31 Aralık 2012 Pazartesi

Soğuk Günler

Bugün hava her zamankinden daha soğuk.
Buz tutmuş adım attığım her yer.
Kışın soğuğu içime işlemiş.
Oysa sokakları kaplamıştı çam ağaçları.
Ve ateşin etrafında dolanılıyordu.
Gençlik pınarlarından su içiliyordu.
Gecenin uzunluğu gündüzden hesaplanıyordu.
Bugün daha soğuk bir gün.
Kömür kadar siyah.
Afrika kadar yakıcı.
Bulutlar kadar uzak.
Uyku kadar can alıcı.
Soğuk günler kapımda bekleyen.
Aslında dışına çıkamadığım.
İçine hapsolduğum anlar.
Farkına varılamayan hikâyeler.
Çam ağacını süsleyen yıldızlar.
Gökyüzünde beliren geyikler.
Başımı döndürür bu soğuklar.
Çıplak gözlerim kapanır karanlığa.
Korkarım bakmaya aydınlığa.
Susarım yutmuş gibi dilimi.
Güneş doğmasın artık.
Doğmasını istediğim an yok artık.
Soğuk günler sürer daha.
Uzaktan işittiğim sessiz bir nâra.
Takvim yaprakları yırtılıyor birer birer.
Günler yıllar gibi geçmiyor teker.
Ömür bitti günler bitmedi.
Günler tükendi saatler geçmedi.


30 Aralık 2012 Pazar

Simetri Hastalığı

Her yaratılışın bir simetrisi var.
Gecenin gündüzü, siyahın beyazı, nefretin sevgisi, hüznün mutluluğu gibi.
Herşey çift ve eşli olarak yaratıldı.
Şimdi neden yaratılışımızı değiştirmek istiyoruz?
Kışı ve yazı ayrı ayrı yaşamak tatmin etmiyor mu acaba.
Güneşin tepemizden ayrılmayışı mıydı bizi mutlu edecek olan.
Yoksa gecenin hiç bitmeyecekmişcesine bizi sarmalaması mı karamsarlığa iten.
Yolumuza çıkan insanları bizden çok farklı oldukları için bir kenara itiyoruz.
Bazılarınıda çok benzer diye bir kenara itiyoruz.
Ne olursa olsun uzak duruyoruz.
Olağanüstü simetrinin farkına varsaydık eğer bütün düzen tamamlanacaktı.
İçinde olduğumuz simetri ekseninde aynamız birşeyler gösteriyor.
Simetrimizi kabul etmiyoruz.
Hep bizden daha aşağı buluyoruz.
İçimize işleyen bir virüs gibi kendimizi en üst safhada görüyoruz.
Bütün herşeyin güzel kısmında biz varız.
Kendimizin karanlık köşelerini görmüyoruz.
Oralara el sürmüyoruz, dokunmuyoruz, hissetmiyoruz.
Oysa ki en temiz insanda bile karanlık noktalar vardır.
Yalnız oralara henüz temas edilmemiştir.
Oysa farkına varılsa herkes içerisinde nefret ve sevgiyi aynı oranda barındırdığını görecektir.
Yalnız bunlar içimize sinmiş vaziyetteler.
Uygun anlarda kendilerini gösterip sonra kaybolma meziyetleri yüksektir.
Güzelliklerimiz her daim göz önündedir.
Çirkinliklerimiz ise kulak arkası edilir.
Biz öyle olmayalım.
Nefretimizde sevgimiz kadar temiz olsun.
Gecemizde gündüzümüz kadar aydınlık olsun.
Mutluluklarımızda hüzünlerimiz kadar paylaşılsın.
Simetri hastalığı bir virüs gibi yayılsın.

29 Aralık 2012 Cumartesi

Papatya

"Yaşasın papatyalar; canım papatyalar.  Seviyorum sizleri.Sizler ki bütün kış, toprağın altında, yalnız bizi düşünürsünüz ve ilkbaharda hemen seriliverirsiniz ayaklarımızın altına. Canımlarım benim. Seviyorum sizleri insan kardeşlerim. Durup dururken seviyorum işte.  Sevip duruyorum."
Oğuz Atay , Tutunamayanlar

Bir papatyaya bağlı gibi umutlarımız.
Her yaprakta farklı bir dilekle çıkıyoruz karşısına.
Ve her kopuşta farklı kıyafetlere bürünüyoruz.
Büründüğümüz kıyafetlerin ardına saklanıyoruz.
Beyazlar serilmiş önümüze.
Sarıya çalan renge hayran oluyoruz.
Onu büyütürken yeşil bahçemizde.
Birkez daha maşuk oluyoruz.
Senin için bürüdüm bahçemin her köşesini.
Dilek dilemek için narin papatyalarla.
Anlamlı kılanda oydu renk renk çiçekleri.
Bir isteği yerine getirebilmenin umudu.
Baharın gelişini sen haber verirdin.
Sen çıkınca tohumundan gelirdi bahar.
Sen doğanın gözlemcisiydin bizim için.
Ve yeller eserdi senin olduğun yerde.
Yapraklarından terler boşanırdı.
Stomaların hızla hareket ederdi.
Kışı yolcu ederdik sen gelince.
Baharlıklar çıkardı ortaya.
Donatırdık dünyayı seninle.
Nevruzu kutlardık beraber.
Ateşin üzerinden beraber atlardık.
Ve şimdi, sen papatya.
Bahar gelene kadar bekleteceksin bizi.
Ya da sen gelene kadar bekleyecek bahar.
Ve ben özlüyorum seni.
Henüz doğan bir gün gibi.
Hâlâ sıcak.
Alev gibi.
Özlemin.
Ve ben baharı özlüyorum.
Seni.



28 Aralık 2012 Cuma

Sarmaşdolaş

Sarmaşdolaş bir düş bu.
Ben sarılırım kendime.
Ellerim buluşur yüzümde.
Gözler bakar aynaya.
Gölgeme sarılır uyurum bu gece.
Kaldırımlarda kendimle konuşurum.
Adımlarıma eşlik ederim.
Kendim söyler kendim dinlerim.
Sarmaşdolaş bir hikâye bu.
Sadece ben dinlerim.
Anlatırım duvarlarıma.
Dinler beni sessizce.
Duvarlarım görünmez göze.
Hissetmeli onu derinde.
Selamlamalı her gördüğünde.
Sarmaşdolaş bir masal bu.
Henüz sonu kesin olmayan.
İçinde kurtların cirit attığı.
Karıncaların uzunca bir tatile çıktığı.
Ağustosböcekleri iş başında.
Ben konuşurum kozasında tırtılla.
Sohbet ederim dilsizle.
Sarılda uyuyalım beraber.
Ellerim uzandı sana.
Ben sarmaşdolaşken kendimle.
Sende dolan benimle.


27 Aralık 2012 Perşembe

Ferit -it -id

Ferit, Ferid, it, id, t, d, t değil d, fotenik, fonetik ve babasının kahkahaları. . .

Takıntılarım var galiba. Bazen onlarlada baş başa kalıyoruz.
Aklımdan çıkmayan kelimeler oluyor bazen.
Bazı cümleler ben buradayım diye bağırabiliyor.
Ferit beni görünce selamlamak için ayağa kalkıyor.
Bütün fikirleri zihninde dolaşırken onları benimle paylaştı.
Ve ikimiz aynı şeyleri düşündük.
Ferit benim hiç tanımadığım bir diyardan çıkagelmiş akrabam belkide. Varlığından haberdar olmadığım bir yakınım. Ve belkide hiçbiri.
Bilemem.
Ama ben Ferit'i tanıyorum. Hemde uzun bir müddetdir ben Ferit'i tanıyorum.
Biz onunla beraber büyümüşüz gibi.
Aynı kitapları okumuş aynı filmleri izledik belkide.
Felsefe ve bilimi birleştiren bir noktada bizde birleşiyoruz.
Ben ki adaya hiç gitmedim ama onunla gezdim oraları.
Matmazel Noraliya'nın koltuğuna beraber oturmuştuk.
O koltuğa danteller örtmüş ve güzelliğine hayran kalmıştık.
Biz Ferit ile arkadaş olabilecek iki insanız.
Galiba bendede biraz Ferit'lik var.
Bazen bende kaçıyorum. Hızlı hızlı sokakları adımlıyorum.
Merdiven boşluklarında düşünüyorum.
Rüyalarımda farklılıklar tadıyorum.
Hayaletlerle, katillerle uzunca sohbet ediyorum.
Ayna ile konuşuyorum saatlerce belkide.
Sayfalar ilerledikçe Ferit'de ilerliyor zaman basamaklarını.
Bu kitabında sayfaları sonlanıyor belk, ama kitap zihnimde yeniden bir kez daha başlıyor.
Daha sonra bir daha ve bir daha tekrar yaşanacak bir hayat gibi.

Bende birazcık Ferit'lik var.
Uçtayım.

O Doğdu

Sen doğdun işte.
Bak yalanlıyor mu beni aydınlık?
Bugün farklı evren.
Denizler sonsuzluğu değil darlığı göstermekte.
Ufuk çok yakın görünüyor.
Everest çok alçak.
Yıkıldı tapınaklar.

Geceden güneş doğdu.
Hüzünden mutluluklar doğdu.
Şarkılardan ifadeler doğdu.
Dilden sevgi doğdu.
Yalnızlıktan ben doğdum.
Benden sen doğdun.
Ve işte; o doğdu.

Kalemin mürekkebi tükenirken.
Buzdan şatomuz erirken.
Tarihimiz unutulmaya yüz tutmuşken.
Kanımız zehirle dolmuşken.
İçimizdeki umutlar katledilirken.
Ve işte o karanlığa bir ışık gibi;
Sen doğdun;
O doğdu.

Külün rengine dönmüş bir dünyada.
Yörüngesi farklılaşmış bir düzende.
Yolunu kaybetmiş ilerlerken güneş.
Ve lacivert renge bürünmüşken ormanlar.
Bulanırken saf olan suyumuz.
Berrak bir yaşamın içine;
Sen doğdun;
O doğdu.

Bende bunları sana yazdım.


26 Aralık 2012 Çarşamba

Dua

Gecenin kör bir saati.
Uzanacağım karanlığa birazdan.
Yalnızlık içimi kemirirken.
Dua edeyim diyorum.
ALLAH sever ondan isteyenleri,
İstiyorum ondan sana hediyeler,
Kalbindeki en derin duygulara,
İçinin aydınlatıcısı güneşe,
Yaşamın doğal kaynağına,
Sarıp sarmalayan sarmaşıklarına,
Bitmez tükenmez umutlarına,
Sıkıp gevşeyen kollarına,
Coşup dinen fırtınalarına,
Genişliği ufku delen görüşlerine,
Sonu olmayan fikirlerine,
Geceden çalan gündüzüne,
İçine rahmet dolsun.
Ve içini kemiren duygulara,
Gözyaşı taşıyan bulutlara,
Gecenin habercisi yıldızlara,
Bulmacada hatırlamadığın kelimelere,
Kararsız bırakan anlara,
Rahatlık dolmasın hiçbir an.

5 dakikası bedel 23 saat 55 dakikasına.

24 Aralık 2012 Pazartesi

Sarmaşık

Evimi saran yeşilce bir sarmaşık gibi.
Sardı bedenimi ve giysilerimi.
Sabahın getirdiği rahmet gibi.
Yağmur getirdi kokusunu toprağın.
Sakladığım içi misket dolu kutu gibi.
Sırları doluşturduğum sepetin.
Sardın sıkıca kollarınla.
Öyle bir sarılma ki bu.
Boğazımı sıkar ellerin.
Ve ses çıkaramaz dillerim.
Kıpırdayamaz o anda.
Sıkışıp gevşeyen bedenim.
Benim sevgili fikirlerim.
Uçtan uca hırsla dolaştığım ütopyalar.
Parmaklıkları olmayan bu zindanlar.
İçimde olan sancılar.
Mutluluğun getirdiği kıvançlar.
Ölümsüzlüğü yudumlamak gibi bu.
Damla damla yaşamak her saniyeyi.
Ve bir torbaya doluşturmak günleri.
Satır satır ezberlemek bütün kitapları.
Boşluğa okumak gerek bu şiirleri.
Temizlenmeli ruhlar bedenlerden.
Bedenin dokunduğu herşey kirli gibi.
Paslı eller yıkanmalı.
Nasır tutmuş beyinler arındırılmalı.
Ve bu sarmaşık dolanmalı kalbine.
Sarmalı onu.
Ve ondan beslenmeli.
Yükselmeli en yukarı.
Kalbin yavrusu olmalı bu sarmaşık.

Sarmaşık.
Sararken ona tutunup çık.
İçinde olduğun dipsiz kuyudan çık.
Kalbini saran sarmaşıklara tutunda günışığına çık.



23 Aralık 2012 Pazar

Kazağımın Söküğü

Kazağımın söküğü ilmek ilmek.
Dolanıyor parmaklarıma.
Uzaktan bir kuş sesi geliyor kulaklarıma.
O kuş ki, Anka olsa gerek.
Dinler dururum kıpırdamadan.
Kahvemizin taneleri gelir Ekvator'dan.
Sen tadasın diye en baştan.
Porselenleri işlenmiş İznik'ten.
Yaldızlarla donatılmış her yandan.
Sen dokunasın diye en baştan.
Çikolatamız daha güneyden.
Tadını hissedelim diye her yandan.
Yudumlamaya başla kahveni.
Kurtulsun açlığından bütün hücrelerin.
Canlansın artık göz bebeklerin.
Gölgelendirip dursun resmi ellerin.
Dudaklarım hareketsiz kalır öyle.
Eylemsizlik içindeyim böyle.
Kazağım sökülür mü ki acaba.
İlmekleri atılmış aslında kördüğüm.
Çözülse olur ilginç bir düğüm.
Kalemim buluşur beyaz sayfalarla.
Siyah bir resim çıkar ortaya.
Kalın çizgilerle belirginleşmiş.
Altın sözlerle ölümsüzleşmiş.
Vakit altın tozundan.
Saf metalin ışıltısından.
Neden bu kadar hızlı?
Hızlı olmasa anlamazdık değerini.
Değeri olanlar ölümsüzdür.
O yaşatılır en derinlerde.
Gün bitmemeli aslında.
Batan güneşe lanetler okunmalı.
Vakti ihbar eden saatler kâhrolmalı.
Ve uğuldayan kargalar susmalı.
Zaman geçiyor işte.
Elde avuçta yok bir şey.
Çünkü hiçbir şey ele avuca sığacak gibi değil.
Zaman ve mekân ölümsüz.
Hayat bulan farklılaşmalar.
Gün bitti.
Ölümsüzleşerek.
Akşam oldu.
Vakit geldi.
Saat tıngırdadı.
Gece 12'de 12 kez.
Gong sesleri çok yakında.

Günlüğüme Karalamalar;
22.12.2012 Bir Cumartesi Akşamı






Buğday Tarlası

Buğday tarlasında dolanıyorsun işte.
Koşuyorsun yeşil ağaçlara.
Yarışır gibisin gölgenle.
Ve adım adım hızlanıyorsun.
Yaklaştıkça hedefe.
Saldırıyorsun buğdaylara.
Tanecikleri dökülüyor yerlere.
Sararmış güneşten tenleri.
Her bir başak yükselmiş yükseğe.
Boynunu uzatmış ileri.
Tel tel ayırt ediliyor hepsi.
Ve elinde bir orak.
Biçiyorsun onları.
Buğday tarlasında geziyorsun işte.
Her bir tele dokunuyorsun.
Çekiyorsun onun kokusunu içine.
Ve bırakıyorsun mor yazmanı rüzgara.
Esir düşüyorsun buğdaya.
Bu bir buğday sevgisi olsa gerek.
Bir korkuluk dikilmiş ortasına tarlanın.
Uzakta tutar düşmanları.
Toplar dostları çevresinde.
Yakınlık erdemine ulaşanlar dolanır etrafında.
Yazın sıcağı tepende.
Kavurur geçer ahenkle.
Tenin döner buğdaya.
Onun gibi kızıl bir renge.
Hiçbir esinti yok havada.
Anlaşmış bütün hava durumu.
Uzak duruyor tarladan.
Ve yalnız başına orada.
Kısıp gidilen bir ses.
Giderek azalıyor nâmesi.
Ve duyulan fısıltısı sessizliğin.
O ağacın altına oturda soluklan.
Gün bitiyor.
Güneş batıyor ardında tepelerin.
Buğday Tarlası dinlenmeye çekiliyor.
Mor yazma dolanıyor ağacın dallarına.



21 Aralık 2012 Cuma

Her Yerde Kar Var

Sen yanımda olduğun müddetçe, gece geldiğinde, toprak karardığında ve ay görebildiğimiz tek ışık olduğunda, korkmayacağım..."

John Lennon


Gökte kar var.
Sen varsın ben korkmuyorum.
Kar yağıyor ama üşümüyorum.
Gece karanlık ama kar var.
Heryer beyaz örtüler içinde.
Bembeyaz bir örtü.
Gecelikler içinde gibi.
Siyah geceye ışık saçacak.
Yağıyor usulca kar.
Ve boyamaya kararlı bütün dünyayı.
Ak bir güne.
Sabah olacak yine.
Şöminelerde yanacak odunlar.
Sokaklar boşalacak.
Ve bir ıslaklık saracak toprağı.
Sarınacak beresine insanlık.
Maskeleri geçiriverecek yüzüne.
Kızaran ellerini sokacak ceplerine.
Ve yüzü bembeyaz bir örtü gibi olacak.
Koşarak ilerleyecek yolunda.
Ayağı kayacakmışcasına tedirgin.
Ürkek adımlar kısalacak.
İşine giden yığınla insan.
Ve yine yatağında yığınla insan.
Hepsi şikayetçi yaşamında.
Her yerde kar var.
Sarmış bütün köşebaşlarını.
Caddelere yığılmış.
Parça parça sarmış her adımı.
Ve fırtınalara eşlik etmiş zamanla.
Boğaz donmuş soğuğundan.
Ve yanarak can vermiş bir insan gibi.
Sıcaklığı hissetmiyor insanlık.
Küçük bir kuş gibi.
Göç yollarında pekçok yaşantı.
Soğuğa esir düşmüş kibritçi kız gibi.
Sarılıyor kendine yaşamlar.
Havada kar var.
İçimde sen.


20 Aralık 2012 Perşembe

Dilek Kuyusu

Bir dilek kuyusuymuşsun gibi uzandım sana.
Dipsiz derinliklerine bıraktım kendimi.
Servetim aktı sularına.
Sürüklendim götürdüğün yere.
Bilinmeyen bilinmezlikler ülkesine.
Suyunda gördüm kendimi.
Dokundum onda yüzüne.
Ve anladım gözbebeklerimdeki farkı.
Gördüm seni en derinde.
Gözbebeklerimin içinde.
Sessizce dolaşıyordun sularında.
Dileğimi dilemiştim ben oysa ki.
Kabul edilmemiş bir dilekti bu.
İmkânsıza yakın bir istek.
Benim hâlâ umudum var.
Dilek kuyusu gerçekleştirsin isteklerimi.
Sessizce akıp yolunu bulan sular sarsın çevremi.
Sulasın çölde açmayan çiçekleri.
Çölün ortasında boy verse bir lale, kıyamet mi kopar?
Kutupta bir sincap küklese?
Ve bir karınca tatile çıksa uzunca bir süre?
Dilek kuyusu değiştirsin bu akışı.
Farklı olsun onun dünyasında yer ve zaman.
Mekânlar farklılık göstersin.
Tersine aksın kumlar.
Ve su yükselirken yukarıya.
Aşağıya doğru hareketlensin atmosfer.
Sis tabakası en dipte olsun.
Yağmur yeryüzünden göklere çıksın.
Bulutlara dokunayım bende.
Güneş üşütürken beni gece ısıtsın.
Dilek kuyusu söylesene bana.
Çok mu zor istediklerim?
Dünya tersindende dönse.


19 Aralık 2012 Çarşamba

Haşhaşin

Haşhaş çekmiş gibi bakınıyor çevresinde.
Siyahlara bürünmüş gündüzün ışıltısında.
Günü çevirmiş geceye.
Yüzüde siyah giysileri gibi.
Sahte cennetiyle aldatılmış dünyasında.
Buhran krizleri içerisinde.
İçinde yaşayan büyük acılarla.
Dirilmek için kendi mücadelesinde.
Uykuları arasında gidip gelmekte.
Kararsızca dolanmakta.
Gözler afakı delercesine dikilmiş ileri.
Görür hurma bahçesinde gülleri.
Çevresinde dolanan kanlı bülbülleri.

Huzuru aradığı günlük bir büyü.

Kendini bıraktığı dipsiz bir kuyu.
Asırlardır uykusunda kıpırdamaksızın.
Yaşar durur kendi hülyasında.
Ve kapalı gözleri gösterir ona.
İçinde saklanan cenneti.
Arayıp durduğu menfiyeti.
Siyah kuşağında sakladığı bir silahla.
Dolaşır durur sokaklarında hayretle.

O farklı kılındı.
Dünya ona bir tuzak gibi.
Her adımında yeni bir karşılık.
Ve dolambaçlı bir yol.

Haşhaşin'in gözleri siyah.
Dünyası katran.
Gündüzü karanlık.
Ve o, yaşama mücadelesinde.
Ölmemek için öldürmesi gerek.
Nefes almak için nefes kesmek.


17 Aralık 2012 Pazartesi

Kıyametin Ayak Sesleri

Nerden çıktı bu mevsimde bu rüzgar
Hızından duramıyorum
Sesi en derinden sarsıyor beni
Kafam allak bullak
Kalbim sınır tanımıyor
Yokluk sadece bugün değil her güne
Varlık niye yetmiyor
Zaman bir uzunluk ki upuzun
Sıkıntıları biriktiriyor
Yanımdakiler kim
Ya da kim olmalıydı
Bu uzaklık niye bu yokluk neden
Bu kimsesizlik yine çok bu saate
Ne zaman azalacak
Acısı eksikliğin
Yerini kim dolduracak
Dolmayacaksa yerin
Zulme ne gerek var
Öldür gitsin
Ölmeliyim öyleyse
Bitmeli derdim kederim
Gelmek de zor şimdi
Gel desem gelebilir misin
Git desem ya da gider misin sorgusuz
Git demesem de gidersin korkuyorum
Gideceksen gelmeseydin o halde
Gelip alıştırmasaydın
Varlık kolay alışmak kolay
Ya yokluk o kolay mı sence
Güzel günler
Ya biterse korkarım
Korkmanın neye faydası var ki
Korksam ne olur korkmasam ne
Sanki korkmasam gitmeyecek misin
Kalacak mısın sonsuza dek
Sen de bir yolcusun hayatta
Senin de yolun uzun
Daha başındasın üstelik
Benim için kalır mısın gitmeden
Yolun başında durur musun
Yaşamaz mısın günleri yaşama desem
Daha neler dersin dimi
Sen de kimsin ne oluyor sana
Bu kadar kolay mı yaşamamak
Kim duruyor durduğu yerde
Bak güneş bir gün doğmasa
Yaşamasak dertleri ne mümkün ki
Rüzgarlar yine serinliği ile titretirken
Yağmur içimdeki ateşi söndürür belki...

Anekdot: Blogda yayınlanan 100.yazı.

16 Aralık 2012 Pazar

Kâhin'in Gördükleri

Elimi uzatmıştım kâhine.
Bakıyordu uzun mavi damarlarıma.
Beyaz tenimde ırmaklar gibiydi.
Gördükleriyle aydınlanıyordu gözleri.
Kıvılcımlar çakıyordu göz bebeklerinde.
Ateş yayılıyordu çadırına.
Damarlarımdaki kan hızlanmıştı.
Bir alev topu yaklaşıyordu dünyama.
Sis sarmıştı etrafı.
Kaynağını farketmediğimiz bir koku sarmıştı çevreyi.
Ve çekiyor bilinmez beni.
Kendine doğru sinsice.
Kâhin'in gözlerindeydi esrar.
Anlatmalıydı gördüklerini.
Dilden dile dolaşmalıydı söyleyecekleri.
Seni görmüş olmalıydı kıvrımında ellerimin.
Yüzünde açan gülücüklere bakarak.
Hissetmeliydi seni benim damarlarımda.
Ve senfonisini dinlemeliydi kalbimin.
Büründükçe o bilinmezliklere.
Arttı sarsıntılar içinde.
Çağlayanlar dinmiyordu.
Çığlar geliyordu en tepeden.
Zirve yakın görünüyordu.
İçim buz tutuyordu.
Kâhin konuşmalıydı artık.
Olacaklar olmalıydı biran evvel.
Ve döküldü ağzından ilk kelimeler.
Senin düşlerinle başladı cümleler.
Büyüyü bozmuştu kâhin;
'Öyle uzaksın ki.
Beni anlamadığın için, bana öyle uzaksın ki.
Beni görmediğin için, bana öyle uzaksın ki.'
deyivermişti bir çırpıda.
Ve artık kapandı avuçlarım.
Soğuk işlemişti içine.


Notalarda Raks

Itri gibi hürmet görüyorsun bu topraklarda.
Neyin sesi geliyor çok derinlerden.
Bu çalan musiki çok eskilerden.

Pavorotti gibi büyük bir çığlık.
Kulaklarım duymuyor bir anlık.
Yanaklarındaki pembe bir allık.

Mozart gibi hükmediyorsun notalara.
Değişiyor sesler parmaklarınla.
Raks ediyor enstürümanlar işaretlerinle.

Tchaikovsky'den bir senfoni olsa gerek.
Bu uzun operet seni anlatsa gerek.
Bu müziğin hiçbir zaman bitmemesi gerek.

Bethoveen'dan modern bir kesit.
Defterlere karalanmış kısa bir beyit.
Sen en önde giden şaşalı bir seyit.

Chopin gibi dans et piyanonla.
Sarıl önünde duran saksafona.
Ve başla çalmaya kalbinin senfonisini.

Schubert önünde yönetirken korosunu.
Sen sarıl önündeki kemana.
Dolaş onun telleri arasında.

Ve dön artık yurduna.
Topladığın bütün birikiminle.
Bu toprakların namelerini fısılda bize.

Ezgilerimizde çık karşıma.
Titredikçe sesin yükselsin arşa.
Yükselsin bütün kanatlar seninle.


15 Aralık 2012 Cumartesi

Umut Kırıntıları

Kalbimde dolanıyor hâla bir garip umut
Karıştırırken defterleri zihnime dolan fikirleri unut
Yatır beni göğsüne ve usulca uyut

Nefret duygularının kaynağını bul ve kurut
Mutluluk ağaçlarını kendi ellerinle büyüt
Patlamaya henüz hazır bir barut

Bağırmaktan kendime, sesim hâlâ kısık
İlk günkü gibi kalemim sürekli kırık
Vahşi insanların yüzündeki elmacıkları çıkık

Davranışlarında belli sendeki ülfet
Bana bir buram kokunu gösterişle lütfet
Sensiz günler sırtımda büyükce bir külfet

Sen varsan içinde hergün mutlu
Benliğimin köşesinde uzak bir kuytu
Bugünler bayrammışcasına kutlu

Umutlar tutup yakamdan çeksin beni.
Sevinç haykırışları sarsın güneşli ülkeni
Şişirsin rüzgar tütsülü nefesini

Umut kırıntılarına bastım bilmeden
Uzak diyarları gezdim hiçbir şey görmeden
Senden uzakta hiçbir nâme duymadan

Benim hâla umudum var bir yerde
Gözümün önündeki tül bir perde
Arkasındaki cennet hani nerde?


14 Aralık 2012 Cuma

Gülmek Gerek

Sen gelince aklıma,
Gülmem gerek.
Kahkaha atmam,
Evrene naralar savurmam gerek.

Sen varsın ya.
Bağırmak gerek evrenin uçsuz uzaklığına.
Güneşe emirler vermek,
Geceyi kovmak gerek.

Gülmek için yok bahaneye gerek.
Sen varsın ya.
Sadece nefes almak ve,
Gülmek gerek.

Uzun uzun bakıp yıldızlara,
O parıltıda dişlerinle,
Ve kırmızıya çalan renginle,
Gülmen gerek.

Sus pus olmak olur mu ki?
Vakit bu kadar değerliyken.
Ve her saniye geçerken şiddetle,
Gülmen gerek en içten.

Hadi sen gülde gülsün evren.
Açsın kışın gelincikleri.
Güney rüzgarı sıcaklığı getirsin.
Hadi gülsene, gülmen gerek.

Yok ben kıskanmam seni,
Yeter ki sen gülsen.
Tutamazken içten gülücükleri,
Haykır o güzellikleri.

Kışın ortasındayız hadi gül.
Yarın tatil diye gül.
Sonra okuldayız diye gül.
Yeter ki gül.

Gül sen, sen gül.
Gülmek için gülmen gerek.


13 Aralık 2012 Perşembe

Zümrüdîye Çalan Manton

Soğuğun içerisinde bir yerlerde,
Camların buğulaştığı kör saatlerde,
Dibe çöken sisin heyecanıyla,
Karaladım birkaç satır manton içinde.
Zümrüdî bir mantoydu üzerindeki,
Canlı, heyecanlı ve engin.
Yüzün kadar canlı.
Mimiklerin kadar heyecanlı.
Senin kadar engin.
İliklenmiş düğmeleri uca kadar.
Ateş kadar sıcak.
Onun kadar yakıcı.
Uzaktan hissedilir alevi.
Yanaklar alık alık.
Gözler uzakta arar nesneyi.
Dikmek gerek ona gözleri.
Notlar karalarım ufak kâğıtlara.
Yazıyla dolu dahi köşe bucak.
Sen dolaşıp dururken karanlık sokaklarda.
Ben izlerim gölgeni aydınlık sabahlarda.
Güneş daha mı erken doğsa nedir?
Gece biran evvel kısalmalı.
Üç adım yollar ekvatora dönmemeli.
40 dakikalık vakt-i dil yüzyıllara dönmeli.
Gün doğalı çok oldu.
Zil çalalı epey geçti.
Akşama az kaldı.
Güneş batmakta karşımda.
Kahvem yudumlanmalı fincanımda.
Kalemim karalanmalı defterimde.

Her cümlenin gizli öznesisin.
Ben ki bir garip yüklemim,
Bana soru soranlara seni gösteririm.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Rakamlar

Rakamlarla Dans.
Bir, iki, üç.
Başım ağrıyor.
Kulaklarımda bitmez bir tını.
Uzun zamandır yağmur yağmıyordu.
Gökkuşağı alsın gökteki yerini.
Yağmurlar sarsın heryeri.
Yumruklasın evimin bacasını
On üç, on dört, on beş.
Soğuk bir damla süzülsün sıcak göğsüme.
Titretsin iliklerime kadar.
Saçlarım yıkansın yağmurla.
Ceplerim dolsun suyla.
Ben süzüleyim buhranla.
Bin üç yüz kırk sekiz.
Parça parça olmuş bulutlar.
Maviliğe saldırır yosunlar.
Kızıl bir gün doğar tepede.
Orada ıslak bir belde.
Yedi milyon dört yüz seksen bin on sekiz.
Soğukta üşüyen bir sarı çocuk.
Sarılır kibrit çöpüne.
O artık bir; kibritçi kız.
Seksen dört milyar bin üç.
Yağmur yağsın rahmetle.
Yıkasın dünyayı bereketle.
On trilyon.
Tarıyayım dolanmış saçlarını ellerimle.

12.12.12
Bir daha denk gelmeyecek bir tarihin anısına.
Rakamların sevgisine.
Sayıların matemetikteki önemine.
12.12.2012


11 Aralık 2012 Salı

A'ksettirmek

Yol uzun bir çile.
Adımlar büyük denize.
Elim sarılır kaleme.
Döner durur dün ile.

Kalbim minicik bir hazine.
İçinde saklı meçhul kimse.
Kaçan bir naibse.
Arar durur arafesinde.

Zindan karanlık bir hane.
Kapılar çalınmış siyah kile.
Pencerelerde metal bir file.
Sayıklayıp durur nafile.

Ayak sesleri en dipte.
Fareler dolanıp durur kenefte.
İnsan boş bir tenefüste.
Haykırıp durur abeste.

Döner  çember çevresinde.
Geometri karenin köşesinde.
Sözler dilin ötesinde.
Anlam cümlenin içerisinde.

Kavram sözlüğün içinde.
Anlam beynin berisinde.
Sıfat kitabın gerisinde.
Yarın günün ilerisinde.

Dimağımda bir fikir.
Aklımda döner durur.
Dile gelince yok olur.
Yalnızlığımda canlanır.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Hipokondriyak

Yine dönüyor başım.
Ayaklarım adımlarını seyrekleştiriyor.
Dünya geriye doğru sarıyor.
Soluklarım düzensiz.
Ve gözlerim;
Görmek ve bakmak arasındaki tereddütünde.
Hastalıklar sarınmış bana.
Kuşatmışlar vicdansızca.
İşgal etmekte hücrelerimi.
Yormakta bitap düşen kalbimi.
Zihnim algılamamak için yarışta.
Neyim var? Neden böyle?
Herkes dönüp dururken kendi çevresinde.
Ben dönüyorum evrenin çevresinde.
Hastalık zihnimde başladı.
Ve yayıldı vücuduma.
Dile geldi akciğerim.
Haykırdı soğuğun tadını.
Ve bağırdı böbreklerim.
İçtiğim kanın tadını.
Dilim feryat figân içerisinde.
Kusmakta zehrin tadını.
Boğazım yanıyor alev alev.
İçtiğim ateşin tadıyla.
Doktor bakarken renksiz yüzüme.
Bedbaht düşmüş sesime.
Dinç vücudum erir o hanede.

Bir garip vak'adır bu.
Hastalığım hasta olmakta.
Hasta olmadıkça hastalanmaktayım.
Hastalandıkça iyileşmekte.
Hasta olsam hastalanmayacağım.
Hastalanmasam hastalanacak.
Hastayım, hastasın, hasta.
Hastayız, hastasınız, hastalar.
Ulama yok.
Kip ekleriyle başım dertte.
Dönüp durmakta.
Hipokondriyak.


9 Aralık 2012 Pazar

Venüs'iye Feneri

Bu ışık hazneleri ancak gözlerinden geliyor olmalı.
Bu etrafı aydınlatan güneş ancak senin gölgenden arta kalanlar olabilir.
Bu ışıklar bir yol gösterici gibi.
Önümde sana gelen yolu aydınlatıyor.
Geceyi saran, karanlığı yarıp bana kavuşman için bekliyorum.
Ayaklarım yorgun ve bitap düşmüşken senin bana gelmeni istiyorum.
Vakit daha bir yavaş geçiyor beklerken.
Karanlık daha bir çöküyor kavuşmayı beklerken.
Şiddetli bir arzu uyanıyor içimden.
Gece erken çökmüştü.
Fenerinin ışıkları aydınlatmalıydı yolumu.
Sana gelen yol güneşin ekseni.
Gözlerimi açamayacağım kadar parlak.
Elimi uzatamayacağım kadar sıcak.
Kara deliklerle dolu evren.
Tutup uzaklaştırmak için beni.
Sınır tanımayarak uzanıyor dünyanın suları.
Işığın giderek artıyor.
Ra'nın başına koydular senin fenerinden gelen ışıltıyı.
Artık başında taşır seni o.
Atfedilmiş gibidir sana o güneş.
Çöllerin gündüzü senden geliyor.
Sana yaklaştıkça kuraklaşıyor toprak.
Bereket ancak sana ulaşınca sarıyor çevreyi.
Uzaklaştıkça senden, kaynıyor kanımız.
Fokurduyor hayat suyumuz.
Maviliklere gömülüuyor kayığımız.
Sensin yolu aydınlatan vasıtamız.

Venüs'iye Feneri.
Aydınlatacak yolun, karanlığa düştüğünde önümü.
Aresiskender'den.
Ares'in 7 harikası.
V.Ö. bilmem kaç yılı.

8 Aralık 2012 Cumartesi

Anaksunamun'a Mektuplar

Kanım kaynıyor fokur fokur.
Yangınlar tutuşturmuştu organlarımı.
Sessiz çığlıklar yükseldi.
Derin kuyular dile geliyor.
Piramitlere kazınmış harfler hayat buluyor.
Hiyerogrifler canlanıyor.
Lanetlenmiş gibi hissediyorum.
Mumyalanmış parça parça naaşlar.
Parça parça edilmiş bedenler.
Ufuk kutulara toplanıyor uzuvlar.
Hayat kitabım kapanıyor.
Mührü basılıyor üzerine.
Karanlık bir lahit içinde.
Gümüşi bir gökyüzü tepemde.
Yılanlar raks etmekte.
Altınla kuşatılmış mabetler.
Süslenmiş ince ayrıntılarıyla satenler.
Kuşaklar sarınmış bellere.
Anaksunamun'un ellerinde ipek mendiller.
Altın işlemeli ak giysiler.
Yas tutmak için henüz erken.
Kavuşmak yakın bir gelecekte.
Havada nemli sevinç çığlıkları.

Kalbim konulmuş ufak bir kafese.
Atışları ilk günkü gibi taze.
Henüz mumyalanmamışken.



Akordeon Çalan Kız

Akordeon çalan bir kız.
Sesi duyulur millerce öteden.
Beyaz gelincik gibi giysisi içinde.
Saçları dalgalanır rüzgarla.
Elinde bir musiki kutusu.
Parmakları dolanır tuşlarında.
Kuşlar eşlik eder sesine.
Kelebekler söyler şarkısını.
Onu dinleyen sümbüller boy verir tohumundan.
Arılar sarar çevresini.
Deniz onu yakalamaya çalışır.
Ayakları ezer kumları.
Toprakta bırakır izleri.
Bir plak gibi dolanır çevresinde.
Kâh azalıp sonra coşkunlaşır neşesi.
Titrek bir fısıltı yayılır havaya.
Soğuğu getiren rüzgar yönünü değiştirir.
Şarkısını dinler onun bulutlar.
İçli içli bırakır gözyaşlarını toprağa.
Yağmuru  görür yanaklarında.
Ateşli bir buse yayılır dudaklarında.
Kalbi vurur trambolin gibi sertçe.
Büyük bir beste çıkar ortaya.
Mozart ayağa kalkar saygısından.
Bethoveen'ın kulakları dinler seni.
Raphael dikecektir heykelini senin.
Mona gülüşünü alır senden.

Akordeon çalan kız.
Dolaşır narin parmakları ansız.
Yağmurda çalar şarkısını ıssız.
Gökyüzü siyah ve aysız.


7 Aralık 2012 Cuma

Şal

Benim bir şalım var. 
Boynumda iken renklenir dünya.
Renginin tonu içimi açar.
İpliklerinin dokusu kalbimi.
Onun varlığını bilmek .
Düşünüldüğümü bilmektir.
Kalbimin en güzel köşesinde şimdi .
Ona dokununca yalnızlık silinir varlık belirir.
Varlığın gelir. sevgiler ya da senin deyiminle;
muhabbetlerimle. :)

Karanlığı aydınlatan güneş kadar berrak.

Şal ki oldu dünyaca elim,
Sallanır omuzlarında senin.
Serin bir rüzgar eser doğudan,
Alıp götürür seni beriden.
İplikleri dokunur eli beyaz terzide,
İğneleri altın saçaktan.
Kalp ki atar şal deyu deyu,
Sıçrar beyne kadar kan deyu.

Şal.
Kal.
Al.

Yollar

Yollar kıvrılıp uzuyor dağın eteklerine,
Vakit ile sönüyor parlak ziyası.

Kızıllığın şulesi sararken ufku,
Ayın izdüşümü kovalıyor güneşi.

Tutup bir merdiveni dayamalıyım gökyüzüne,
Toplamalıyım daldaki meyve gibi yıldızları.

Çakıl taşları dolarken pabuçlarıma,
Yorgun ayaklarım hissettirmemeli kendini.

Gelirken uzaktan sesi ırmakların,
Kulak vermeliyim seslerine kuşların.

Ağaçlar yeşillendirirken ıssız toprakları,
Arkadaş gibi sarmalıyım sarmaşıkları.

Son polenini toplamış uzaklaşırken arılar,
Söyler şarkısını daldaki çiçekler.

Yerde ağır ağır ilerliyorken karıncalar,
Yuvasına ulaşmanın derdinde serçeler.

Vakti gelen baykuş tünemişken zirvede,
Ötüşleri yankılanır boşluktaki gecede.

Adım adım ilerlerken bozuk yolda,
Çökmüş içime karanlık bu yerde.

İnce uzun yollar selamlarken bendimi,
Boynumda asılı bir veda tılsımı.

Kavuşmak için nazenin sevgiliye,
Koşmalıyım yırtarak adelelerimi.


6 Aralık 2012 Perşembe

Güzellik Kavgası: Bir Nergis Çiçeği

Narkissos'un Hikâyesi - Narkissos'dan Nergis'e.

Yüzyıllar boyunca süregelen körkütük bir savaş olmalı bu. Nedense güzellik denildiğinde akla farklı alanların farklı güzellikleri geliyor ve her insan kendi güzelliklerini gözler önüne sermek için dönüşü olmayan yollara sapıyor. Bu sapmalar insanın bilincini oyalıyor ve kendi büyüsüne kanmasına neden oluyor. Aynada kendini gören insan güzelliğin sadece kendinden ibaret olduğunu düşünür. Ki aynalar bu nedenle insanın başını döndüren bir bulmaca gibidir. Onun büyüsüne kapılmamak zor olsa gerek, bu kadar insan onun büyüsüne kapıldığına göre. Narkissos'lar giderek çoğalıyor dünyamızda. Her Narkissos kendi bedenine dokunmak için can veriyor. Bu yüzdendir nergislerin sayısı giderek çoğalıyor ve yeryüzünün dört bir yanını nergisler kaplıyor. Onun kokusunu Fizan'dan dahi alabiliriz. Göller denizlere dönüşüyor ve sular her yeri seller içerisinde bırakıyor. Göllerde kendi güzelliğinin peşinde. En güzel balıkların kendi sularında olduğunu söylüyor, en güzel günbatımının kendi sularında gözlendiğini iddia ediyor ve insanın içini ısıtacak en güzel suyun kendinden geldiğini söylüyor. Güzellik kavgası bitmez tükenmez bir endişe ile devam ediyor. Ne Narkissos'lar azalıyor ne de bundan ders çıkaranlar. Oreas bile bu aldanışa tanıklık ederken bunu insanın yüzüne sert bir tokat olarak indirmiyor. O dahi bu aldanışa seyirciyken doğanın güzelliği sarıyor çevremizi. Oreas'ın yüzyıllardır uykuda olanları uyandırma vakti geldi artık. Uyanılmalı bu ölüm uykusundan. Güzellik gözlerimizin gördüğüdür (içinde), aynanın gösterdiği değil. Ve her güzellik gizini içerisinden taşır. Güzel görünen güzel olmayabilir. Aldanmak için ayna yeter, aldanmamak için ise görmek değil bakmak gerek, dokunmak gerek, seyredalmak gerek. Nergis mevsimi yine gelir bütün şiddetiyle. Nergis kokusuyla uyanmak gerek.


Narkissosun, kendi güzelliğini hergün bir gölün sularında seyretmeye giden bu yakışıklı delikanlının efsanesini biliyordu simyacı. Bu delikanlı kendi görüntüsüne öylesine vurgunmuş ki, günün birinde göle düşüp boğulmuş. Onun göle düşüp boğulduğu yerde bir çiçek açmış, bu çiçeğe nergis adı verilmiş.
 Ama kendi yazdığı öyküyü böyle bitirmiyordu Oscar Wilde.
 Tatlı su gölünün kıyısına gelen orman tanrıçaları Oreas'ların onu bir acı gözyaşı kavanozuna dönüşmüş olarak bulduklarını yazıyordu, Oscar Wilde.
  -Neden ağlıyorsun? diye sormuş Oreas'lar.
  -Narkissos için ağlıyorum, diye cevap vermiş göl.
 -Ne var bunda şaşılacak, demiş bunun üzerine orman tanrıçaları. Bizler ormanda boşu boşuna onun peşinde dolaşır dururduk, ama onun güzelliğini yalnızca sen görebilirdin yakından.
 -Narkissos yakışıklı bir genç miydi? diye sormuş göl.
 -Bunu senden daha iyi kim bilebilir ki? diye cevap vermiş iyice şaşıran Oreas'lar hergün senin kıyılarına gelip sularına bakıyordu.
 Göl bir süre sessiz kalmış, sonra şöyle konuşmuş;
 -Narkissos için ağlıyorum ,ama onun yakışıklı olduğunu hiç farketmemiştim ben. Narkissos için ağlıyorum, çünkü sularıma eğildiği zaman, gözlerinin derinliklerinde kendi güzelliğimin yansımasını görebiliyordum.
[Paulo Coelho-Simyacı]

5 Aralık 2012 Çarşamba

Veda Denemesi

Bir veda denemesi de benden 
Sonbahar veda demek 
Tek veda kış gelirken mi yaşanır 
Sadece yapraklar mı düşer dalından
Kalp de yaprak döker mi 
Sessiz ve üzgün
Yüreğin vedası da olur mu ki
Kim gider kim kalır zamanla
Gidenler baharla yeşertir mi kalbi 
Gelirler mi tekrar 
Yoksa her gidişte bir dönüş ihtimali yok mudur ?
Gidiş ve terkediş hep kolay da 
Kalmak hep zor mudur?
Ağaç gibi tekbaşına kalmak,
Yapraksız, renksiz ve kupkuru…


Kalemi kırdırtacak kadar güzel.

4 Aralık 2012 Salı

Sonbahar: Veda

Sonbahar geldi, gönlümde hâlâ ilkbaharın esintileri dolaşırken.
Hüzün şarkıları çalmaya başladı yine.
Ayrılıkların mevsimi bu.
Ağaçlar vedalaşıyor yapraklarıyla.
Kuşlar selamlıyor yuvacıklarını son kez.
Terkediş başlıyor vakitsizce yine.
Uzaklara gidiyor herkes.
Bilinmezliklerin diyarına kök salmaya aday her birey.
Yağmur dövüyor evimin kapısını.
İçeri girmek için izdiham çıkartıyor.
Boyumu aşıyor artık fırtınalarının boyu.
Kışa haber salıyor artık.
Elçi görevini yerine getiriyor.
Heryer karanlık, çamur, basık, kapanık.
Yapraklar kızılın tonlarında.
Ağaçlar kahvesini koyulaştırıyor artık.
Toprak insanı yutacak gibi.
İstanbul'a sonbahar çöküyor.
Burası artık bambaşka bir şehir.
Giysilerini değiştiriyor caddeler.
Kaldırımlarını yağmurlar suluyor.
Bahçelerini toprağın kokusu sarıyor.
Şemsiyelerce insan dolanıyor yollarda.
Havanın boğukluğunu gidermekte gökkuşağından fırlamış şemsiyeler.
Eldivenler, mantolar, atkılar, şallar.
Her yerde farklı motiflerle bezeniyor baharın sonu.
Kış geliyor, geliyor, geliyor.
Bahar sona eriyor.
Bu veda mevsimide bitiyor.


3 Aralık 2012 Pazartesi

Küpe

Küpesini düşürmüştü.
Düşen o ufak küpeden çağlayanlar kopuyordu.
Sesleri kulağımı deliyordu.
Başım çatlayacakmış gibi çarpıyor.
Küpesini düşürmüştü.
Minnacık, karbeyazı, inci küpesini.
İçimi aydınlatan beyaz küpesini.
Farkında değildi oysa.
Umutlarım bağlıydı ona.
Şimdi ellerimde bir teki.
Eşi benzeri yok.
Hangi kuyumcu işlediyse onu.
Hangi deniz doğurduysa onu.
Hangi istiridye ev sahipliği yaptıysa ona.
Şimdi önümde uzanıyor o.
Giderek büyütüyorum gözümde.
İnci gibi dişlerin. -olmadı gülüşlerin-
Kar gibi giysilerin.
Küpen inci, inci küpen.
Saç onları yeryüzüne.