27 Temmuz 2017 Perşembe

Nar

Nar saçtım yatağına,
Kızıl, kıpkızıl;
Ateş saçtım yatağına.

Açtım zihnimin kapılarını,
Tülleri kaldırdım aradan,
Saçaklandım eteklerine.

Daha önce hiç sevişmedim.
Nar koydum başucuna,
Soy kabuğundan say taneleri.
Kaç gece oldu,
Ne kadar sürdü.

Susuyorum.
Nar parçalanırsa nereye akar suyu,
Tadı ne zamana yiter dudaklarında;
Parçalanmışım,
Topluyorum yatağından kendimi.
Daha önce hiç sevişmemişim.

Nar saçtım yatağına,
Kızıl, kıpkızıl,
Ellerime sürüyorum;
Teninde izimi bırakıyorum,
Seni kendime boyuyorum.

Öpüyorum damarlarını uzun uzun,
Dolaşıyorum belini uzata uzata.
Yaralı bir kuş gibi,
Konuyorum avuçlarına aksaya aksata.
Öpüyorum ayalarını susa saya.

Terk ediyor bu kent beni.

Eski İstanbul yangınları gibi,
Alev alev yanıyorum,
Yatağının ayakucunda.

Nar saçtım yatağına,
Sonra topladım bir bir,
Bıraktım başucuna.

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Oğul

Kurtlar koşuyor.
Yüreğini kim deşiyor senin;
Kapandan kurtar bacağını,
Herkes kan kokusu alıyor.
Sarkıt bedenini çınardan.
Yosun tutmuş hayalarını.
Dişleri keskin değil eskisi gibi,
Yıllanmış ve yumuşamış zamanla.
Bıçağı uzak tut bileğinden,
Çizgisi alnında dolanıyor kaderin.
Tutkunluğun bu bitimsiz doğaya.
Kurtlar koşuyor durmadan,
Ulumaları geceyi titretirken.
Bir kayaya tünemiş seyretmekte,
Boz baykuşlar düzeni.
Kim değiştirecek dümeni,
Nereye gideceğiz;
Susuzluğunu ölülerden dindir,
Anlatılarından onların.
Oğul kendini soydan say;
Yok saymak ,
Yok etmek demek değildir mâziyi.
Geçmiş gelir peşinden hiç durmadan,
Hiç durmaz zaman.
İsyan etme boşuna,
Soylan ve devam et yoluna.

24 Temmuz 2017 Pazartesi

Utanç

Utanç içinde

İnsan artığından   savaşlar
yapıldı  kuru    ot yığınları
üzerinde,   ruh   artığından
bedenler dikildi, yaslı  ka-
dın çadırlarında,  hiç kim-
se duymadı, ne seni ne de
beni, bizi kimse duymadı,
içinde  olduğumuz  savaşı
                   da.

Şimdi   utanç   içindeyim,
boynumda  gördüğün ger-
danlık  değil  kanlı  bir  e-
lin   izi,  mührünü   vuran
en     görünür       yerime.

Tunca  değsin  elim  hiç
durmadan,  susunca iyi-
leşmez acılar,  kurutun-
ca tadını kaybeder mey-
veler,  her şey yaşarken
             güzel.

Bir çan kırıldı minareler
gölgesinde,    çığlıkların
dili yoktu,  dini, her şey
bugün  gibi  diri,  sözler
birer yanılsama, benzer-
           likler gibi.

Avut kendini eğer    başara-
bilirsen,    ki mümkün değil
artık yaşamak   acı çekmek-
ten, rahipleri terk et,  keşiş-
leri,  hocaları,    ben içinde-
yim, yalnız beni hisset, ben
          yeterim sana.

Utancımı hissetmez oldu     bu
çağ, insanlar; birer duvara dön-
dü duyarlı denilmiş     ne varsa,
ağaç köklerine karışmak   ister-
dim,       tüm görünürlüğümden
kurtulmak,   bir ağacın yalnızca
rüzgâr esince    dinlenen sesine
          karışmak isterdim.

Ne istedimse kaybettim herkes
gibi,  herkes benzeri birbirinin,
kaybettim herkes gibi, dil'e ge-
     tirdim, dile getiremedim.
  
Tunçtan bir sancı göğsümde do-
lanır da durur, kanlı çınlamaları
işittirir, bana ne olduysa bugün,
     utanç yaptı, utanç yaptı.

23 Temmuz 2017 Pazar

Bıçak

Hissediyorum sürekli sırtıma batan,
Bıçağın ucunu ve keskin değil.
Keskin olmadığından yakıyor
ve izini daha belirgin bırakıyor,
değdiği her yerde.
Nerden buldun,
Aşkın bu kör bıçağını,
Tenime batırmak için
ve yüzüp derimi geçirmek için,
Kalbine.
Omurgam boyunca süzülen aşağıya,
Bu işlemez bıçak yüreğime,
Çünkü kalbim keskin kelimeler arasında,
Çoktan kuşatılmış.
Bir papatya gövdesinde,
Keskinliğini deniyorsun, oysa,
Cümlelerim hazırdı buna.
İhanetlerin arasında sadakatimi deniyorsun,
Oysa,
Sözlerim hazır terazinin kefesine konmaya,
Ötesinde ne var?
Hissetmiyorum artık kör bıçağını aşkın,
Battı ta yüreğime kadar
ve içimden dışarı sızan bu kan,
Ancak zamanla biriktirdiklerimdir içimde,
Sana armağan.

18 Temmuz 2017 Salı

Kapan

Tutulmuşum, kurtuluş yok.
Gece çöktü üstüme,
Bu ağaç diplerinde,
Ateş-böceklerinin sesi,
Karıncaların yürüyüşü,
Ağaçların susayışı arasında,
Yaralı yatıyorum.
Kapılmışım, uyanamıyorum.
Keskin değil dişleri
ama batıyor etime durmadan,
Kim bilir kaç yaşamın üstünden,
İçiyor beni,
Akıtıyor yüreğimi toprağa.
Yüz yüze bakıyoruz çimenlerle,
İçim hâlâ umut dolu,
Bitkilerin dili yakın değil insanlara
ama bildiriyoruz birbirimize hâli,
Hâl bu hâl,
Hiçbir şey değil vâki.
İnlemeye dermanım yok,
Kabullenmişim şu çınara karışmayı,
Çimenlere, toprağın küfüne
ve ağaçlara sarılan mantarlara.
Ölmüşüm, umurumda değil.
Yaşayacak olunca doğada,
Gezince damarlarında ateş-böceklerinin,
Kılcallarında ağaçların
ve bir sonbahar günü kopan yaprakla,
İnince tekrar toprağa.
Cennet nerde, önemli değil,
Ben burdayım ve mutluyum.
Bu sema çekerken beni içine,
Yıldızlara karışırken
ve korkarkan genişliğinden evrenin
ve bilinmezliğinden başlangıcın,
Hiçbir şey,
Beni tutsak eden bu kapan kadar,
Önemsiz değil.

16 Temmuz 2017 Pazar

Sürerliliği Değişimin

Aynı kişi değil,
Bu cümleye başlayan
ve bitiren.
Her şeye rağmen,
Hiçbir şey tekrar değil.
Yerinde kalmak çabası,
Mümkün değil,
Her yer dönüşürken
ve zaman eş kılarken,
Tüm bunları.
Zaman dost değil,
Düşman da,
Sadece ifadesi dönüşümün.
Kavramlar var değil,
Yansısı belleğin,
İcat edilmiş.
Gerçek önemli değil,
Bildiklerinin yanında;
Çünkü her şey,
Bildiklerinle sınırlı.
Bu bir kâbus da olsa,
Hoş bir hülya da hayat,
Uyanacaksın nasıl olsa
ve ne değişir,
Uyanacağını bilen için?

15 Temmuz 2017 Cumartesi

Bir Hanedan Artığı

Günlerin getirdiği yalnızlık,
Kucaklıyorum seni.
Bir hanedan artığı gibi,
Hissediyorum kendimi;
Mazisi hep hâlinden güçlü
ve hiç ulaşılamayacak,
Bir geçmişe sahip.
Neyle yazacağım hâlimi,
Tüyden kalemler bile ağırlaştı,
Bu saman alevi gibi parlayan,
Zamanın koynunda.
Kral yolunda bir çakıl taşı gibi,
Sürtünüyorum ayaklarına.

İki sevişme arasında,
Bekleyen insanları görüyorum;
İki kişi arasında dolanan,
Kızıl kıyamet nefeslerde.

Bu döngünün bitmediğine,
Her şahit oluşumda,
Kendi içimdeki yenilgileri,
Duyumsuyorum.

Güllerle karşıma çıkıyor yalnızlık.
Bir hanedan artığı değil,
Bir yoksunluk fazlasıyım;
Sıfırın içindeki boşluk.
Savrulmuşum karabasanlar diyârında.
Her gece düş nöbetleri,
Kuş sütünden masallar,
Senin gerdanından düşüşler,
Arasında kalmışım.
İçimdeki yangın bu,
Artakalan cehenneminden.

Kendimi neyin içinde görsem,
Onun dışında kalıyorum.

9 Temmuz 2017 Pazar

Âşıkların Roma'sı

Bende bir resmin var,
Yüzüme bakmıyor.

Ne düşünür insan acı çekerken,
Belleğin yankısı ne zaman durur,
Kavurup geçerken güneş tenimi,
Bir yudum su için ne verilir,
Bilmiyorum bu geceler nereye dökülür,
Gün yüzünü nerede yur,
Kapısız evlere neden dilenciler doluşur,
İnsan acıya ne zaman gark olur,
Bilmiyorum, insan ruhun yangınından,
Ne zaman ve nasıl kurtulur.
Ruha dokunuyor fotoğraflar,
Aşıp tutuşan kâğıtları bir çırpıda.
Keskin gülüşlerin bir yanı tenimde,
Giderek derine doğru işler, oyar geçer,
Bir bilsen dişler ne çok can yakar.
Ne yapar insan acı çekerken,
Koyulttuğunda düşünceleri zift gibi
ve süzdüğünde yalnızca eleğinden ruhun,
Nereye koyar arta kalanları,
Hiç insan biriktirememiş biri nereye gider,
Günlerin sonunda,
Yalnızca kendine dönen biri neden evden çıkar,
Her dönüşün benliğine olduğunu bile bile.
Dudaklar, âşıkların Roma'sı
Dişlerinden öpsem sayılır mı,
Aynı.
Ellerin geziyor her yerde, kitaplar,
Fotoğraflar ve nesneler arasında,
Dokunmasını bilmiyor tenime ve uzak,
Hissediyorum uzaklaşışını ve suskunluğu,
Kes, yırt ve yak fotoğrafı yenibaştan,
Oluşumunu tamamlayacaktır kendi baştan,
Tükenmez acısı ruhun.
Biriktirdim acıları belleğimde,
Hafızamı serdim yoluna,
Kalbimi taşıdım yukarı, astım güneşe,
Yürüyorum,
Anlat bana gün ne tarafta,
Yürüyorum,
Seviyorum seni yeni baştan,
Söyle bana O ne tarafta,
Seninle konuşmayı ve anlatmayı seviyorum,
Biliyorsun ve söylüyorum yeniden,
Dişlerinden öpüyorum.

Hasan Ali Toptaş, “Acıya Demir Atmak” Metninin İncelenmesi

Hasan Ali Toptaş’ın “Acıya Demir Atmak” isimli metni Bir Gülüşün Kimliği kitabının içinde yer almaktadır. Eser, ilk olarak 1987 yılında yayımlanmıştır.
“Acıya Demir Atmak” isimli metin, bir anneyle oğlu arasında geçmektedir. Bir gemici olan Cemil denizdeyken kolunu ve gözlerini kaybeder. Fiziksel olarak engelli konumuna gelir ve hiçbir işini kendi yapamaz bir hâldedir. Annesi ona yardım eden tek kişidir. Üstelik aile yoksuldur. Cemil’in nasıl bir kaza geçirdiği anlatılmıştır. Aynı zamanda protez kol yaptırmak için yardım aldıkları, tedavi için bir merkeze gittikleri anlaşılmaktadır. Annesi aldığı bir simidi de oğlunun karnını doyurmak için kullanır ve kendisi yemez, bu durumu da oğluna belli etmemeye çalışır. Metinde genel olarak anlatılanlar bu şekildedir.
Toptaş’ın “Acıya Demir Atmak” metnine Gerard Genette’in Anlatının Söylemi’nde anlattığı yöntemler üzerinden bakıldığında çeşitli sonuçlara varmak mümkündür. Genette, her metnin yapısal olarak incelenmesini mümkün kılan ve bu yöntemi anlatan eserinde birçok konu üzerinde durur.
Metinde genel olarak dolaylı söylem söz konusudur. Bir anlatı mevcuttur ve her şeyi o anlatır. Bu anlatıcı her şeyi bilmektedir. Tanrı-anlatıcı olarak ifade edilebilecek bu anlatıcı karakterlerin duygu ve düşüncelerini tüm açıklığıyla belirtir. Yer yer anneyle oğlunun diyalogları da aktarılmaktadır.  Metin boyunca kullanılan dil de “dolaylı söylem”i destekler niteliktedir.
“Kırk yaşındaki oğlunu, dört yaşındaymış gibi kolundan tutup çekti…”[1]
Bu kısa metin boyunca Hasan Ali Toptaş “özet”ten yararlanmıştır. Özeti de ana karakter olan        Cemil’in kolunu nasıl kaybettiği, nasıl bir kaza geçirdiğini anlattığı bölümde kullanmıştır:
“Az sonra balıkları tepe tepe dolduracaktı kasalara. Çok değil, dört beş hafta bereketli çıkmalıydı balık…”[2]
Anlatı boyunca yer yer “ara”lar kullanılmıştır. Anlatıcı, anlatıyı kesip betimleme yaparken aralardan yararlanmıştır.
“Gözkapaklarının ardındaki karanlığın içinde…”[3]
“Martı sesleri şıp şıp dökülüyordu suyun yanağına.”[4]
Aralar, genellikle betimleme olarak kullanılmış, bir geçiş hüviyeti, mekân üzerine fikir veren bir unsur gibi değerlendirilmiştir.
Metinde temel olarak tek bir zaman söz konusudur. Sadece Cemil’in geçirdiği kaza anlatılırken geriye dönülür. Onun haricinde annesiyle beraber protez yaptırmak için gittikleri yerden çıktıktan sonra düşündükleri ve yaptıkları söz konusudur. Geçmiş zaman kullanılmaktadır. Görülen geçmiş zaman’lı cümle yapısı ön plana çıkmaktadır, örneğin:
“Sonra, gerçekten simit yiyormuş gibi ağzını şapırdatmaya başladı. Görmeyen oğlu… durdu.”[5]
Hasan Ali Toptaş’ın “Acıya Demir Atmak” adlı metni Gerard Genette’in yöntemine göre değerlendirildiğinde ortaya bu sonuçlar çıkmaktadır. Toptaş’ın farklı yöntemler kullanmaya çalıştığı gözükmektedir.


[1] Hasan Ali Toptaş, Geçmiş Şimdi Gelecek, Everest Yayınları, İstanbul 2016, syf: 46
[2] A.g.e. syf: 47
[3] A.g.e. syf: 46
[4] A.g.e. syf: 47
[5] A.g.e. syf: 48

8 Temmuz 2017 Cumartesi

Hasan Ali Toptaş, “Yeryüzünde Bir Kerem” Metninin İncelenmesi

Hasan Ali Toptaş’ın “Yeryüzünde Bir Kerem” adlı metni Bir Gülüşün Kimliği kitabında ilk olarak 1987’de yayımlanmıştır.
Metinde matbaada çalışan bir işçinin para alamayıp düştüğü sıkıntılar anlatılmaktadır. İşçi, evine para götüremediği için günlerdir açtır. Matbaadaki ustası olan İlyas Usta ne zaman para istese ona olmadığını söyleyip geçiştirmektedir. Günlerdir aç olan anlatıcı karakter bir gün avukatın birinin siparişi olan kartvizitleri götürmek için yola düşer. Yolda kendi kendine konuşan insanlar görüp onlara dikkat eder ve insanların çıldırdığını düşünür. Köftecilerin olduğu bir yerden geçerken eğer avukattan para alırsa ne olursa olsun kendine kocaman bir ekmek köfte alıp karnını iyice doyuracağını söyler. Caddeden karşıya geçerken bir araba az daha ona çarpacaktır ama o yoluna devam eder. Biraz ileride Çaycı Ali’yi görür ve onunla konuşur. Çaycı Ali ona daha dikkatli olmasını, kendi kendine konuşmamasını ve herkesin ona bakıp güldüğünü, delirdiğini düşündüğünü söyler. Metin, bu noktada sonlanır.
“Yeryüzünde Bir Kerem” metnine Gerard Genette’in Anlatının Söylemi kitabında açıkladığı metotlarla bakıldığında çeşitli sonuçlara erişmek mümkündür. Birçok açıdan önemli ipuçları bulunmaktadır.
İlk olarak anlatıcıya bakıldığında “Yeryüzünde Bir Kerem” metninin anlatıcısının aynı zamanda ana karakter olduğu gözükmektedir. Anlatıcı, bir karakter olarak bizzat metnin içinde bulunmaktadır.       Bu, metin boyunca rahatlıkla anlaşılmaktadır. Cümle yapısı da bunu destekler niteliktedir. Birçok örnek verilebilmektedir:
“Sabahtan beri karım vardı içimde.”[1]
“O gün para isteyemedim Usta’dan.”[2]
“Kucağımdaki kartvizit poşetini gösterdim.”[3]
“Eski sinemanın önüne gelmiştim.”[4]
Verilen örneklerde de görüldüğü üzere anlatıcının konumu açıktır.
Metinde dolaysız söylem kullanılmıştır. Az önceki örneklerle beraber bu, metin boyunca devam etmiştir. Anlatıcı konumundaki ana karakter başından geçenleri olaya herhangi biri müdahil olmadan kendisi anlatmaktadır. Yaşananları ilk ağızdan paylaşmaktadır.
Olayların yaşandığı zaman anlatımı söz konusudur. Anlatıcı, üzerinden belli bir süre geçtikten sonra anlatır ancak geçen süre fazla değildir, bu onun ifade biçiminden anlaşılmaktadır. Cümle yapısı da bunu destekler niteliktedir:
“Avukat Cezmi Bey’in bürosuna yaklaşmıştım.”[5]
“Durdum birden.”[6]
“Caddedeki kalabalığın içine bıraktım kendimi.”[7]
Cümle yapılarında kullanılan görülen geçmiş zaman ağırlık kazanmaktadır. Başka bir zaman kipi söz konusu değildir. Anlatıcının bu açıdan bilinçli bir tutum sergilediği gözükmektedir.
Anlatıcı, yollarda yürürken başını hiç kaldırmadığını, oysa bu yürüyüşten pekala zevk almanın mümkün olduğunu söyler. Daha önce de yürümeyi ne çok sevdiğini hatırlar ve bu durumu “özet”ler. Metinde bu bölümde özet kullanıldığı gözükmektedir:
“Güneşi özlemiş, ekmeği özlemiş, çayın bardaktaki duruşunu, çocukların kıkır kıkır gülüşünü, dalların yeşillenişini özlemiştim.”[8]
Aynı zamanda matbaada çalışırken kaybettiği şeyleri de bu bölümde özetlemiştir.
Metinde yer yer “ara”lardan da yararlanılır. Bu “ara”lar genellikle betimleme yapılırken kullanılmaktadır. Anlatıcı, bu sırada anlatıyı kesip çevresi hakkında bilgi vermektedir. Yer yer düşüncelerini paylaşırken de anlatıyı bölmekte ve böylelikle yine arayı kullanmaktadır.
“Peki şimdi neden başımı eğere yürüyordum yine?”[9]
“Dudakları duaya durmuş gibi kıpır kıpırdı.”[10]
“Karşımda İlyas Usta’nın gözleri duruyordu.”[11]
Metinde anlatıcının karısı başlarda gözüküp ardından ortadan kaybolmuş ve bir daha söz konusu edilmemiştir. Bunun bir “eksilti” olduğu söylenebilmektedir. Onun daha sonra ne yaptığı ve ne yapacağı düşünüşmez. Aynı şey İlyas Usta için de düşünülebilmektedir.
Hasan Ali Toptaş’ın “Yeryüzünde Bir Kerem” isimli metninin Gerard Genette’in Anlatının Söylemi’ne göre öne çıkan unsurları bunlar olarak gözükmektedir.



[1] Hasan Ali Toptaş, Geçmiş Şimdi Gelecek, Everest Yayınları, İstanbul 2016, syf: 49.
[2] A.g.e. syf: 49.
[3] A.g.e. syf: 51.
[4] A.g.e. syf: 50.
[5] A.g.e. syf: 51.
[6] A.g.e. syf: 50.
[7] A.g.e. syf: 49.
[8] A.g.e. syf: 50.
[9] A.g.e. syf: 50.
[10] A.g.e. syf: 51.
[11] A.g.e. syf: 51

7 Temmuz 2017 Cuma

Hasan Ali Toptaş, “Ah Minik Kuşum” Metninin İncelenmesi

Hasan Ali Toptaş’ın “Ah Minik Kuşum” adlı metni Bir Gülüşün Kimliği kitabında yer almaktadır. Eser, ilk kez 1987’de yayımlanmıştır.
Metinde temel olarak evlendikten sonra yaşadıklarını arkadaşı Meltem’e mektup şeklinde yazan anlatıcının yaşadıkları söz konusudur. Anlatıcı, Hakan isimli biriyle evlendiğini, bir oğlu olduğunu anlatır. Tiyatrocuyken eşinin isteği üzerine işinden ve kariyerinden nasıl vazgeçtiğini paylaşır. Eşi Hakan’ın zamanla nasıl değiştiğini, evlenmeden önce çok nazik, ilgili, anlayışlı biriyken zamanla kaba, göbekli, kendinden başka kimseyi düşünmez biri olduğunu söyler. Bu değişimi anlatırken çok pişman olduğunu, hayatını tüm bunlar için harcadığını fark eder. Üst katlarında oturan Göksen isimli konservatuar öğrencisinin onun ilgisini çektiği anlaşılır. Onun adım atışlarını bile takip ettiği gözükür.Metin, tüm bunların paylaşımıyla biter.
Gerard Genette’in Anlatının Söylemi isimli eserinde açıkladığı yöntemlerle bu metne yaklaşıldığında belirli açılardan yapısını incelemek mümkündür. Bu yazı boyunca metot olarak bu yöntemler kullanılacak ve metnin yapısal unsurları tespit edilmeye çalışılacaktır.
İlk olarak söyleme bakıldığında dolaysız söylemin öne çıktığı anlaşılmaktadır. Olaylar ilk elden, yaşayan kişi tarafından aktarılmaktadır. Anlatıcının adı bilinmese dahi kimliğini ortaya çıkaran ipuçları mevcuttur. Tiyatrocu olduğu, işini ve kariyerini kocasının isteği üzerine bıraktığı, evli ve bir çocuk sahibi olduğu, yaşadığı hayattan memnun olmadığı anlaşılmaktadır. Anlatıcı, araya herhangi birini sokmadan söyleyeceklerini belirtir. Zaten metnin bir mektup şeklinde kaleme alınmış olması da bu anlayışa paralel olarak belirtilmelidir. Dolayısıyla tüm bunlar metin boyunca anlatıcının dolaysız söylemi kullandığı, araya herhangi bir aracı sokmadan yaşananları paylaştığını kanıtlamaktadır.
Olayların yaşandığı ve anlatıldığı zamana bakıldığında da çeşitli sonuçlar çıkmaktadır. İki tür zaman söz konusudur. İlk olarak olayların kaleme alındığı ân ve yaşandığı geçmişteki süreç. Anlatıcı kadın bu iki zamanı cümle yapısıyla aslında ortaya koymaktadır. Şimdiki zamanla kurduğu cümleler o ânı, geçmiş zamanla kurduğu cümleler geçmişte yaşananları aktarmaktadır. Bu aktarımı cümle yapılarından fark edilebilmektedir:
“Doğrusu, bunca zaman sonra sana yazmak korkutuyor beni.”[1]
“Bir dakika Meltemciğim. Mektubuma biraz ara vereceğim. Ayak sesleri geliyor merdivenlerden.”[2]
“Yanlış tuşa basmaktan korkarak, ayaklarıyla kocaman bir piyanoyu çalışı yok mu, bayılıyorum!”[3]
Yukarıda verilen cümleler anlatının şimdiye taşındığı ve mektubun yazıldığı ânda yaşananları göstermektedir. İlk zamanın bu olduğu söylenebilmektedir.
İkinci olarak geçmişte yaşananların anlatıldığı bir zaman söz konusudur. Burada anlatıcının görülen geçmiş zamanlı cümle yapısını kullandığı tespit edilmiştir. Bu, şimdiki zamana göre çok daha geniş bir biçimde kullanılmıştır:
“O güzelim öğrenciliğimizin üzerinden kaç yıl geçti, beş mi?”[4]
“Daha sonra Meltemciğim, Hakan büsbütün değişti. İnceliği, sevecenliği kalmadı. Ah, ne kadar yanılmışım ben…”[5]
“Şişman bir ev erkeği, göbekli bir işadamı oldu.”[6]
“Bu tartışmalarla geçen zamanıma hep yandım Meltem, hem yandım. Sonra, … yine yandım.”[7]
Metin boyunca anlatıcı kocasını tanıttığı ve kendi gençliğini ve kariyerini bıraktığı zamanı özetler. Bu iki durumda “özet” söz konusu edilmiştir.
“Okuldan sonra, iki yıl tiyatroyla ilgilendiğimi duymuşsundur.”[8] Anlatıcı buranda sonra kendi yaşadıklarını kısaca paylaşır.
“Hakan bir şirkette çalışıyormuş. Boyu ne uzun, ne kısa. Ama, ölçülü inceliği, ‘Ben buradayım,’ diyen yansımalarıyla…”[9] Anlatıcı bu kısımda kocası Hakan’ı anlatmaktadır.
Anlatıcı, metinde yer yer “ara” vererek o ânki duygularını paylaşmaktadır. Bu aralarda genel olarak hisleri öne çıkmaktadır.
“Ah, hayatım, ömrümün en büyük yanlışıyla evleniyor olduğumu nereden bilecektim ki!”[10]
“Ah, bu mektuplar yok mu, bu mektuplar!”[11]
“Ah, Meltemciğim, ah minik kuşum…”[12]
“Ah minik kuşum, dünyamdaki bütün renklere kir, bütün seslere parazit düşürdü bu Hakan!”[13]
“Ah, güzelim, görmelisin…”[14]
“Ara” kullanılırken anlatıcının kullandığı cümle yapısı yukarıdaki cümlelerde gözüktüğü gibi belli bir şema içermektedir. Bu da anlatıcının bilinçli bir tutum sergilediğini ve belli bir cümle yapısını takip ettiğini göstermektedir.
Anlatıcı, yer yer “yineleme”den de faydalanmaktadır. Özellikle Meltem’e seslenişleri ve “ah minik kuşum” ifadesi yinelenen ifadelerdir. 
“Ah, minik kuşum…”[15]
“Ah, Meltemciğim, minik kuşum…”[16]
“Ah, minik kuşum…”[17]
Aynı şekilde “ah” ifadesi de yinelenen ifadelerdendir.
Metin boyunca anlatıcının Meltem’le dostluğu ve arkadaşlıklarının kopuşu gibi durumlar atlanmıştır. Bu, bir “eksilti” olarak kullanılmıştır. Anlatıcı bazı hadiseleri geçerek yarım bırakmıştır.
Hasan Ali Toptaş’ın “Ah Minik Kuşum” adlı metnine yapısal açıdan bakıldığında bu tür sonuçlar elde edilmiştir.



[1] Hasan Ali Toptaş, Geçmiş Şimdi Gelecek, Everest Yayınları, İstanbul 2016, syf: 52.
[2] A.g.e. syf: 56.
[3] A.g.e. syf: 56.
[4] A.g.e. syf: 52.
[5] A.g.e. syf: 53.
[6] A.g.e. syf: 54.
[7] A.g.e. syf: 55.
[8] A.g.e. syf: 52.
[9] A.g.e. syf: 53.
[10] A.g.e. syf: 53.
[11] A.g.e. syf: 52.
[12] A.g.e. syf: 53.
[13] A.g.e. syf: 55.
[14] A.g.e. syf: 56.
[15] A.g.e. syf: 52.
[16] A.g.e. syf: 54.
[17] A.g.e. syf: 55

6 Temmuz 2017 Perşembe

Hasan Ali Toptaş, “Şüphesiz Bir Şüpheli” Metninin İncelenmesi

Hasan Ali Toptaş’ın “Şüphesiz Bir Şüpheli” isimli metni Bir Gülüşün Kimliği kitabında 1987’de yayımlanmıştır.
Metinde kendisinin izlendiğinden şüphelenen bir adamın günlüğü söz konusudur. Belli aralıklarla düşündüklerini ve kendisini izlediğini düşündüğü kişileri anlatır anlatıcı. Giderek bir belirsizliğin içine düşer ve herkesten şüphelenir bir hâle gelir. Karısı ve çocukları da dahil herkese yaklaşımı değişmiştir. Bir gün banyoda kendi yüzüyle karşılaşır ve kendisini izleyenin aslında kendisi olduğunu fark eder.
Hasan Ali Toptaş’ın “Şüphesiz Bir Şüpheli” isimli metnini Gerard Genette’in Anlatının Söylemi kitabında ortaya koyduğu metot üzerinde işlemek ve incelemek mümkündür. Bu kitaptan yola çıkarak belirlenen unsurlar bu yazı boyunca paylaşılacaktır.
Metin, bir günlük şeklinde kaleme alınmış ve böyle paylaşılmıştır. Temel olarak anlatıcı aynı zamanda ana karakter konumundadır. Her şeyi kendisi dile getirmektedir. Dolaysız söylem kullanılmış, okuyucuyla arasına kimseyi sokmamıştır. Söylem metin boyunca devam etmiş, değişmemiştir. Tekil birinci şahısla oluşturulmuş bütün metin “dolaysız söylem” kullanıldığını açıkça ortaya koymaktadır.
Metinde birçok “özet” söz konusudur. Anlatıcı çevresindeki kişileri anlatırken özellikle “özet”ten yararlanmıştır. İlk olarak kendisini izlediğini düşündüğü belirsiz kişiyi düşünürken onun biçimini kafasında oluşturup özetler:
“Yüzü morg kadar soğuktur...”[1]
Metnin ilerleyen kısımlarında karısından şüphelendiğinde onu anlatmaya başlar ve genel olarak karısından bahseder, onun dış görünüşünü vs özetler.
“Bir eli çamaşırda, bir eli bulaşıkta…”[2]
Anlatıcı, kendisinin de dışarıdan nasıl bir göründüğünü özetleyerek bilgi vermektedir:
“Üstü başı istatistik, gözleri rakam yuvası… biriyim.”[3]
Anlatı boyunca Toptaş’ın kullandığı yöntemlerden biri de “eksilti”dir. Özellikle günlük şeklinde olması ve belirli sürelerin geçilmesi eksiltinin kullanımını arttırmaktadır. Aradan sürekli belli bir dönem geçer ve ne olduğu söylenmez. Günlerin nasıl geçirildiği paylaşılmaz. Bu süreler hep bir eksiltiyi meydana getirir.
Metinde yer yer “yineleme”ler söz konusudur. Anlatıcı belli unsurları metin boyunca yineleyip durur. İşittiği garip seslerden bahsetmesi bir yinelemedir. Daha önce söz konusu ettiği seslere daha sonra yine döner anlatıcı:
“… hangi seslerin endişeli titreşimler taşıdığını…”[4]
Metin boyunca kullanılan zaman anlatıcının günlüğünde belirttiği süreçtir. Her günün tarihi atılır. Yani olaylar her gün kaleme alınır. Böylelikle belli bir dönem kapsanmış olur. Olaylar her günün sonunda yazıldığından ve bir süre devam ettiğinden tek bir zaman söz konusu değildir. Olayların yaşandığı zaman yazıldığı zamanın öncesi konumundadır.
Hasan Ali Toptaş’ın “Şüphesiz Bir Şüpheli” isimli metni özet, eksilti ve yinelemeden yararlanılan bir anlatı olarak gözükmektedir. Birçok farklı unsurdan yararlanılması metnin kurgusu üzerine düşünüldüğünü hissettirmektedir.


[1] Hasan Ali Toptaş, Geçmiş Şimdi Gelecek, Everest Yayınları, İstanbul 2016, syf: 40.
[2] A.g.e. syf: 43.
[3] A.g.e. syf: 43.
[4] A.g.e. syf: 42

1 Temmuz 2017 Cumartesi

Yansılama / Yüzüme Aşkı Sürdüm

Yüzüme aşkı sürdüm,
Kalbime seni.
Benliğinin dışında,
Ne varsa,
Sildim,
Dökülen süt dişimden.
Yanılsama koyacağım adını,
Senden bahsetmeyen sözlerin,
Ki bir yanılsama hepsi.
Her şeyin özünde,
Sen varsın.
Varlığının haricinde,
Ne varsa,
Yok saydım,
Dökülen kirpik uçlarımdan.
Geçmiş acıttığında anlar insan,
Mutsuzluğunu ve
Dinmezliğini acının.
Hâlin sürgitliğinde saklı,
Aslolan mutluluk,
Çok uzun sürmese de.