüldü genişleyen kaderin
çıkmaz sokaklarındasın, Amarna'nın
   -ay'ın ellerinde durakalan zaman
   -öleceksin ve bulunmayacaksın

Ankhesenamen
ne gizemli şeysin sen
   -baban bile tanımıyor seni
   -kocan bile (hangisi?)
   -çocukların bile

Ankhesenamen
   -tanıdığın herkes senden önce ölüyor
hangi büyüsüne eriştin antik Mısır'ın
fetüsler geçmişini karartır
ve gerçekleşmeyen düşlerini gösterir
bir firavun yatağından ötekine
ne kadar zamanda erişilir

Ankhesenamen
anlat tüm sırlarını sarayın
yatak değiştirirken aynı zamanda
hanedan değiştirdin
ve her seferinde yeni bir firavunun
yatağının gözbebeği oluverdin

Ankhesenamen
   -babandan yüz çevirdin
   -iki fetüsten
   -Aten'den
ve benden
oysa ben
kimim
tül
Teb'de

Kadim Mısır Üçlemesi: I

28 Mayıs 2017 Pazar

Umulmadık Zamanların Bekçisi

"umulmadık zamanların bekçisi oldum, ve artık yoruldum"

Yoruldum,
umulmuş zamanların koynunda
bir ala geyiğin yanında
yoruldum
her gün aynı yitimi yaşamaktan
ve avcı olup avlanmaktan
yine de koştum
hiç durmadan.

Yoruldum,
boynunun en güzel yanında
yüzmeye çalışırken kanında
dokunamadığım parmak uçlarında
alevlendirirken aşkı yenibaştan
bitimsiz duygular diyarında
hiç durmadan
sana koştum.

Yoruldum,
boğazının geçit vermez oyuğunda
aşkın bin bir renge boyandığı
şehr-i kalp diyarında
dolanıp durmaktan
ve sana duyurmadan
kalbine doğru sefere çıkmaktan
hep hoşlandım.

Yoruldum,
yorgunlukları içime taşımaktan
sana öznelliğimi sunarken
her şeyi sana yormaktan
ve her yoruşumu
sözlerinle incitmenden
ve her incitmeni
aşkın güzelliğine yormaktan
hiç durmadan
sana döndüm.

Yoruldum,
ama yorgun değilim
yoruldum
ama düşüş değil bu
yükselir âşık hiç durmadan
ve kalbine döndüğüm her sabah
yeni bir başlangıçtır
her yeni güne yeni umudun
ve "ben
kölesiyim
umulmadık zamanların bekçisinin
yorulmak bilmeyen".

...
ve her sabah
kalbine
yeniden döneceğim
evini seven
biri olarak

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Grace'e Mektup

Grace'e;
Söze nereden başlamak gerekiyorsa ben oradan başlamıyorum Grace. Grace, ne güzel ölüyorsun Grace, dayanamıyorum. Ne kadar dayanıksızım ve hemen eriyorum. Çaya değdirilmiş bir küp şeker kadar çabuk eriyorum. Ne güzel ölüyorsun Grace, gördüğüm en güzel ölüsün. Daha önce pek ölüm görmedim ama gördüğüm en güzel ölüsün. Kırmızıya değiyor beyaz, mendilin ne kadar güzel. Mendil olmasa da o ne fark eder, ben onu mendilleştiriyorum. Sesini işitemiyorum ölümünün yıldırımlardan ama ne güzel hissediyorum damarlarıma sızarcasına. Ölümün kanıma karışıyor Grace ve ben seni dolaştırıyorum damarlarımda kan diye. Uçan balıkları tutup besliyorum, en güzel yemleri önüne koyuyorum, bir tanesini evimizin kapısına bağlıyorum, balıkları sevmesem de senin için katlanıyorum. Söz vermiştin, tutmadın ama anlıyorum seni. Gerçekten anlamak mümkün değildir ama anlıyorum seni. Grace ölümü anlıyorum ve dayanamıyorum. Küpün değdirildiği çay gibiyim ve eritiyorum bana dokunan ne varsa. Ölüm içini ısıtıyor mu, fazla üşümüştün yaşarken. Ben hangi ölüye aitim veya hangi canlıya, ben niye hiçliğe aitim Grace, tutamıyorum. Hiçliği tutamamak beni çıldırtıyor Grace, belki içimde dokunamamanın hasreti var. "Hasret" değil "özlem" benim kelimem ama hasretim demek geliyor içimden çünkü kelimelerime kadar sirayet ediyorsun. Ölünce yazdıklarımız da peşimizden gelecek mi, söylediklerimiz geliyor-muş. Ölünce her şey peşimizden gelmesin, burada taşıyamadıklarımı ötede taşımak zorunda bırakılmayalım. Yeter Grace, yeter ama ölmek ne kadar sürer; bir ân mı saniye mi dakika mı saat mi yıl mı ömür mü? Bir ölüm ne kadar sürer anlat bana sen biliyorsun ben hiç öğrenmedim bunu. Yaşarken zor öğrendim hep parçalandım ve parçaladım ve bütünlük nedir hiç bilmedim. Parçalanmışlığımı al Grace, bana yalnızca kendini ver. Nedir en zor alışveriş, insana en pahalıya mal olan şey nedir Grace; ben seni almak için ne verebilirim, lirim yok, lirim yok, sen gitmişken nasıl döndürebilirim? İnsan en zor aşkı mı alır yoksa ölümü mü, ikisi birbirinden ayırt edilebilir mi, nedir bu dümenin suyu nerden gelir, anlat bana bir bir. Hayatım gibi rüyalarım da boş, gel ve anlat bana. Her şeyi yansıtan zihnim neden seni alıkor, ben nasıl değebilirim sana Grace, anlat bana. Senin anlattıklarına öyle çok ihtiyacım var ki. Çayla küp şeker arasında kalmış çay bardağıyım, sadece seyirci. Grace dur, Grace dur, söz vermiştin! Söz vermiştin anlasana. Bir ân duruş ve bakış. Bana mı yoksa boşluğa mı; insan ölmeden önce zihninden en son neyi geçirir, bu önemli değil; sen ölürken en son ne düşündün, bu önemli; anlat bana ihtiyacım var sana. Yüzünü silen mendil olayım Grace, yüzünü silen bez parçası, dokunayım sana, bırak dokunayım sana, içimde dokunamayışların yarası açıldı, derim dökülüyor dokunamamaktan. Bu yıldırımlar, yıldırımlar, yıldırımlar, şaklayıp duruyor karşımda bu yıldırımlar. Hep ölümü mü haber verir bu yıldırımlar. Korkuyorum vurdukça evimin üstüne durmadan. You promised. Ben iki dilli değilim, sana her şeyi kendi dilimde anlatsam yine de anlar mısın Grace? Biraz süt ver bana ama dudaklarından. Mutfaktayız ve ölmene daha çok var-dı. Ölmene daha çok varken öleceğini düşünmeden ölümün gerçekleşeceğini bilmek, ne tuhaf şey şu ölüm ve sen ne güzel ölüsün. Biraz süt ver bana ama dudaklarından, ancak böyle eriyorum. Hiç yaşlanmayacak olmak ne demek bunu ancak sen bilebilirsin ben çürürken. Ritmimi kaybediyorum.



Kendi Trajedim Yetiyor Bana

Zamanı tut esniyor her yanından kara deliklere doğru
kara delikleri tut esnetiyor mekânı boşluğa doğru
taşarsak boşluğa her taraf varlık dolacak tutun
yoklukta güzeliz böyle, kaldıramayız daha fazlasını
bu kadar masal yeter
kara deliklerin içini doldurun taşıyamaz daha fazla
buhran geçirir bir gün o bile.

Duayı tut dilim genleşiyor sahibine doğru
sahibi gülüyor durmadan kime doğru
ölüler mutlu, ölüm mutlu hayatın yanında
tekrarlar götürüyor loş ışıkta anlamsızlığın yakınına
ölüm saçıyor sakatlık saçıyor felç saçıyor zaman
tutup indirin tahtından
yerine geçirelim üveyzamanı.

Elması kümese saklarsan kalbini güveye
kemirir hiç durmadan kurtlar yüzeyi bileye
bir kavağın sert şaklamalarını dinler gibi
mezarlıklarda da olur kavaklar selvi gibi
selvi mi servi mi yoksa gönül seli mi
mezara dost olan o bitimsiz aralıkta
biri deyiversin bana
kim ölünün bekçesi öteye geçince.

Kendi trajedim yetiyor bana fazlasıyla
aç avuçlarını
birkaç şeker koyacağım içine biraz trajedimden
aç avuçlarını
içine biraz bayram koyacağım biraz mezar ziyareti
nasıl birleştirmişler tüm bunları anlamak güç
kendi trajedim yetiyor bana
al istersen biraz yeter sana da.

Kandiller söndürdüm hiç durmadan derinden üfleyip
derinden üflemezsen sönmez kandiller sönmez doğumgünü mumları
derinden üfle, derinden üfle ve söndür güneşi de
yakayım bir kandil gibi güneşi yeniden
koyayım gece başucuna da korkma rüyanda
uyanırsan ben gökte dolanıyor olacağım yıldızlar arasında
gezinmesin hiçbir kötü düş ve yorumu yıldızlar arasında
tepelerim yaklaşan olursa uykunun arasına
uyu sen ben aydınlatacağım güneşi.

Titriyor ellerin çünkü korktun taşımaktan geceyi
zordur taşımak bilirim geceyi
doldur torbana günleri al alabildiğin kadar
ama bir gece milyon güne feda
elveda, milyon günle vedalaşmadan sen
ben sırtlanırım geceyi
elveda, milyon gün ve bir gece.
"Sonsuzluk ve Bir Gün"...

Şimdiki Zaman Şiirleri: V
16.5.17 2:52

23 Mayıs 2017 Salı

Kalbimin Eleği Süzmüyor Artık

Bir yılanın peşindeyim sarı bir yılan
derisine güzel derler ama korkutur beni sarı bir yılan
yol yol derisi, her yanda ondan bir parça
bir parçasını bırakmış baktığım her yanda
sarı yılan, sarı çıyan, dön git buradan
korkutuyorsun tüm çocukları hakkın yok buna
âh, hakkımız yok öldürmeye çocuklarını da.

Kimin laneti bu sarı yılanın mı çıyanın mı
iğdiş etmeyin artık bırakın kalsın öylece
bırakın kalsın tek parça
her yarım yanında onlarca bütünü eksiltiyor
iğdiş etmeyin düşlerimi bırakın kalsın
her erken uyanış binlerce mutu götürüyor
giden her mut koynunda kutu öldürüyor.

Tut sev beni işte süt koyarım eşiğine kapının
içer sarı yılanlar içer kana kana her vakit
beslerim evinin yılanını koynumda bile
korkarım, korka korka beslerim sütü dilimle verip
sunarım odamızın bir parçasını da ona
tut sev beni bakarım evinin yılanına bile
et koyarım sunağına her gece etimden kesip
etimle etlendirir sütümle beslerim
verirdim gözyaşlarımdan da ama tuzlu, âh
yakar onu, yakar sarı yılanı bile gözyaşlarım, âh
tut sev beni muhtacım.

Eğilmiş eleğin telleri iyice süzmüyor artık
kalbimin eleği eğilmiş iyice süzmüyor artık
kanım bozulmuş dolaşır damarlarımda
damarlarım taşır yorgunlukları
kalbim ayırmıyor artık.

Derdim acılardan bir buket al koydum önüne
için açılsın yerken bedenimi koydum önüne
al bu kadehteki kanımdır
al bu ekmekteki etimdir
al işte bu nefesteki de tanrımdır
tut tüket hepsini
derdim acılardan bir buket koydum önüne
içine çektiğin cinsiyetimdir.

Şimdiki Zaman Şiirler: IV
16.5.17 2:30