31 Ağustos 2013 Cumartesi

Aforizmalar IV

  • Gün geceye döndü, gece güne dönmek için yarışta. Sende dön bana ki döngü tamamlansın.  
  • Dönüşelim birbirimize, bir olalım, bölünemez, teklikte birleşelim. Çoğullanmayalım.  
  • Uykuda veya değil, seni görebilmektir yaşam, seninle olmaktır yaşamın sırrı.  
  • Senin gelişin yok sayar diğer gelişleri. Sen öyle bir gelirsin ki başka neyin geldiğini görmem. Belki kıyamettir belki saadet.  
  • Saadet, senin ellerin kadar sıcak bir düş. O düşe ermek için badeyi içmek gerek. O bade ki dudakların bir kadehtir.  
  • Kevseri tatmış gibi bir hâlin var. Sana susayışımın kaynağıdır sularının berraklığı.  
  • Tuba ağacının meyvelerini yemiş gibi bir durumun var. Sana acıkışımın nedenidir.  
  • Yeni düşünceler akmalı beynime ve içimden dışarı çıkmak için boğuşan sen'le ilgilenmeliyim biraz. 
  • Sevgiyle bak, beni gör, bana beni anlat, ben ki sadece seni anlatmasını bilirim.

Hayat Ertelenmez

Ömründen çalarmış hep, yarını bekleyenler. Hayat ertelenmez..

Hiçbir şey ertelenmez aslında.
Ertelemek neye yarar ki, insanlar bilmez.
Ertelemek geciktirmektir.
Geciktirmek ise ölümsüz gibi davranmaktır.
Oysa kimse ölümsüz değil.
Ölümsüz yaratılmadık ve yaşamımıza süre biçildi.
Ölmeye geldik.
Nasıl öleceğimize değil, nasıl yaşadıktan sonra öleceğimize karar vermeye geldik.
Doğduğumuz gibi, ölümü beklemeye geldik.
Doğuşumuzu başkaları bekledi, biz ölümümüzü beklemeye geldik.
Hazır olmaya geldik ölmek için.
Hazırlık yapmaya, hazırlanmaya, yaşamaya geldik.
Şimdi yaşamaya geldik, sonra yaşamaya değil.
Sonrasını bilmezken, geçmiş arkada kalmışken, biz şimdiki zamana geldik.
Şu an olup biteni yaşamaya geldik.
Ertelememek için geldik.
Ölümü erteleyemediğimiz gibi.
Kim erteler yaşamını?
Yaşamak isteyen ona koşsun.
Yaşama koşsun hiç durmadan, yaşam bizim için.
Bize verildi, bizden alınana dek.
Kucaklasın onu ve bırakmasın hiç.
Ömür hırsızlığına bedel değildir hiçbir hırsızlık.
Ertelemek çalmaktır herkesten.
Biraz kendinden, biraz insanlardan.
Hep yok etmektir; geleceği de, geçmişi de.

30 Ağustos 2013 Cuma

Sensiz Harfler

Sensiz harfler dizdim yan yana.
Çok iğreti durdular oysa.
Hepsi seninle durmak isterdi yan yana.
Seni anlatmak isterlerdi, sensizliği değil.
Yan yana gelmekten çekinir gibi bir halleri var şimdi harflerin.
Sensiz harfler giderek çirkinleşmekte.
Epeyce çoğaldılar bu vakitlerde.
Kendilerini bilemez oldular artık.
Varlık, bir insanı çepeçevre kuşatmalıdır.
Senin varlığınla çepeçevre kuşanmalıyım bende.
Birleşmek, insanlığın doğasındadır.
Seninle birleşmeli artık yollarımız.
Sensiz harfler birikti her yanımda.
Sen olamayan bir sürü cümle türedi.
Sana benzemek isteyen bir sürü harf var.
Hepsi seni anlatmak ister.
Anlatmak isterken seni anlatamayışım bundandır.
Kelimelerin aciz kalışı.
Tıpkı benim sensizken acizleşmem gibi.
Senden uzakken yitip gitmekte bütün harfler.
Hepsi giderek sessizleşmekteler.
Sensiz harfler, harfliklerini yitiriyor.
Hepsi birer sessiz çığlığa dönüşüyor.
Hiçbir kelime oluşmuyor artık.
Hiçbir cümle kurulamıyor.
Yan yana gelemiyorlar artık.
Önce senin gelmeni bekliyorlar sabırsızlıkla.
Sen gel önce, senden sonra gelecek harfler.
Kurulacak en baştan yeni cümleler.
Hatırlanacak bütün kelimeler, işaretler.
Sen gel artık, harflerde gelsin senle.
Sensiz harfler iğreti, yosunlu, eskimiş, kör.

29 Ağustos 2013 Perşembe

Dudaklarında Saklı Dünya

Dudaklarına Dair 3 Paragraf

Dudakların bütün renklerin dışında kalan ve adını henüz benim bilmediğim bir renkte, Yaratıcı'nın belki de senin dudakların için yarattığı bir renkte gülümsüyor bana. Kıvrımlarının inceliğinde kaybediyorum kendimi. Uzayıp giden yollar gibi aslında, yol uzadıkça insanın bu yolda kendini görememesi, nereye varacağını bilememesi. Dudakların henüz yolunu bilmediğim bir toprak. Almasy'nin çizmesi gereken bir harita belki de, henüz çizilmemiş yerler. Dudaklarında seyahet etmek istiyorum, orada yolun tam ortasında kalakalmak. Dudakların içinde beyaz kuleleri saklayan bir gece örtüsü aslında. İçindekileri tamamen kapatıyor. Gece ve gündüz gibi dudakların. Bazen birleşiyorlar, bazen ayrılıyorlar birbirinden. Bazen seher vakti gibi birbirine en yakın anı alıyorlar. Hiç bilmiyorum dudaklarının haritasını. Ne vakit gece ne vakit gündüz olurlar? Benle konuşurken hep keskin açık olmalılar, bensiz birleşmeliler, sessiz kalmalılar. Dudakların ben yokken bütün kelimeleri yutmalı. Bütün harfleri öldürmeli içinde, hepsini hapsetmeli, hiçbirini dışarıya çıkarmamalıdır. Dudakların ancak ben varken kelimelere izin vermeli, ben varken konuşmalı, ben varken gülümseyen bir kıvrıma sahip olmalı. Dudakların benim kölem olmalı. Sadece istediklerimi söylemeli, sadece benim istediğim an kıvrılmalı. Dudaklarında saklı bir cennet olmalı. Belki dudaklarının kendisi. Ama muhakkak ki bir şeyler olmalı rengini bilmediğim dudaklarında. Bir büyü olmalı, bir söz olmalı ve bilmediğim bir dua olmalı. Onlarda kalışımın bir anlamı olmalı. Senin dudakların benim görmediğim bir şehir, benim gezmediğim bir sahil, benim yüzme bilmediğim bir nehir. Dudakların beni hapseden, tutan değerli bir safir. Dudaklarında kaldım, dudaklarının kıvrımında, ben sende kalakaldım.
Dudaklarına dair 3 paragraf oldu, daha yazmam gereken 3milyarlarca paragraf var oysa. Yazacağım, hepsini yazacağım, seni yazacağım, ta ki sen yazdıkça artacaksın. Sevgimle uyu, en çok beni gör, benim haricimde her yer karanlıkta kalsın, rüyandaki tek aydınlık yerde ben olayım, ben olmayınca rüyaların sade bir karanlıkla kalsın. Anlat, anlat ki bileyim. 
Uyu, uyu ki seveyim.

Kalp Kendini Tüketir

“Kalp kendisini besleyen besinden yoksun kalınca kendi kendini yemeye başlar, öyle bir bitkinlik duyar ki, ölüm değilse de, ölümden önce gelen şeydir.”

Vadideki Zambak - Balzac


Kalp kendini tüketir sen olmazsan.
Sen olmazsan kalp kalmaz geriye.
Senle atmayan kalp, kalpliğini unutur.
Sensiz kalan kalp ritmini kaybeder.
Hiç bilmediği bir şarkıyı söylemeye çalışır.
Bütün notaları unutmuş bir müzisyen olur kalbim.
Seni unutursa, sen kalbi unutursan.
Sen kalbimi besleyen gerçek damarsın aslında.
Diğer damarlar ancak sana yardımcı olur.
Sen şah damarını, şah damarı yapan gerçek damarsın.
Sen bütün vücudumu dolanırsın.
Bütün damarlarım sana gelir, senden gelir.
Sen benim kalbimi besleyen gerçek besinsin.
Önce kalbimi doyurursun sonra acıkan ruhumu.
Sen ötesine geçmişsindir artık bedenimin.
Bedenimden ilerisini de bilmen gerekir.
Sensiz kalırsa kalbim kendini tüketir.
Tükenişi ağır olur, ve yavaşlar zamanla kalp.
Ritmi artık yeterli olmaz ve durmak ister.
Kendisini yavaşça tüketir, tükenmesi geç olur.
Yeterli olmaz artık şah damarı.
Tükenir, biter, yavaşlar ve kaybolur.
Bitkin düşer beden ve yorgun düşer ayaklar.
Atacak adım kalmaz, adım atılacak yer kalmaz.
Bakılacak şey kalmaz, bakılacak yön kalmaz.
Söylenecek söz kalmaz, söz söylenecek birisi kalmaz.
Sen kalbimin besinisin.
Sen benim en değerli damarımsın.
Ruhumu doyuransın, ruhumla doyansın.

28 Ağustos 2013 Çarşamba

İki Küçük Yeşil Dünya

Gözlerine Dair 3 Paragraf

Gözlerin iki küçük misket gibi. Ama ben baktıkça büyüyorlar. Giderek dahada büyüyorlar ve artık o kadar inanılmaz bir büyüklüğe ulaşıyorlar ki artık benim için iki yeşil dünya gibi oluyorlar. Benim küçük gözlerimin karşısında büyük iki tane yemyeşil dünya, hep görmek istediğim dünya belki de, hep var olmasını arzuladığım yeşil dünya. Yeşilin hayatıma girişiydi aslında bu gözler, ben yeşile daha önce bu kadar tutkuyla bağlı değildim. Kırmızı vardı, kızıllık vardı kandan gelen sonra bir yeşil geldi ve ondan önceki tüm renkleri kendine kattı.
O yeşillik benim için doğanın rengiydi, ağaçların rengiydi sonra soyutlaşıp huzurun rengi oldu, mutluluğun rengi oldu. Aynaları sevdiğim söylenemez pek, ama gözlerinize baktığımda kendime dair bir şey gördüğümde, bu ayna benim için bambaşka bir ayna olur. Daha önce hiç görmediğim bir ayna gibi gözlerin, daha önce bilmediğim ve masaldaki ayna gibi aslında, sadece güzellik var o aynanın derinliklerinde. Gözlerine bakıp derinlere inmek istiyorum. Orada ne varsa ona bakmak istiyorum, gözlerinden kalbine inen bir damar varsa eğer ben o damarla kalbine kadar inmek istiyorum. Gözlerinden beynine giden bir damar varsa eğer (ki onun var olduğunu biliyorum) o damarla beynine girip beynini neyin meşgul ettiğini öğrenmek istiyorum. Gözlerinden vücuduna dağılan bir damar varsa eğer vücudunu tamamen dolaşmak istiyorum. Gözlerin ruhuna açılan kapıysa eğer (ki buna dair söylentiler var) ruhuna dokunmak, ona sarılmak ve ruhunu görmek istiyorum. Ruhunun güzelliğini merak ediyorum. Seni niye bu kadar güzel gördüğümü ben bilmiyorum, ya sen çok güzel olduğun için ya ben çok güzel görmek istediğim için ya da Yaratan bu kadar güzel gösterdiği için. Bana kalırsa hepsi. Güzel olmasan bu kadar güzel göremezdim, güzel olmasadan Yaratan'da bu kadar güzel göstermek istemezdi. Yani bunun kanıtınıda kendim yapıyorum sanırım, bilemedim ama bana görünen güzellik, güzel bir çift yeşil dünya, huzurlu bir dünya, daha doğrusu iki tane yeşil dünyacık.
Göz, gözler, gözlerin, gözlerinin içi. Gözlerinde kaybolsam beni kim bulur bilmiyorum ya da beni kim bulmak ister. Gözlerinin içinde boğularak ölsem acaba nasıl bir ölüm olmuş olur bu bilmiyorum. Gözlerin yaşamak içinde ölmek içinde güzel bir yer. Gözlerin benim evim olmasını istediğim yerlerden birisi. Orada yatayım hep, gözlerinde soluklanayım yorulduğumda ve gözlerinde uyuyayım uykum geldiğinde, gözlerinde yatarken sende göz kapaklarını kapat, kapat ki ışık beni rahatsız etmesin, kalbinin sıcaklığında uyurum orada. Gözlerinde yaşamalıyım belki, beni orada yaşatmalısın.
Gözlerine dair 3 paragraf oldu, aslında yazmam gereken üçmilyonlarca paragraf daha var ama birazda gözlerim kapalı düşünmeliyim. Yeni düşünceler akmalı beynime ve içimden dışarı çıkmak için boğuşan sen'le ilgilenmeliyim biraz.
Sevgiyle bak, beni gör, bana beni anlat, ben ki sadece seni anlatmasını bilirim.

Edilgen Sevgi

“Sevgi bir etkinliktir; edilgen bir olay değildir; bir şeyin içinde olmaktır, bir şeye kapılmak değildir. Sevginin etkin özelliği, en genel biçimde şöyle tanımlanabilir; Sevgi vermektir, almak değildir…”

Erich Fromm - Sevme Sanatı

Sevgiyi bir kavram olarak hapsetmek mümkün olmamalı.
Ve ondan sadece bahsetmek asla yeterli değildir.
Onu yaşamalı ve yaşatmalı.
Sevgiyi etken bir duruma getirmeliyiz.
Aktif olarak onun yaşandığını göstermeli herkes.
Sevgiye ulaşan onu her yere yaymalıdır.
Bulaştırmalıdır onu hrekese.
Bulaşıcı bir hastalık gibi dünyaya yayılmalı.
Sevgi kalplerden bedenlere yayılmalı önce.
Bütün insanlığı sarmalı sonrada.
Sevgiyi bulan her şeyini vermelidir.
Vermek mutlu eder şüphesiz seveni.
Seven sevgisini sorgulamaz, onu sahiplenir.
Her türlü fedakârlık sevgiyi güçlendirir.
Sevgi hapsedilmez, hapseder.
Bir kuşun kafese hapsedilmesi gibi.
Ancak aradaki fark kuşun kafese kendi isteğiyle girmesidir.
Sevgi bir etkinliği yaşamaktır.
Bu etkinliğin başrolünde olmaktır.
Çevrendeki herkesi içine çektiğin bir durumdur.
Sevgi, yaşanılması gereken bir etkinliktir.
Edilgen sevgileri etkenliğe taşımaktır.
Edilgen sevgiyi, etkenleştir.

23 Ağustos 2013 Cuma

Sen Yönündeyim

“Nereye gittiğini bilmiyorsan, her yol seni oraya götürür." (Lewis Carroll)


Her yol sana çıkıyor işte.
Bütün yollar sana doğru geliyor.
Adımımı ne yana atsam sana doğru bir adım atmış oluyorum.
Kuzey'de de sen varsın güneyde de.
Her yanda senden bir iz var.
Nereye gideceğimi bilmiyorum.
Ne yana gitsem sana daha çabuk ulaşırım?
Yukarı mı çıkmalıyım, aşağıya mı inmeliyim bilemedim.
Sağ yana mı bakmalı yoksa soluma mı dönmeliyim anlayamadım.
Nereye baksam seni gördüm.
Nereye dönsem senle karşılaştım.
Hangi yolda koşsam gideceğim yere benden önce vardın.
Önce beni uğurladın sonra beni karşıladın.
Işık hızını geride bıraktın.
Her yanda senden bir tane daha varmış gibi geliyor.
Senden milyonlarca varmış gibi.
Birisine bir şey olsa hepsi birden kayboluyor oysa.
Milyonlarca sen, gerçek bir sen etmiyor.
Senin tekilliğini anlıyorum o zaman.
Yönlerin isimleri değişti.
Kuzey artık kuzey değil, güneyde güney.
Ya Senin Doğu'ndayım artık ya da Senin Batı'nda.
Senin Kuzey'indeyim bazen, bazende Senin Güney'inde.
Bütün yönlerin önüne bir 'sen' koydum.
Seni anımsatsın diye bana.
Bana seni anımsatsın diye adını değiştirdiğim pekçok nesne gibi.
Bana seni hatırlatmayan nesne kalmış olamaz.
Herkeste sen varsın, sana benzeyen bir yön.
Kimse sen değil ama, kimse sen olamıyor, olamaz.
Sen yönündeyim bende, sana en yakın yönde.
Sana doğru atıyorum adımımı, hangi yöne olduğunu bilmeden.
Sana doğru işte, sen yönünde.

İyi Pişmiş Kalbimiz

“Dokunsalar dağılırdı iyi pişmiş kurabiyeler gibi kalbimiz / Kıtırdı ve çıtırdı”
Didem Madak
Dokunsalardı,
Ama kimse dokunmadı bize,
Kimse dokunamazdı.
Herkes uzağımızdaydı tatlı bir kurabiye gibi,
Uzaklık içindi uzaklık.
İşlemiştik birbirimize öyle.
Yakınlık nedir biliriz en iyi biz;
Ki uzakları yakın eden,
Yakınımızdakileri uzak.
Birbirimizde bulduk kendimizi,
Hamuruna kattık diğerinin, benliğimizi.
Yeni bir benlik olduk, tamamlanması gereken.
Tamamlanmakta olan benlikler inşaa ettik,
Senlikleri kaldırdık aramızdan.
Yalnız biz kaldık geriye,
Kurabiyeler.
Giderek ben'leşen bir bizlik oysa bu,
Yakında 'ben' olup çıkacağız,
Birinci tekil şahıs olarak sürdüreceğiz varlığımızı.
Biz birbirimizde iyice piştikten sonra,
Kimse yaklaşamaz bize,
Kime dokunamaz üzerimize,
Pişeriz birbirimizde.
Kalbimiz ateşten bir parçaya benzer,
Yakar ona yaklaşan ne olursa.
Tek bir bedene sığamaz olur kalbimiz,
Onu taşımaya bir başka beden gerekir.
Taşırız beraber tek bir kalbi,
Taşır gibi birbirimizi içimizde,
Hep yaptığımız gibi,
Aslında.
Kalp büyük, paylaşırız sıcaklığını,
Fırından yeni çıkmış bir kurabiyeymişçesine.
Hükmederiz kendi varlığımıza.
İyi pişmiş bizim kalbimiz;
Bizim olup çıktı sonunda, ne ben oldu ne de sen.
Biz oldu, kalbimiz oldu, beraber taşınan.
Kimse dokunmamalı, herkesten uzak kalmalı.
İyi pişmiş kalbimiz, henüz çok sıcak.
Sıcaklığımızda kavrulur, yanar, kalırız.

22 Ağustos 2013 Perşembe

Kuruyan Benlik

"Bir anın doğması için, bir anın ölmesi gerekir. Yeni bir 'ben' için eski bir 'ben’in kuruyup solması gibi..." - (Elif Şafak)

Senden öncesini senliğinle öldürmen gibi.
Tarihin kaybolmuş bir parçası.
Senin gelişinle başlayan bir tarih var.
Milat olarak senin hesaplandığın.
Senden öncesinin bilinmediği.
Yazının bulunuşu kadar etkiledin beni.
Ateşin bulunuşuyla yaktın.
Sonra kutuplara götürdün beni.
Kutupları keşfettik beraber.
Orada bıraktın, dondum kaldım öyle.
Buzlarım yavaş çözülür.
İçimdeki her savaşında bir kez daha mağlup ettin.
Sürekli yenilenerek geldin.
Her defasında öncekinden daha güçlü.
Benliğim soldu.
Kaybolup gitti tarihin içinde.
Bilinmeyen bir zamanda, anılması güç.
Benliğim kurudu.
Senin senliğini benlik kabul etti.
Eridi gitti nasıl olduğunu bilmeden.
Sen olarak doğar belki yakında, sen olmaya niyetli.
Benlikler erir kısa zamanda, vadesini doldurur.
Farklı bir 'ben' doğar işte o zaman.
Bütün ben'lerden farklı, bütün ben'lerden uzakta.
Sana yakın, sana benzeyen, senin gibi, senin için.

20 Ağustos 2013 Salı

Adem'den Havva'sına VII

Havva'ya;
Solumanın zor olduğu sıcak bir gün Havva.
Geceden gelen bir yanma duygusu var, yüreğimi yakan bir yangın.
Bir yangın ki bütün iç organlarıma sirayet etmiş.
Önce kalbi ele geçirmiş bir yangın, körelmeden artmış.
Alevleri boyu aşmış, her şeyi yakıp yıkmaya azmetmiş.
Sonra kanıma karışmış, yayılmış her yanıma azimle.
Ve işte şimdi yanıyorum alev alev, duraksamadan.
Bütün fikirlerim alev aldı, hepsi imha oluyor.
Bütün his damarları yanıyor gözlerimin önünde, sinirlerim alınıyor.
Yerden yükselen bir ateş var Havva, benden yayılan bir alev.
Gözlerimi yakan bir sıcaklık var, boncuk boncuk alnımda beliren.
Yürüdüğüm yollarda benden önce yürüyen bir ateş bu Havva.
Adım attığım her yer bir ateş halesi.
Baktığım her yerde daha önce belirmemiş bir alev topu.
Başımın üzerinde daha büyük bir alev topu.
İçimde, başımın üzerindekinden daha büyük bir alev topu.
Boynumda beni bu ateşe bağlayan bir başka ateşten halat.
Koparmakta mümkün değil.
Bu ateşi söndürmekte mümkün değil.
Adım atmaya korkar oldum, attığım her adımda önümde bir çukur çıkıyor.
Karanlık ve derince bir çukur.
Yokluğun beni bu çukurlara hapsetti Havva, en derine doğru iniyorum.
Dünya cehennemi böyle ise, cehennemin kendisi nasıldır?
Yokluğunun dünya cehennemi bu ise, yokluğunun sonsuzluk cehennemi nasıldır?
İlk gün böyle ise yokluğunla, sonsuzluk nasıldır?

Son Döngü

"Çiçek, açtı ve soldu. Güneş, doğdu ve battı. Sevgili, sevdi ve gitti."
“The flower bloomed and faded. The sun rose and sank. The lover loved and went.”
— Virginia Woolf

Döngüydü bu yine, dönmeye başladı.
Her gelen gitmek zorundaymış gibi.
Doğan her insanın öldüğü gibi.
Her günün geceyle sonlanmış hâli.
Bütün gelenler gitmeyi biliyor.
Bir ben kalıyorum ortada, yolu bilmiyorum.
Yol gösteren bulunmuyor.
Artık bakmalı gökyüzüne.
Baktığım yıldız göstermeli yolu.
Ben ona kapılıp uçmayı denemeliyim.
Uçmayı bilmeden bırakılmalıyım boşluğa, bıraktın boşluğa.
Bir balığı izlemeliyim bir anda.
Yüzme bilmeden onunla olmalıyım.
Çırpınmalıyım kurtuluşun olmadığı derin sularda.
Çırpınmalıyım, çırpındıkça dibe batırılmalıyım, batırdın dibine.
Bir timsahın peşinden gitmeliyim.
Onun gözyaşlarında boğulmalıyım.
Belki bir akrebin izinden gitmeliyim.
Mısır çöllerinde bulmalıyım akrebi.
Onun zehrine karışmalıyım.
Karıştıkça solmakta, kimsesiz sıcak çöllerde.
Huzur içinde, hiç kimse tarafından rahatsız edilmeden.
Belki kutupta bir penguenin yanında olmalıyım.
Soğuğa hiç dayanamayan bir yapıda olsamda.
Birisinden birinin peşinde olmalıyım.
Huzur için uyumalıyım, bir daha uyanmak istemeden.
Koynumda sıcaklığımla, kendi içimden gelen.
Bu son gündü işte, son döngüye ait.
Sona doğru bir döngüydü, kıyamete yaklaştıkça.
Herkes giderken ben kalmalıyım.
Kalayım ki herkes gibi olmayayım.
Yalnızda yaşanır, yaşanır nasıl olsa.
Yaşam bir döngüden ibaret, mahşerde uyanırım.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Kafeste Esaret

"Bir kafes kuş aramaya çıkmış!"
"A cage went in search of a bird!"
Franz Kafka / Özdeyişler
Bende seni aramaya çıkmıştım.
Her yerde seni arıyordum.
Kokunu takip ederek peşinden geliyordum.
Ben ki bir kafes gibiyim.
İçimde hapsolman için seni aramakta.
Parmaklıklarım güçlüdür ve sağlam.
İçimdeki kafesten kaçamazsın, kaçamazdın.
Kartal uçmayı sever.
Onun yeri bulutların arasındadır.
Kuşlar gökyüzüne aittir.
Yeryüzünde esaret uzak kalmalıdır onlara.
Kafes, daraltılmış bir dünyada, ölüm anına dek yaşamak.
Özgür olmak için gerek olmamalı ölüm.
Benim kafesim  kapılarını açtı.
İçindeki bütün kuşları saldı göklere.
Hepsi uçsunlar ait oldukları yerlere.
Kimse kalmamalı artık bende.
Kimse esir düşmemeli kafeslere.
Benim kafesimde uçmalı.
Kanat çırpmalı kimsenin olmadığı yere.
Zaten kimsenin olmadığı yerlerden.
Kimsenin hiç olamayacağı yerlere.
Ben ki kafes gibiyim.
Parmaklıklarımla kendim yaşarım.
İçine hapsettiğim kendimdir.
Anahtarını kaybettiğim anda kapandı kapılar.
Ve son görüştü bu güneşi.
Kafesin kapıları kapandı, içindeki kuş uçtu.
Hiçbir kuş kalmadı geriye.
Hepsi uçtular, özgürlüklerine.


Aklımı tutamadım kafatasımda, uçtu uçtu.

Yokluğa Doğru

Onu bir daha hiç görmemek ihtimali en feci ve maalesef en akla yakın olanı.
Sabahattin Ali


Akıl bazen gerisindeki bütün düşünceleri yok sayıyor.
Öldürüyor peşinde ne varsa.
Bütün hesaplar, hesabını bilmeden bozuluyor.
Yıkılıyor kurgulanan ne var ise.
Yolda yürürken kulağına bir cümle fısıldanır.
Sadece senin bildiğin bir dilde söylenir bu cümle.
Kimse anlamaz ve duymaz.
Kimse farkında değildir ne söylendiğinin.
Muhatabı bilir, bu cümle, bir busedir aslında.
Sonsuzluğa doğru yok oluşun sözcük karşılığıdır.
Anlamı basit ve yalındır.
Hiç olmadığı kadar anlamlı ve net.
Akıl işte gösterir o anda kendisini, anlatır olanları.
Felakete sürükler bazen.
İnsanın hiç bilmediği kendi felaketine doğru.
Bazı cümleler ondan önce kurulan cümleleri öldürebilir.
Bunun için bir 'ama' bağlacına gerek yoktur.
Bazı insanların kurduğu bazı cümleler bazı anlarda bazı farklılıklara yol açabiliyor.
Hiç kimsenin anlamadığı bir dil diğer dilleri öldürebiliyor.
Akla yakın olan artık körleşmiş olmaktır.
Ve artık kim olduğunun bir önemi kalmıyor.
Zaten yok olanın bir daha olmayacağını söylüyor sana, akıl.
Anlıyor insan, anlatamıyor, aklı başında olmayarak dolanıyor.
Dünyadaki en feci şeyi kaşfettim.
Bu benim kendi kıyametimdi.
Belki bütün insanlığı yıkmadı, beni mahvetmeye yetti.
Yok olanın yok olarak kalacağını.
Yok olan, yok olacak, yokluğunun içinde.
Ben hiçbir şeyi bilmeden.

18 Ağustos 2013 Pazar

Ağlatırsa, Yine Güldürür

Bu dert benim munisimdir, yârimdir,
Arşa çıkan benim ah ü zarımdır.
Seni ağlatan lutf ıssı kerimdir,
Ağlatırsa Mevlâ'm yine güldürür.



Gülmekde güzeldir seninle.
Kâhrında hoşdur benim için.
Lütfunun olduğu gibi.
Seninle her şey güzeldir.
Güzel yazmıştır Mevla.
Onun yazdığı güzel olmak zorundadır.
Yazgı, ezelde yazıldı, mürekkebi olmayan kalem ile.
Onun yazdığı her şey hayır ile doludur.
Kader, kaderimiz olmalı aslında.
Kaderimiz birbirine bağlanmalı.
Bir kader başka bir kaderide kapsamalı.
Zıtlıkları barındırmalı tamamıyla içerisinde.
Gülmek anlamlıdır ama yalnız olunca ölür.
Tekilleşen her şeyin solup gittiği biçimiyle.
Yalnızlaşınca körelen duygular misali.
Senin olmayışında ölen bütün güzellikler gibi.
Nidalar bu gök kubbede yankılanır.
Senin sesin dünyanın diğer kıyısına vurur.
Denizleri dolaşır, millerce öteden.
Adın dolanır sürekli gökyüzünde.
Bu bir dert olarak yeterdir.
Yokluğun dertlerin şahıdır.
Amma bu derdi verende güzeldir.
Sen ki güzelsin.
Getirdiklerinde senden ötürü güzeldir.

6 Ağustos 2013 Salı

Sen Gel Bence

Güzel şeyler olur belki, sen gel bence. / Lâle Müldür

Güzel şeyler güzel zamanlarda olur,
Güzel zaman ki senin olduğun vakittir,
Sen gelince güzelleşen hayat gibi;
Bir anlama bürünen yaşama isteği,
Sana dönüşmek için can atan bir varlık.
Senin gelişin, özlemle beklenenin gelişidir,
Aylardır heyecanla beklenen bir mektup gibi;
Postacının yolunu gözlemektir, bıkmadan, usanmadan,
Yıllardır beklenen bir kavuşma sahnesi misali.
Yolları seyretmek, bekleneni beklemeye devam etmektir.
Sen gelince güzel şeyler olur.
Ne değişmiyor ki sen olunca?
Ne su eski su oluyor, ne doğa eski doğa.
Herkes en güzel giysilerine bürünüyor sanki,
Senin gelişin baharın gelişidir,
Doğanın üzerindeki kardan yorganı atması,
Çiçeklerin artık açmasıdır senin gelişin.
Benim kendimi bulmamdır artık gelişin.
Sen yeter ki gel,
Güzel şeyler olur hayatımızda.
Güzellikler bekler senin gelmeni.
Eksik kalmış anlamların hepsi birden tamamlanır.
Sen gel bence, gelme vaktin yakın.
Gelme vaktinin gelişi gibi gel hızlıca.
Koş bana doğru, ben seni tutarım en karanlık gecede bile.
Sen kanatlan bana doğru, ben seni görürüm gözlerim kapanıkken bile.
Sen gelince güzelleşecek çok şey var, biliyorum.
Anlatacak çok şeyim var sana, söylenecek sözler.
Gelmenle gelecek güzellikler.
Seni bekleyen şeyler var hayatta.
Sen gel bence, koş, gel.

Parmak Çocuk

Sen bir garip parmak çocuk gibisin.
Hep omuzlarımda taşırım seni.
En çokda göğüs kafesimde.
Senin yerin oralardadır, benim içimde.
Omuzlarımdan seyredersin dünyayı.
Benim gibi görürsün dünyayı, benden görürsün.
Asla düşmezsin, sıkıca tutunursun.
Dünyayı başka türlü görürsün.
Giderek küçülmüş, giderek ufalmış.
Sonra ceplerime saklarım seni.
Kimse göremez benden başka.
Benim avuçlarımda uyursun.
Üzerine sıcak nefesimi üflerim.
Üşümezsin hiçbir kış sabahı.
Senden önce ben uyanırım.
Bir kibrit ısıtır seni en soğuk gecelerde.
Küçük bedenine küçük bir ateş nüfuz eder.
Sonra sarar seni hemen.
Sıcak nefesim vurur yüzüne, saçlarını uçuşturur.
Sonra tekrar çıkarsın omuzlarıma.
Saçlarıma karışırsın belki.
Atkımı bağlarsın, atkıma bağlanırsın.
Dolaşırız soğuk günlerde sıcak bir iklim dileyerek yollarda.
Sadece biz oluruz.
Ben olurum, benim içimde de sen.
Kimse duymaz seni, kimse görmez, benden başka.
İstediğim gibi aslında.
Sadece benimle olursun, ufacık kalırsın.
Benim içimde büyürsün, dünyada küçülerek.
Bir garip parmak çocuk olursun.
Avuçlarımda uyursun.
Sevgimle büyürsün.

Rüyalar Kızı

Daldığım derin uykumda çıktın karşıma.
Nereden geldiğini anlayamadım.
Gözlerim karanlığa alışmışken önümde beliriverdin.
Gözlerin, tepemde güneş gibiydi.
Yakıyordu bir yandan.
Diğer yandan üzerimden hiç ayrılmıyordu.
Gözlerin öyle bir güneşti ki rüzgar esmiyordu korkusundan.
Bu ne derin bir rüyaydı ki ben uyanamıyordum.
Rüyalarımı ele geçirmiştin.
Hiç belli etmeden, hiç göstermeden, hissettirmeden.
Sesin çıkmıyordu hiç.
Sadece gelip yerleşiyordun ve öylece duruyordun karşımda.
Kar geliyordu, güneş geliyordu, yapraklar dökülüyordu.
Sen öyle kalakalıyordun karşımda.
Ne giysilerin değişiyordu, ne saçların uçuşuyordu ne de üşüyordun.
Öyle sabittin hep, rüyalarıma hükmediyordun.
Ben ise başımı ne yana çevirsem seni görür gibiydim.
Bulutlarda göz akın kadar beyazdı.
O kadar billur, o kadar aydınlık.
Rüyadaki renkler sana yaklaştıkça belirginleşiyordu.
Rüyalar kızı, her gece yeniden dirildin.
Göz kapaklarım indiğinde doğdun baştan.
Henüz tamamlanmamış bir rüyaya dönüştü rüyalarım.
Bir yanına siyah egemen.
Diğer yanı tüm renkleri barındırıyor.
İçerisinde cıvıl cıvıl bir köşe var.
Rengarenk insanlığı barındıran sıcak bir yan.
Öte tarafı henüz anlaşılamayan renklerle örülü.
Motiflerinin keskinleşmediği bir tuval.
Bu resmi ne zaman bitireceksin bilmiyorum.
Rüyalar kızı olarak dirilirken gecelerimde,
Ruhum bedenimi terk ediyor her gece,
Senin olduğun yerde açıyor gözlerini.



5 Ağustos 2013 Pazartesi

Ayçiçeği

Ayçiçeklerinden kocaman bir bahçemiz var.
İçinde güneş renginde ayçiçekleri.
Uzamış boyunları aşar boyumuzu.
En az güneş kadar alır başımızı.
İçinde kaybolup dururum.
Kaybolmuş bedenini ararım en çok.
Ruhun bendedir, kaybolamaz.
Ayaklarım hızlı koşar sen olunca aranan.
Ellerim her yeri kolaçan eder.
Gözlerim gözlerini arar her fidanda.
Yeni tohumlar düşerken toprağa.
Ben yanında olmak isterim, sende benimle.
Yeni fidanları biz ekmeliyiz.
Hepsi bir bir karışmalı toprağa.
Can suları dökülmeli diplerine.
Büyük bir ayinin parçası gibi.
Onlar büyümeliler hızla, bahar sona ermeden.
Boyumuzu geçmeli bir an önce.
Sonrasınra ayçiçeklerinden bir orman olacak önümüzde
Sen kaçmalısın, koşmalısın, koşacaksın.
Sarılmalısın belki bir ayçiçeğinin boynuna.
Beni beklemelisin oracıkta.
Kaybolmamalısın.
Uyumalısın biraz serin gölgesinde.
Rüzgar ferahlatırken, beni beklemelisin orada.
Ben geleceğim hemen, gelirim yanına.
Ayrılamam ki senden, ayrılamazsın ki benden.
Ayçiçeklerinden kocaman bir bahçemiz olur.
İçinde senin durmadan koşabileceğin.
Ve saklandıkça seni bulacağım.


Aşktan Bağırarak

Kadınlar doğurdular beni bağıra bağıra, yine onlar öldürecekler beni aşktan bağırta bağırta.
Can Yücel

Ve işte vakti geldi.
Bağırta bağırta alıyorsun canımı.
Bağıra çağıra alıyorsun.
Tutmuyorsun canımı bedenimde.
Canım bedenime fazla geliyor.
Bedeninde yaşamak istiyor.
Bir ruh ki, bir bedene tutsak düşmüş.
Yırtıp çıkmak istiyor deriden kılıfını.
Tutunmak istiyor sana.
Sen bağıra bağıra onu çağırıyorsun kendine.
Öldürüyorsun giderek, bağıra çağıra.
Hepsini alıyorsun, bende bir parça dahi bırakmadan.
Bana üflenen canı bağırtarak alıyorsun.
İşkencelerin çok güçlü, tutanamıyorum bedenimde.
Çok acı çektirebiliyorsun, duramıyorum karşında.
Aşk insanı bağırtıyor.
İçinde hiç dinmeyen bir sancıyı uyandırıyor.
Bütün kadınlar erkenden öldürüyor.
Ölüm, onların çok erkenden çağırdığı bir ayin.
Yakalarımıda nişan, boyunlarımızda madalyon gibi.
Oysa yakalarımızdaki elleri.
Boynumuzdaki ise bizi boğacak iplerdir.
Alıyorlar canımızı, biz karşı koymadan.
Yakıyorlar sanki, direnç gösteremeden.
Doğurdukları gibide öldürüyorlar sonunda.
Doğum kadar sancılı ölümümüz.
Bağırta bağırta üflüyoruz son nefesimizi.
Ellerimde ellerinin olmasını isteyerek.
Son kelimemizle onlar için müjdelenerek.
Bağırarak, çağırarak.
Ama hepsi aşktan, hepsi candan.

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Benim Penceremde; Sen

‎''Benden bakıp, seni görmek ne güzel...''


Ne güzel her zaman seni görmek.
Karşımda, yanımda, solumda, içimde, dışımda.
Her yanımda senin olman ne güzel.
Ne güzel seni her gittiğim yere götürebilmek.
Bazen ciğerimde, bazen elimde, bazen düşüncelerimde.
Seninle her yere adım atmak.
Adım attığım her yerde, her şeyi sana gösterebilmek.
Benden sana bakmak ne güzel.
Hiçbir yüz seninkinden daha güzel değilken.
Hiçbir düşünce seni düşünmek kadar etkili değilken.
Ve hiçbir soluk senin yanında soluk almak kadar değerli değilken.
Sadece seninle olmak ne kadar anlamlı.
Ne güzel aynı anda soluk almak seninle.
Seninle aynı gök kubbede buluşmak harika.
Benden bakmak, yanında olmak.
Çok güzelsin benden bakınca.
Hiçbir şey bu kadar güzel olamaz.
Anlam denilen kavram senden başka bir mânâ vermez.
Seninle güzelken bütün yaşam.
Seninle olmak ne güzel.
Ne güzel seni ebediyyen yaşamak, yaşatmak.
Yanımda olman ne kadar muazzam.
Seni saatlerce düşünmek ve düşüncelere sığdıramamak.
Beynim çatlayacak gibi oluyor.
Yoğunluğun çok kuvvetli tesir ediyor.
Sen bu kadar güzelken beynim bunu anlayamıyor.
Yeterli olmuyor seni düşünmeye, düşünce gücüm.
Seni görmek ne güzel, her anımda, özgürce.

2 Ağustos 2013 Cuma

Ağaç

Yemyeşil yapraklarıyla uzanıyor çevresine.
Elleri bu kadar uzun bir ağaç işte.
Yaprakları canlıyken henüz.
Kökleri kim bilir ne kadar derinlere inmiştir onun.
Ulaşmıştır temiz su kaynaklarına.
Kalın gövdesiyle korumuştur kendini.
Korumak istediğim gibi seni.
Bir ağaç ki, heybetiyle durur dimdik.
Ormanın boyunu aşarda ulaşır semaya.
Kimse durduramaz onu.
Sen koşmak istersin çevresinde.
Ben tutamam seni.
Yakalayamam belki, koşarsın, durmadan.
Soluk aldırmazsın bana.
Bir ağaç ki o istersin yanında olmak.
Belki zirvesine tırmanmak.
Ulaşmak istersin onun dallarına.
Sen uçmak istersin aslında.
Hiç durmamak yeryüzünde.
Bilirim yeryüzü sana alçak gelir.
Senin yerin yukarılardır.
Bu ağaçlar ki yeşili senin yeşiline benzemek ister.
Seninle olmak ister hepsi.
Bütün ormanda bütün ağaçlar bütün heybetleriyle.
Sana ev sahibi olmak ister.
Kovuklarından sana bir yuva yaparlar.
Dallarına bir ev inşaa etmeni beklerler.
Meyvelerinden yemeni ister hepsi.
Sana kurtarıcı diye bakarlar, sevgi diye bakarlar.
Bilirler seni, bilirler sevgini, isterler seni.



1 Ağustos 2013 Perşembe

Birbirimizde Eriyoruz

"Dün seni gördüm düşümde. Birbirimizde eriyorduk durmadan. Derken nasıl oldu bilmiyorum, yanmaya başlıyorsun. Sonunda sen yoksun artık; yanan da, söndürmeye çabalayan da benim yalnız." 
Franz Kafka

Bir anda kayboluyorsun isteyince.
Biz birbirimizde eriyoruz oysa.
Giderek daha da karışıyoruz birbirimize.
Kendimizden bahsedemeyecek hâle geldik belki.
O kadar karıştık ki artık.
Eriyip bulaştık birbirimize.
Öyle bir bulaştık ki bizde çözemiyoruz.
Bu nasıl bir kördüğüm?
Hangi bağ bu kadar kuvvetli acaba bilmiyorum.
Ben sende eridiğimden beri yok gibiyim.
Gözlerinden başladım erimeye.
Zamanla giderek süzüldüm içine doğru.
Gözlerin ruhuna açılan kapım gibi.
Ruhuna karıştım belki.
O kadar eridim ki bütün kapılardan geçtim.
Bütün kapılar önümde açıldı, yol uzandı.
İlk durağım kanın oldu.
Sonra giderek yaklaştım kalbine.
Yaklaştın kalbime, bulaştın ruhuma.
Kalbine değmiş gibi hissettim kendimi.
Elimle ruhunu tutmuş gibi.
O kadar eridim ki ellerinde hapsediyorsun beni.
Bir avuç su gibiyim belki.
Eridim ben sende, eridin sende beni.
Buluştuk bir yerde, bulaştık birbirimize.
Yandık beraber, küllenemedik.
Yanmaya devam ettik hiç durmadan.
Giderek daha güçlü oldu ateş.
Yaklaşan kimse duramadı yanında, biz yandık, kavrulduk.
Sonra eridin, ben eridim, eridik birbirimizde.