25 Haziran 2015 Perşembe

Saydam Kule

Saydam kulesi hafızamın,
Eriyip duruyor.

Yolu kesik, dokunuşların;
Perdeler var aramızda,
Bir türlü aralayamadığımız.
Saydam kuleden üstümüze dikilen,
Camsı bir nazar var,
Her şeyi gören;
Bilen, tüm bilinebilecekleri.

Tırmanmak istenen kule,
Kapanlarıyla dolu, insanın,
Benliğin.
Eller var kıyıda boğaza yapışan,
Diller var sözcükleri kuşatan
ve bir hayalet bekler insanı,
En sevilenin izdüşümünü taşıyan,
Kör şeytan,
Kalemin mi ucu bilenmiş?

Saydam kulenin gözleri,
Aktı önüme.

24 Haziran 2015 Çarşamba

İhaneti Ören Kadın

İhaneti ören kadın, desem sana bakırdan örümcek ağlarıyla,
ki yırtılmaz kumaşlar dokursun tanrı dediklerinin tezgâhlarında,
Her dokunuşun bir zırh olur kutsar tenimin en hassas köşesini,
Durup dinlenmek bilmez yoluna devam edersin dilinde âhlarca sövgüler.

İhaneti ören kadın, diye yazar tarih ilk babadan son oğula dek,
Kleopatra dedikleri sen, Havva dedikleri sensin, Brütüs kılığına giren,
Yazgıdaki tüm ihanetlerin imgesisin zihnimin yansımasına düşen,
Sonu hiç gelmeyen döngümün kilit noktasısın ağırlığınca kadın, altın.

İhaneti ören kadın, kendisine çarşaf diye serdiği sözcüklerden yatağı üzerine,
Güç alan Aphrodite'nin tunç yüreğinden, gümüş göğüslüğünden gösterişsiz,
Süt emziren yolunu kaybetmiş tüm çocuklara büyüsün diye çınarlar gibi,
Büyüsün de yeni ihanetler örsün diye senin eşsiz zincirine densiz, mesnetsiz.

İhaneti ören kadınım, sonra seren insanoğlunun üstüne el çabukluğuyla,
Her ilmeğine değişmeyen kaderini işleyen âdemoğlunun, kıvrak hareketlerle,
Jesus da deseler İsa da, ihanete uğratan daima, Yahuda da olsa yılan da,
Hep bir bıçak parlar durur sırtımızda, göğsümüzde elimiz hep bomboş.

Oysa cezasıdır Yaratan'ın oğul Sadakat'e, İhanet'i kucağında taşımak.

6 Haziran 2015 Cumartesi

Venüs Tutulması

Her doğum bir düştür yeniden başlayan, bugünün kutsanmışlığına,
A.'ya.

Troya'nın yırtılan duvağından gelinlik dikerim sana,
Andromakhe'nin ağıtlarından inciler dizmek var oysa kaderde,
Söylemediğim her sözü tutup götüreceğim ölümle beraber,
Hades bile konuşturamaz beni üç dilli çatalıyla.

Solomon'un kuşunun yolu kesilse de yine yerine ulaşır kanlı bitik,
Boy veren al güller esen rüzgârla beraber işaret eder onu,
Savrulurken yokluk çemberinin merkezine hayat dedikleri solukluk,
Satırlar yazmak isterim sana yetmez bunu denkleştirmeye ellerim.

Ölü bedenin üstünde dolaşan kurtlar seve saya nasıl yaşayıp giderse,
Ölü yiyiciler nasıl kemirirse hiç düşünmeden üzerinde durdukları bedeni,
Tapınmadan, ant içmeden, yalvarmadan yoksun kişi nasıl sürüp giderse hayat tarlasını,
Boy vermemiş ekinlerimi tohumlarıyla beraber ateşe verip gideceğim ben de.

Venüs'ün gönlüne doğru giderken ben savrulursam eğer bir köşeye,
Aphrodite lanetlerse beni âşk toprağında, üzerime kargılar kusarsa ateş gibi,
Dileğim gerçekleşmezse eğer ben ölürsem oklarıyla Bozgun'un apansız,
Yine dudaklarımda yer alır tadı ruhunun, zikredilmişliği dilimde adının.

Nasıl kazırsa taşlara en güçlü çekiçlerle yazgıyı Yollug topallamaksızın,
İşlenir tunçtan levhalar gibi içime sırları sırrının, her harfinde bin giz,
Bir söz söylersin bin göz dikilir üstüne her hâlinde vardır kutsanmışlığı Jesus'un,
Öper koyarım başım üstüne mushaf gibi ellerini, sürmeli gözlerinle yolu aydınlatan.

4 Haziran 2015 Perşembe

Ölen Tanrılar Sundum Avuçlarına

Ayağının altına nice Zeus'lar serdim basma diye kara toprağa yalınayak,
Ne Ra'lar astım boynu bükük, aydınlatamıyor diye dünyayı senden daha çok,
Öldürdüğüm Amon'ların hiçbiri layık değildi tapınağa senin kadar,
Ben senin uğruna ne tanrılar gömdüm cehennemin sonsuz derinine.

Tapınaklarda diz çökmüş sayıklarken insanlar utkuları fena halde çözülmüş,
Sağa sola yönelirken vücutları sürekli tekrarladıkları sözlerle köhnemiş,
Artık son nefesini verirken Aztek sarayının tepesindeki boynu kesilmiş,
Ben tanrıların hepsinin boynunu vurdurdum Tanrı Dağı'nın sonsuz enginine.

Sebep yokken kurban ettiklerinde insanları Girit'in yıkılan mahzenlerinde,
Yerden göğü saran ne sallantılar kopuverdi feryat figan bağıran eşler gibi,
Hiçbiri yol gösteremiyordu varmak için mutluluk dedikleri o nirvanaya,
Ben yolunu yitirmiş tanrıların hepsinin dilini kopardım bir kitabın sonsuz dizgisine.

Gitme zamanının geldiğini anladığımda kendimi teslim ettiğim suskunlukta,
Ölen tanrıları düşündüm tutup sayıkladım hepsinin adını belli belirsiz,
Hepsinden sıyrılıp kayboldum kendi enginimde, buldum içimdeki sonsuzlukta onu,
Ben ne tanrılar gördüm, hepsi utançtı tanrılık söylevleri kadar, sundum kurban diye sana.

Nemrut'lar serptim avuçlarına tutam tutam.

3 Haziran 2015 Çarşamba

Sunakta Meryem

Bakire Meryem'imsin avuç avuç bekâret sunduğum aralıksız,
Sunağında nice erkeklik yaktım her biri sana armağan,
Yolunu yitirmiş denizcileri ulaştırdıkça sığınmak istedikleri limana,
Hepsine bir pusula verdim yolunu kaybettiklerinde seni işaret eden.

Üzerime kilitlenen kapıların anahtarını bulmak için her dalışımda,
Dibini göremediğim denize, her kırıp döküşümde cam gözleri,
Tepegöz'ün mağarasında her uyanışımda kötü kâbuslardan,
Yalnız bir umulmuşluktur içime düşen göğün sisleri arasından.

Kara bulutların hepsi yağmur taşımaz anladım son nefeste,
Bilmediğim ne varsa aslında hepsi boşlukmuş anladım söyleyince Yaratan,
Kefen dedikleri sadece bir bez parçasıymış ona anlam veren insanmış,
Anladım yine de ne varsa yeryüzünde ben hepsinden katman sıyırarak.

İki kere iki dört eder dediğinde biri veya Ayten eder dediğinde öteki,
Ben yalnızca seni koydum hepsinin yerine, söylemlerin içine,
İşledikçe bakırın üstüne motiflerini usta, yetiştiremediğinde artık çıraklarını,
Hepsinin mirasını ben devraldım tüm nesli tükenenlerin yükünü.

Sunakta Meryem'imsin her gün üzerine adaklar adadığım paha biçilmez,
Gecenin en koyu karanlığı çökmüşken üzerime gözlerimi doğuya dikip beklediğim şafak,
Annesini kaybetmiş ağlayan çocukların hıçkırıklarına karışan yaşlarsın durmak bilmeyen,
Yine sunakta Meryem'imsin benim ruhumu tereddütsüz avuçlarına bıraktığım.