31 Ocak 2013 Perşembe

Kahvenin Telvesi

Kahvenin telvesi çıktı karşıma.
Son yudumla beraber farkettim yine.
Hiç değişmemiş aslında.
Ve kahvenin telvesinde sen belirdin.
Seni gördüm kahverengi bir fonda.
Sen vardın yine orada.
Hiç kıpırtısızca duruyordun orada.
Telvede bile sen varsın.
Sen her yerdesin.
Kahvenin yudumları bu yüzden daha tatlıydı demek.
Ve telvesi yakmadı boğazımı.
Kahvenin telvesi çökerken dibe.
Kapatırken ben fincanımı.
Ve beklerken soğuması için.
Sen kabardın yüzündeki çizgilerinle.
Ve mimiklerin canlandı bir anda.
Sen çıktın yine karşıma.
Sen çizilmişsin oraya.
Buradada karşımdasın.
Her yerde olduğun gibi.
Kendi başıma farkettim.
Kendi başıma keşfettim.
Sen telvenin bana gösterdiğisin işte.
Dünyanın bana gösterdiğisin.
Sen her yerdesin.

Kahvenin telvesindesin.
Sen en çok; bendesin.


Mutluluk Çeşmesi

Kana kana su içmelisin sen oradan.
Ağzından damlamalı damlalar.
Onlardan hayat bulmalı çimenler.
Meyve vermeli ağaçlar.
Sen mutluluk çeşmesinden beslenmelisin.
Sebepsiz yere gülücüklere boğulmalısın.
Sen susamışsın belli.
Kalk git oraya, suyun yolu eğri.
Uzat ona ellerini.
Yıka yüzünün her köşesini.
İçini serinletsin onun suyu.
Mutluluk çeşmesi bu.
Kaynağını senden alsın.
Sen nefes aldıkça suyu dalgalansın.
Dolu dolu ırmaklara yağsın.
Denizlerle buluştuğu yerde gürlesin.
Yolunu senden bulsun.
İzlerini takip edip sana ulaşsın.
Onun suyu hiç kurumasın.
Günden güne çoğalsın.
Yeryüzü sular altında kalsın.


Kara Delik

Kara bir delik bu.
İçine düştüğüm.
İçinde kaybolduğum.
Sonu ve başı gözükmeyen.
Görünenin belli olmadığı.
Belli olanın görüldüğü gibi olmadığı.
Hiçbir gözüken doğru değil
Kara bir delik ortasında dünyanın.
Aramıza girmeye çalışan sanki.
Kendinden başladı yok etmeye.
Kendisiyle beraber içine çekti çevresindekileri.
Uzaklaşmalı ondan.
Ayıramaz kara köşeler bizi.
Kara delikler çoğalsa ne fark eder?
Senin çekim gücü geçer onu.
Ve yok eder mesafeleri.
Kara delikler gömülür kendi karanlığına.
Parçalanırlar kendi çevrelerinde.
Yok olmaya mahkûmdurlar.
Biz var olacağız.
Biz söndüreceğiz onun ışığını.
Kara delikleri yok edeceğiz.
Kendi içimizde kaybolacağız.
Ancak budur kaybolmak.
Benim için.


Bir Resmin Hikâyesi

Bir resmin hikâyesi bu.
Henüz çizilmemiş olan.
Çizilemeyecek kadar güzel.
Tamamen sana ait olan.
İçinde benim olmadığım.
Senin her santimetrekaresine teneffüs ettiğin.
Dokunduğun.
Hissedildiğin.
Her rengi almışsın doğadan.
Hepsi büyük bir canlılık içerisinde.
Her şey olması gerektiği gibi.
Tamamen sana benziyor.
Bu resim senin resmin.
Sen çizersin bunu ancak.
Ben yetemem bunu çizmeye.
Bu resimde her şey güzel.
Hiçbir şey eksik değil.
Tamamlanmış.
Yarım yamalak değil hiçbir nokta.
Renksiz kalmamış hiçbir obje.
Silinmemiş hiçbir kare.

Bir resmin hikâyesi bu.
İçinde sadece senin olduğun.


26 Ocak 2013 Cumartesi

Çile Vakti

Belki bu 1001 gece sürmeyecek,
ama çileye yatışın ta kendisi olacak.

Günler kısa gibi gözükür baktığımda,
Takvim yaprakları süzer beni,
Her koparılışta daha da yakınlaşacağım zamana
ama o kopma vakti gelmiyor bir türlü.
Sayfalar birbirlerine kenetlenmiş,
Güç onları birbirinden ayırmak.
Koparılsın tüm bu yapraklar,
Takvimler hızlansın biraz,
Herkes dua ederken geçmişe dönmek için;
Ben yalvarıyorum saate, hızlansın diye bir müddet,
En azından kısa bir an için
ve gelsin yine vakti,
Bu süreç vakt-i kıyamet.
Ben sessizce kıyam eder,
Senin için şarkılarımı söylerim.
İşte hadi sonlansın bu hüzün şarkıları,
Bülbüller neşelensin yine,
Yağmur dinsin bir süre.
Sen gelene kadar toplansın bulutlarda,
Hüznün sözleri,
Seninle beraber düşsün ilk taneleri,
Senin şerefine yıkasın sokakları.
Biraz saklansın güneş bu diyardan,
Uzaklaşsın bir müddet,
Senin geldiğin gün açsın en güzel şekliyle.
Çileli bir dönem bu,
Ben de geçirdim başıma dikenden bir tel
ve sırtımı saran dikenler,
Her adımda beni yoran ağırlıklar.
-Zamanı sırtımda taşıyorum.-
Bu yüzden bu kadar ağır geliyor yaşamak.
Yine gelecek ve geçecek zaman,
Çile günleri bitecek
ve çıkacağım kapandığım karanlıklardan.
1001 gece olmasa da bu çile sonlanacak,
Daha zor geçecek belki
Belki daha acımasız
ama geçecek, çünkü sonunda (...) varsın.


25 Ocak 2013 Cuma

Kalp Kapısı

Kalp kapıları açık yine.
Ardına kadar dayanmış.
İçerisi çok geniş.
Bu genişliği dolduran ise tek.
Bu genişliğe sen dar geliyorsun.
Bu kadar genişlikte az geliyor sana.
Daha geniş olmalı yüreğim.
Daha fazlasını kabul etmeli.
Sığdırılamıyorsun zaten.
Kalp kapıları açılmış sonuna kadar.
İçeri bakan seni görür.
Senden ibaret kapının içindekiler.
Seni gösteririm ancak.
Bu kalbin atışları çok düzensiz.
Teklemeleri çok yoğun.
Süratlenmesi çok çabuk.
Hareketleri seninleyken istekli.
Düz kaslarla çizgili kaslar değil etkileyen.
Ancak sensin harekete geçiren.
Sen istediğin sürece onlar hizmetinde.
Sen bıraktığında onlarda emekli olacaklar.
Kalp kapılarını kapatmalıyım artık.
Bu gecelik çok yorgunlar.
Sensizlik yorar onu.
İnzivadalar.


Yoğunlaşmak

Çok yoğun.
Çok kalpten.
Çok dolu.
Çok sevgili.

Yoğun bir biçimde sen varsın bende.
Ben senden ibaretim.
Yoğunlaştım ben seninle.
Hücrelerim seninle doldu.
Atomlarım sıkıştırılmış.
Bütün organlarıma yoğun olarak sen akıyorsun.
Oksijenden daha fazla sen varsın bende.
Beyin işlemcilerim seni üretiyor durmadan.
Kaslarım senin için çalışıyor.
Adelelerimde.
Senin yoğunluğunu hissediyorum ben.
İçimde seni sıkıştırmışım.
Hiç kımıldayamıyorsun sen orada.
Göğsüm inip kalkıyor sessizce.
Sen oradada varsın.
Senin olmadığın neresi var ki?
Yoğunlaştıkça sen içimde.
Ben biraz daha uzaklaşıyorum benden.
Ben benden uzaklaştıkça dahada sen oluyorum.
Çok hızlı tepkiler veriyor vücudum.
Ölçü olarak seni tanıyor.
Tepki olarak senin istediklerini üretiyor.
Her şey enzimlerime nüfus etmenle başladı.
Ve artık proteinlerimi ele geçirdin.
Sen nasıl istersen.

Sana Benzeyen

Sokakta her yana sen sinmişsin.
Sana benzeyen o kadar çok şey var ki.
Yerini tutamazlar bir türlü.
Sana benzemek bile güzeldir onlar için.
Senin tek telin kadar değerleri olmasa dahi.
Sana benzeyenler.
Ama sen olamayanlar.
Olamayacaklar.
Sen bütün benzerlikleri acımasızca kırarsın.
Öznelliğin doruk noktasındadır artık.
Rüyalarımda gördüğüm sendin.
Sana benzeyenler değil.
Uyandığım sendin.
Sana benzeyenler değil.
Sana benzeyen onca şey varken.
Hiçbiri sen olamıyor.
Sen olamayanlar sensizleşiyor.
Sensizleşenler senden uzaklaşır.
Senden uzaklaşanlar yaşamdan koparlar.
Kopanlar giderler.
Sen ise hep kalansın.
Geriye kalan yine sensin.
Hiçbir şeyini kaybetmemiş olarak.
Yine, yeni gibi olarak.
Sen, sana benzeyenlerden sıyrıldın.
Bütün varlık, senden yokluğunu aldı.
Sen ancak sana benzersin.

Sana benzeyenler.
Sen olamayacaklar.
Sensiz olanlar.
Bunu farkedemeyecekler.


Benim Gözlerim; Senin

Gözlerin çok güzel, benim olabilir mi?

Gözlerin büyülüyor beni.
Kıpırdayamıyorum onların karşısında.
Denizler kadar sonsuzluk var içinde.
Mercekleri büyür ve küçülür.
Büyürse nutkum tutulur.
Küçülürse nefesim kesilir.
Gözlerin yakalıyor beni.
Nerede olsam bana dönüyor.
Sauron'un Efendisi gibi aslında.
Hep benim peşimde.
Ben onu öyle görüyorum.
Bu beni hoşnut ediyor.
Gözlerin perçinliyor beni.
Adım adım üzerimde olduğundan eminim.
Dikkatli davranmaktayım ben.
Her şey gönülden olmalı.
Hiçbir şey doğallığını kaybetmemeli.
Ve yakıyorsun beni.
Gözlerinden alevler fışkırıyor.
Vezuv kadar sıcaksın sen.
Lavların perişan ediyor beni.
Her yeri kırmızıya boyuyorsun sen.
Gökler bile kırmızıya çalınmış.
Sen her düzeni alt  üst ediyorsun.
Gözlerin her şeyi değiştirebiliyor.
İçerisinde sonsuzluğu barındırıyor.
Onlardan uzaklaşılamıyor.
Yer çekiminden daha kararlı olarak beni çekiyor.
Bırakması mümkün değil onların.

Gözlerin beni ben yapıyor.
İçinde sonsuzluğu barındırıyor.

Benim gözlerim; senin.
Senin gözlerin; benim.


Seni Tanıyorum

Hayatta sadece seni tanıyormuşum gibi geliyor.

Seni tanıyorum.
Ben bir tek seni tanıyorum.
Herkes sana bürünmüş.
Ne yana baksam işte diyorum.
Yine O.
Beni takip ediyormuşsun gibi.
Her yerde izlerin.
İşte orada.
Beni kendi ellerinle büyütüyorsun.
Bana kendi yaşamınla yaşamyı öğretiyorsun.
Ben emeklerken koşturmaya başlıyorsun.
Ben seni tanıyorum.
Kendimden daha da çok.
Ses çıkarmadan geliyorum arkandan.
Ya da sen yürüyorsun benim önümden.
Önümde yürüyen sen değil misin?
Arkamda beni kollayan?
Gözlerini bana dikmiş adımlarımı takip eden?
Sen değil misin gözkapaklarımdaki?
Seni tanıyorum.
Her bakış sanadır.
Her doğruluş sanadır.
Ben sana geliyorum.
Tamamen sen olarak geliyorum.
Zaten başkada gidebilinecek kimse yok.
Her yerde sen varsın.
O hâlde ben sana gelmiyorum ki.
Sen zaten hep benimlesin.
O zaman ben hep seninleyim demektir.
Desene biz hiç ayrılmamışız.
Ve işte yine tekrarlıyorum;
Seni tanıyorum.
Ne yana baksam sen.
Nereye dönsem sen.
Nasıl davransam yine sen.
Ben seni tanıyorum.
Senden hiç ayrılmıyorum.


Kelebek

Bak yine kelebek gibiyim.
Ömrümü sana adıyorum ben.
Senin peşinden geleceğim.
Sayıyla ifade edilecek şu anlarım senin içindir.
Senin için varım ben.
Kozamdan ayrılıpda geldim senin için.
Sana ulaşmak için.
Sana dokunmak için ayrıldım ormanlardan.
Daldım insan ormanına ben.
Her yerde kalabalıklar.
Ben yalnızlığı sevdim en çokda içinde seni.
Ben aciz bir kelebeğim.
Ömrüm kısadır benim.
Rakamlar beni ifade eder.
Uzatamam ben bunu.
Ancak elimden gelen sana gelirken hızlanmaktır.
Koşmaktır.
Şiddetle kanat çırpmaktır.
Ben henüz ayrıldım kozamdan.
Gözümü senin için hızla açtım.
Birde buluştum hava ile.
Seni tanıttılar bana.
Bütün çiçekler senden bahsetti.
Senin için en güzel desenleri aldım ben.
Bütün renklerden topladım kanatlarımda.
Farklı türlere büründüm ben.
Eşsiz bir hâl aldım.
Sana gelmek için.
Sana ulaşacağımı bildiğim için.
Bu kelebek ulaşacaktır sana.
Sen bu merhalenin son haddisin.
Sen ulaşmak için doğulansın.
Ben ise bir kelebek.

Ben can verecek bir kelebek.
Sen ise göklerde yarı melek.


Can

Cana dair ne varsa aslında sana dair.

Sen artık benim parçamsın.
Koparılamayan, ayrılamayan.
Ayrıştırmak mümkün değil seni benden.
Sen benim canımsın.
Kelimelere sakladığım isimsin.
Sözcük oyunlarının çıkış kapısısun.
İçinde bulunduğum bu labirentte;
Takip ettiğim ayak izlerisin.
Sen benim kanımsın.
Sensiz yaşamak mümkünlüğün ötesinde.
Ölüm kadar soğuk.
Toprak kadar kendine çeker.
Canım senin ellerindedir artık.
Avuçlarındadır o senin.
Her şey elindedir senin.
Sen en tepedesin, yükseklerde.
Dokunmak için uzunca sana;
İşte bende yükseliyorum senin için göklere.
Sağ bırakmak ve ayırmak dünyadan.
Canı değerli kılan değerlerle.
Sen bu canın hizmet ettiğisin.
Sen bu canın sahibisin.
Kıymetlimisssin.
Baş tacısın.

Benden uzaklaşabileceğini sanıyorsan, sen öyle san.
Damarlarımda gezen baştan başa sana ait kan.
Vakit ağarıyor buluşmak için, vakit tan.
Baştan başa sana ait, bende bulunan can.


24 Ocak 2013 Perşembe

Oyunbozan

Bozdun oyunu sen,
Yolundan farklı bir düzlemde her şey.
Düzlem belirsiz,
Farklı oyunlar var içinde,
Ama hepsinden çok adı anılmayan,
Bir oyunbozan var.
Oyun oynanmıyor hiç,
Ne kazanabilmek mümkün ne de vazgeçebilmek.
Bu oyuna giren; eğecektir boynunu,
Kaybetmeye baştan yazgılı,
Teslim edecektir kendini.
Esaretidir kişinin bu oyunda sahaya sürdüğü,
Kazanmak için esir olmayı seçtiği.
Bu en güzeli oyunların,
İçine hayatın karıştığı,
Varlığından nefes alan
ve bu oyun hiç bitmeyecek,
Döndükçe dünya gibi başımda sen.
Oyunbozan yeniden oyununu oynayacak,
Zarlar elinde, desteler, kartlar...
Zarın ne göstereceği bilinmez,
Kartların kimde olduğu,
Hilenin kim tarafından kurulduğu ve
Hedefte kimin olduğu...
Oyunbozan yine sahneye çıkarsa şâyet,
İşini yapıyorsundur kuşkusuz.
Yine aklımı kaybediyorum ben
ve duruyorum olduğum yerde,
Gözlerim senin üzerinde sabitken.
Bileklerim bağlanmış birbirine,
Son oyundasın ve ben mahkûmum sana,
Teslim olmuş bir Fransa kadar,
Alman ordularına,
Şüphesiz.

23 Ocak 2013 Çarşamba

Altın Rengine Çalan Saçların

Uzun uzadıya akan bir nehir gibi berrak saçların var.
Her telinde denizin kokusunu hissettiğim.
Güneş kadar ulaşılamaz sarı bir tonda saçların var.
Baktıkça gözlerim kamaşmakta.
İçinde rüzgarın nefesini barındıracak kadar ferah saçların var.
Her nefeste yaşama isteğiyle doluyorum.
İpek kumaşlardan işlenmişcesine yumuşak saçların var.
Bulunmaz kumaşlardan daha değerli.
Övmekten bıkamayacağım saçların var.
Her telinde senin adını andığım, izlerini taşıyan.
Altından daha değerli saçların var.
Rengiyle bütünleşen ve onu tamamlayan.
Fersah fersah öteden tanınabilecek.
Onu bulmak mümkün olmasa gerek.
Dokunabilmek için bile yanmayı göze almak gerek.
Ateşi üfler gibi yüzüme.
Yandıkça onun ateşiyle daha fazla yaklaşıyorum.
Her teline dünyayı sığdırabilirim.
Her telinde dünyayı bulabilirim.
Her telinden geleceği ve geçmişi görebilirim.
Yakut kadar değerlidir sana ait olan ne var ise.
İzler bulur yine ulaşırım her teline.
Sende bana ait olan çok şey var.
Saçının her telini okşamak istiyorum.
Falcının gördükleri gibi, sende beni görebilirim.
Saçların kelimelerimi gölgesinde bırakacaktır.
Yinede bir şeyler yazılmalı onlara.
İçtenlikle, sevgiyle.

Altın rengine çalan saçların var.
Değerini ancak ona benzetebilirim.


16 Ocak 2013 Çarşamba

15 Ocak 2013 Salı

Çoban Yıldızı

Lala la lalala.

İnsanlık hâlleri işte.
Sürekli değişebiliyor.
Çoban yıldızı.
İnsana yönünü gösteriyor.
Bir avize gibi kendini gösteriyor.
Orada asılı duruyor işte. En yukarıda.
Yerinden santim oynamıyor.
O eksenin başlangıcı gibidir.
Herkesin gözü onu arar.
O isterse saklanır ardına bulutların.
İstediğinde ortadadır bütün gösterişiyle.
O ancak kendi etrafında döner.
Yönünü o belirler sadece.
Gecenin büyük aydınlığı.
Uzayın eşsiz parçası.
İnci tanelerinin en kıymetlisi.
Yıldızların en parlağı.
Çoban yıldızı.
Arananların en can alıcısı.
Bulunamayan, dokunulamayan, keşfedilemeyen.
Ancak ismi bilinir onun.
Uzaktadır milyarlarca kilometre.
Geçmiş çağlardan bir miras gibidir.
Sahip çıkan benim işte.
O benim bir parçamdır.
Ayrılmaz bir bütünüz biz onunla.

Çoban yıldızı.
Dönüyorum senin etrafında.
Saat yönünün tersine.
Hiç durmamacasına, başım dönene kadar.



14 Ocak 2013 Pazartesi

Şemsiye, Yağmurlu Bir Günde

Şemsiyenin altından izliyorsun yine dünyayı.
Seyirci gibisin bu sokaklara.
Hiçbir şeye temas etmiyorsun.
Kaçmak geliyor içinden usulca.
Yağan yağmurla yürüyorsun.
Rengârenk şemsiyenle ilgi odağısın.
Adım adım geçiyorsun caddelerden.
Bulutlarda seni takip ediyor.
Senin peşinde dolaşıyorlar.
Rahmet kapıları senin olduğun yerlere açılıyor.
Şemsiyenle bütünleşmiş gibisin.
Sımsıkı sarılıp bırakmayacak durumdasın.
Rüzgar mücadele ediyor seninle.
Onu koparmak istiyor senden.
Hayır. Sen buna izin vermezdin, vermedin.
Ve hırçın rüzgarda takıldı senin peşine.
Oda bütünleşti yağmurlarla.
Senin peşinden sürükleniyor oda.
Sen hepsinin birleştiği noktadasın.

Yağmurlu bir günde.
Elinde şemsiyenle sen.
Ne kadarda güzelsin.
Gün gün, adım adım, tane tane.


13 Ocak 2013 Pazar

Birlikte

‎"Kimi zaman şuna inanıyorum: Birlikte yaşayamayacağız, boyun eğip rahatça uzanıvereceğiz yan yana, ölmek için. Ama ne olacaksa, senin yanında olacak..." 
Franz Kafka / Milena'ya Mektuplar


Birlikte olmak gerekiyor sadece.
Birlikte olunca her şey daha renkli.
Doğa en güzel renklere bürünüyor.
Yaşam daha anlamlı oluveriyor.
Birlikte olunca yağmurun anlamı farklı oluyor.
Saçakların altına girip veyahut şemsiyenin.
İzlemek istiyor insan saatlerce.
Coşkun seller gibi bulutlardan damlayan yağmur zerrelerini.
Ellerinde tutup onlara bakmayı.
Güneş göz kırpıyor sanki.
Birlikte olunca.
90 derecelik açıyla düşüyor gibi ışınları.
Hiçbir engelle karşılaşmıyor.
Doğrudan ulaşıyor bize.
En güzel hâlini alıyor karşında.
Uzaklıkları yakın etmiştir artık.
Dikenler yolumuzdan çekiliyor birlikte olunca.
Tertemiz bir yola dönüşüyor.
Uzanıveren önümüzde.
Oturup çimlere kaldırmalıyız başımızı.
Gözlerimiz delmeli ozonu.
Uzayın bilinmezlikleri karşımızda.
Ve biz izlemeliyiz uzakları.
Uzayın ötesini.
Ses çıkarmadan saatlerce.
Uzanıvermelisin omuzlarıma.
Uzanıvermeliyim dizlerine.
Uzanıvermeliyiz.

Hiçbiri olmaz ise eğer yaşamda.
Birlikte ölüvermek istiyor insan.
Sadece beraber olarak.
Herkesten uzakta.
Başbaşa.


12 Ocak 2013 Cumartesi

Floransa'da Kahvaltı

Floransa'da kahvaltı etmek isterdim seninle;
Karşımızda Davut heykeli,
Güneş Duomo'dan doğar üzerimize,
Biz otururken öylece.
Çıkarız Michelengelo tepesine,
Seyrederiz taştan bir yapıyı,
Bir bütün gibi.
Uzanır önümüzde Floransa,
Taştan kenti sanatın:
Yeşilin kavgalı olduğu
ve ormanları uğramadığı,
Orman kokusunun yabancı sayıldığı.
Kahvaltı saati geldi artık,
Güneş doğdu ardında tepelerin.
Buranın kahvaltısı farklı,
Floransa'da renkli derler omlet,
Yumurtalar henüz gibi.
Sıcak bir iklimle beraber,
Kırları yok henüz, sıcak güneşi.
Kaldırımlar kilometrelerce, yürürüz.
Galleria Degli Uffizi'de dolaşırız,
Ayaklarımızı sürüyerek ilerleriz yollarda.
Köprülerden geçerken görürüz ilk defa maviyi,
Gördüğü Raphaello'nun da,
Aynısıydı bunun.
...ve orada tanışırız ırmaklarla bir daha,
Dante'den şiirler okurum sana,
Sen de kaybolursun Michelengelo'nun heykelleri arasında,
Karşımıza çıkar Donatello.
Senin heykelin dikilmediği için kayıp bir şehir bu,
Üzgün ve mahzun bakışları,
Senden izler taşımadığı için buruk bir sevinç taşıyan.

Floransa güzel,
Senin kadar değil.


11 Ocak 2013 Cuma

Pencerem Sonsuzluğa Bakıyor

Sana bakıyor.
Sana bakan pencerem genişliyor.
Gözlerimin gördüğü sensin.
Seni gören gözlerim sonsuzluğu görür.
Onu dünyada görmekde mümkün.
Bakmak ortaya çıkaracaktır bunu.
Pencerem seni gösteriyor.
Senden başka hiçbir şey yok.
Sadece sen varsın.
Perdelerim açık sonuna kadar.
Onları kapatmak mümkün değil.
Gözlerinden çıkan ışık deliyor onu.
Ve üzerime doğuyorsun.
Sen benim sonsuzluğumsun.
Sonun gelmeyen sonusun.
Ne maviye çalar rengi.
Ne de yeşil.
Yeşilinde saklı engin bir mavilik gibi.
Onda buluşmuş yeşil ve mavi.
İkisi boyamışlar evreni.
Ya kaybolmak ormanlarda.
Ya savaşmak derin denizlerde.
İkisindede sen varsın.
Sen varsan ben her ikisindede varım.
Pencerem sonsuzluğa bakıyor.
Tek bir noktaya kitlitlenmişim.
Ayıramam gözlerimi oradan.
Ve donuklaşamaz bakışlarım.
Bana bakan gözler donuk değildir.
Cam gibi berraktır.
O denli şeffaftır ki onun penceresi.
Ben oradan içerisini görebilirim.
Sımsıcaktır penceremin gösterdiği.
Sıcacıktır o.

Pencerem sonsuzluğa bakıyor.
Sana bakıyor.


10 Ocak 2013 Perşembe

Değer Vermek Üzerine

Değer vermek üzerine bir şeyler yazmak gerekiyor sanırım.
Değer vermek demek insanı değerli kılmaktır.
Değerli kılınan değerini hissetmeli.
Onu insanlar içinde göklere çıkarmaya gerek yoktur.
Çünkü o zaten hep göklerde olacaktır.
Değer insanın içinde bir parçayı ona adamaktır.
İnsan değer verdiğinde kendinden bir parçayıda ona verir.
Bu parça kontrol edilemezdir artık.
Kontrolü bile bile, istenerek, arzuyla, büyük bir mutlulukla verilmiştir.
Bunu sıkça göstermek yersizdir.
Değer verilen bunun farkında değilse, farkında olacak kimse yoktur.
Bazı şeyler karanlıktadır.
Onu ancak insan kendisi aydınlatabilecektir.
Bu insanlığın büyük giz'inin bir parçasıdır.
İnsan değerlendikçe nesnelerin değersizliği gün gibi ortaya çıkmaktadır.
Ve insan değerlendikçe değersizler yok olacaktır.
Değerler buna bedeldir.
O bir bedelin karşılığıdır, karşılığını bulacaktır.
Bir bedel ödemeden bir değer elde edilemez.
Değerli olanlar değerlerini buna borçludur.
Değerlisin.
Değer verilenlerden daha fazla.
Değerlenenler değerlerini senden ödünç alırlar.
Değer olarak sorulan ancak sensin.
Her şey sana değer.
Sana değmeyecek olan yoktur.
Sen her şeye değersin.
Hiç kimse olamayacak bu değerde.
Değerlenenlerin en uç noktasında.
Değerlisin.

Değer verdikçe değerleniyor insan.
Değersizleştirdikçe değersizleştirmede.

9 Ocak 2013 Çarşamba

Kar Gibi

Havada kar var.
Kalbim buz tutmuş gibi.
Erir mi oda benim gibi?
Donar mı bedenlerimiz?
Buzullar göçer mi diyarlarından acaba.
Bembeyazken biz bu saatte.
Kimbilir güneş nereye saklanıyordur.
Nerede ısınıyordur soğumuş bedenler.
Ben seni ararken çığların en dip yerlerinde.
Göçebe gibi yaşıyorum artık.
Ulaşamadım sana bir türlü.
Soğuk bütün organlarımda hissedilirken.
Ayaklarım buz tutmuş kımıldayamazken.
Parmaklarım birbirine yapışmış kımıldanamazken.
Kim bilir hangi dağın zirvesindesin.
Hangi dağın zirvesinde hangi kar tanesine dokunuyorsun.
Ateşin başına oturmuş ısınıyorsun.
Ben soğuk diyarlarda, soğuktan yanarken.
Artık buzullarla kaplanmışken.
Gel ve kurtar beni.
Kar gibi bembeyaz bir örtüyle.
Bembeyaz bir günde.
Bulut beyaz, toprak beyaz, ağaçlar beyaz.
Ne var ne yoksa.
Her şey beyaza boyanmış.
Ak bir güne uyanmış.
Seni kucaklamış.
Sıkıca sarılmış.
Isınmış.


8 Ocak 2013 Salı

Hipnoz

Tik tak.
Sağa sola.
Başım dönüyor.
Saatin dönüşü gibi esir alıyor beni.
Hipnotize olmuş dönüyorum kendi çevremde.
Ben döndükçe dünya dönüyor.
Dünya döndükçe gözlerim kararıyor.
Gözlerim karardıkça ben tükeniyorum sanki.
Hipnotize olmuş gibi yaşıyorum.
Kendimi bile kontrol edemezmiş gibi.
Dolaşıyorum kimsesiz çayırlarda.
Oturuyorum bomboş banklarda.
Seyre dalıyorum uzun mesafeleri.
Fersah fersah izliyorum bahçeleri.
Hoş kokularla mest oluyorum.
Kimsesiz kalmış gibi hissediyorum.
Kar yağıyor üzerime.
Ben bu saatte seni arıyorum.
Kahvemi sensiz yudumluyorum.
Bu defa zift gibi geliyor tadı.
Her yudumda daha acı bir tad alıyorum.
Ve bu tat gitmiyor damağımdan.
Hipnotize olmuş gibiyim.
Kendi kendimle konuşuyorum.
Boş odanın ortasında oturuyorum.
Bir başıma dolanıyorum.
Dört gözle inceliyorum çevremi.
Her bir detayı inceliyorum saatlerce.
Kendimden geçiyorum artık.
Ezberlemiş gibiyim her şeyi.
Gözlerimin açık veya kapalı olduğunu ayırt edemiyorum.

Hipnotize olmuş gibiyim.
Kendi etrafımda dönüyorum.
Dünya artık dönmüyor.
Dönen sadece benim.


7 Ocak 2013 Pazartesi

Milyarlarca

Milyar kere hep sen.
Senin adını anacağım milyarlarca kere.
Tek tek yıldızları sayacağım sana ulaşana kadar.
Yoldaki çakıl taşlarını toplayacağım sana varıncaya kadar.
Sana varana kadar kulaç atacağım denizlerde.
Senin sesini duyana kadar nefesimi tutacağım.
Ceplerime çikolata dolduracağım milyarlarca kere.
Kitap sayfalarını hızlı çevireceğim senin adın geçene kadar.
Şarkı sözlerini seni duyana kadar dinleyeceğim.
Şiirlerde senden bahsedene kadar okuyacağım.
Arayacağım günün her anında seni.
Milyarlarca çiçek toplayıp sereceğim önüne.
Adım attığın her yeri donatacağım yeşilin tonlarıyla.
Ayı gökyüzüne lamba olarak koyacağım.
Yolunu kaybetmezsin ama, beni göstersin diye.
Ses tellerim senin adınla canlanıyor.
Hiç olmadığı gibi çıkıyor sesim.
Tatlı bir dil beni çağıran ve buzulları aşmamı sağlayan.
Çöllerde kaybolmuyorsam bil ki sebebi sensin.
Ve boğuşurken yeryüzünün zorluklarıyla.
Tutunduğum dal olarak sen varsın.
Senin gücün beni diri tutacak olandır.
Milyarlarca kere sen, yine sen, hep sen.

Duvarlara adını kazıyacağım, harf harf.
Defterlerime resmini çizeceğim, çizgi çizgi.
Şiirlerimin büyüsü senden gelecek, satır satır.
Milyarlarca kere sen, yine sen, hep sen.

Matematik sorularımda karşıma çıkan bilinmeyen gibisin.
Seni çözmek zor olan.
Milyarlarca kere sen, yine sen, hep sen.

6 Ocak 2013 Pazar

Eflatun

Bugün açan çiçeklerin rengi Eflatun.
Konuşan diller Eflatun'dan bahsediyor.
Rüzgar onun kokusunu taşımakta bana.
Onun için ısınmakta dünya.
Ayaklanmalarım onun için.
Buhranlarından kurtarmalı onu.
Tutupda kolundan çekmeli cennete.
Eflatun'un sözleri büyük.
Derinlere alıp götürür insanı.
Etkiletici dilinden damlar sözler.
Sükûtuda anlatır çok şeyi.
Oda keskindir bıçak kadar.
Sevimlidir onun anlattıkları.
Hayat bulur onunla cansız varlıklar.
Dile gelir fincanlar, kalemler.
Bülbül ötmesini durdurur onun için.
Oda dinler onun sesini.
O şarkı söyleyince çağlayan ırmaklar susar.
Bebekler ağlamaktan utanır.
Henüz kesilmiştir gürültüler.
Sessizlik onun şarkılarıyla canlanır.
Onun güzel sesinden nice yaşamlar çıkarılır.
Eflatun'un gözleri güzel.
Göz bebekleri kadar.
İrisinde olduğu kadar.
Ve dalıp gitmeli orada.
Onun göz bebeklerinde kaybolmalı.
Eriyip ruhuna akmalı.
Damla damla sözlerinden damlamalı.
Kan olup kanına karışmalı.
Can olup hayat bulmalı.
Su olup hayat vermeli.
Yağmur olup üzerine yağmalı.
Balık olup derinliklere dalmalı.
Kuş olup uçmalı.
Eflatun'un elleri güzel.
Kendisi kadar.
Oscar Wilde'ın hikâyesinde olduğu kadar.
Portresi çizilecek insan.
Çizgilerin çizemeyeceği güzellikte.
Saf altını ucuz kılan.
Ve karalamaları bile sanatı anlamlı tutan.
Heykelini dikmeli meydanlara.
İsmini vermeli nice semavi ülkelere.
Bu güzellik göstermeli insanoğlunun güzelliğini.
Yüzyıllardır uyuyan güzel işte;
Uyandı.


5 Ocak 2013 Cumartesi

Kanatlan; Uçurumdayken

Uçurumları sevenin kanatları olmalı. 
F.Nietzsche

Kanatların orada duruyor, bak;
Kalk artık olduğun yerden; arşa bak.
Hiç bu kadar sonsuz gözükmemişti dünya,
Uçurumların sonu yok.
Dünya işte bu: karmaşa ve ötesi çok.
Birbirine geçmiş onca halka,
Halkaların ucunda onca hikâye,
Hikâyelerin bittiği yerde başlangıçlar.
Uçurumun ucu çok yakın,
Dibi çok ıssız,
Yukarısı çok uzak
ama uçmak gerek.
Kanatlanmalısın sen de göklere,
Seni beklerler orada.
Yuvanı yapmalısın bulutlara,
Seni anar orada insanoğlu.
İnşa etmelisin ellerinle,
Kendini.
Nice ateşler var ki orada,
Kanatlarını yakmalısın ısınmak için.
Sıcak bir mağara köşesinde kimsesiz,
Ateşle içini dağlamalı,
Acıyı acıyla bağlamalısın.
Kanatlan daima sende,
Uçmak için beklediğin nedir?
Uçurum sana çok uzak,
Bana daha yakın (sanma).
Kanatlanmak için uçurum gerek,
Uçurumdayken uçmak gerek.
Aşağıya değil yukarıya dik gözleri,
Hep yükselmeyi ve daha yukarı.
Aşağısı çok uzakta olmalı sonra,
Yukarısı çok yakın,
Araf çok uzakta olmalı.
Beklemek yersiz ve zamansız.
-Sen kanatlarınla aşmalısın zamanı.-
ve tünellerden ulaşmalı oraya.
Yeni bir ülke kurmalı,
Kanadı olanları kabul etmeli,
Senden ibaret olmalı.


4 Ocak 2013 Cuma

'Çeyrek Var

Çeyrek var ömrün tükenmesine.
Trenin kalkmasına çeyrek var.
Mektubun eline ulaşmasına çeyrek var.
Yâre kavuşmaya çeyrek var.
Yolculuğumun bitmesine çeyrek var.
Sesini duymaya çeyrek var.
Çeyrek var adını anmama.
Akrep döner yelkovanla.
Ve onu izler saniye hızında dakikalar.
Dakik olamıyorum zaten.
Saatler salise gibi.
Zaman algılayışım belirsiz.
Benim için sadece;
Güneş doğar ve batar.
Ve ikisi arasında birinde güneşin,
Diğerinde ayın şahit olduğu;
Bir yaşam çıkar ortaya.
Her şeye çeyrek var aslında.
Bir çeyreklikle pekçok şeyi halledeceğim.
Takvim yaprakları çok hızlı değişiyor.
Rakamlar sadece basit birer karalama.
Yıllarda sadece rakamlar.
Kâh çocuklar büyüdü.
Kâh büyüyenler ayrıldı.
Ayrılığada çeyrek var.
Kavuşmaya olduğu kadar.

3 Ocak 2013 Perşembe

Katilimin Elinde

Sabah uyandığımda dikmiştim gözlerimi.
Büyük bir yaraya ev sahipliği yapıyordum.
Kalbim sökülmüştü.
Ve esen rüzgarı hissedemiyordum artık.
Arındırılmıştım bedenimin dokularından.
Kalbimi söken katilimdi.
Bıçak izleri kalmıştı onun yerinde şimdi.
Bıraktığı yaraları takip etmek istiyorum.
Ve ben kayboluyorum o izlerin ardında.
Kalbim artık başka bir diyarda.
Aramakta efendisini.
Ve ben eriyorum onsuz her geçen gün.
Katilim ölümümü yavaşlatmıştı.
Böylesi işkenceyle ömrü tüketmekti.
Ve bu ömür geçiyordu acımasızca.
Kırmızı bir güneş doğmuştu benim için.
Kan içiyordum her gece uyumadan.
Ve kustuğum kandı.
Kalbimin yokluğunda damarlarım dinlemiyordu sözümü.
Ve ellerim kızıla çalıyordu rengini.
Kızıl atlastan elbiseler içindeydim.
Kırmızı günler yaşıyordum artık.
Nereye baksam kırmızı.
Katilimin koynunda uyumuştum yine.
Ve onun eli dolaşırken göğsümün üzerinde.
Ben bırakmıştım kendimi onun rüzgarına.
Ve rüzgarın serinliğiyle dalmıştım uykuma.
Bu uyku uykuların en acımasızı.
Bedenim bedenlerin en güçsüzü.
Bu uykunun sonu ölüme uyanıştır ancak.

Katilimin ellerindeyim.
Sarıyor beni o.
Ve sessizce ölüyorum.
Günden güne.
Şikâyet etmeden.



Kürk Mantolu Venüs

"Şimdi ben gidiyorum fakat ne zaman çağırırsan gelirim..." dedi.
Evvela ne demek istediğini anlamadım...
O da bi an durdu ve ilave etti:
"Nereye çağırırsan gelirim."
Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna
(Sayfa: 140)

Sarınmıştın kürklere.
Dolanıyorsun çevremde.
Bürünmüşsün kırmızılara.
Kitap kokusunu taşıyorsun üzerinde.
Örüyorsun dünyayı masallarla.
Destanları barındırıyorsun bedeninde.
Fırlamış gibisin şarkılardan.
Buram buram sevgi kokuyorsun.
Taşıyorum senide benimle.
Gittiğim her yere benden önce varmışsın.
Kürkünle tiran olmuşsun.
Sergileniyor yüzlerce resim.
Önünde hızla geçiyor insanlık.
Ben durup seyre dalıyorum portreni.
Ellerim dokunuyor fırçanın dokunduğu her köşeye.
Altın çerçevelere konmalı bu resim.
Ve herkesten saklanmalı.
Onu kimse bilmemeli, duymamalı.
Senin kitabın yazılalı çok oldu.
Ben yeniden yazıyorum seni.
Seni anlatan çok oldu.
Ben bir daha anlatıyorum seni.
Hepsinden daha farklı.
Ne öncekiler gibi, ne sonrakiler gibi.
Benliğimden sıyrılarak yapacağım bunu.
Sadece sen dolacaksın göğsüme.
Yarıp çıkaracağım kalbimde ne varsa.
Her köşesini seninle dolduracağım.
Ne varsa sana ait olmayan.
Hepsi mahkûmdur yok olmaya.
Yok olmak için var oldular.
Varlık gelince yokluk olacaklar.
Epik bir anlatım bu.
Seni anlatmaya dilim kâfi değil.
Ancak ruhumun coşkularıyla bütünleştiğinde.
Ve dışavurumu sessiz bir şarkı.

"Maria Puder bana bir ruhum bulunduğunu öğretmişti.
Ve ben de;
Onun, şimdiye kadar rastladığım insanlar arasında ilk defa olarak,
bir ruhu bulunduğunu tespit ediyordum."

Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna




Oğlak

Pan gibi dolaşıyorsun kırlarda.
Elindeki flütten çıkıyor en güzen namelerin.
Issız kırları dolaşmalısın boydan boya.
Ve her çiçeği tek tek koklamalı.
Sen dillere desten şarkılar söylemelisin.
Çobanlara yollarını tarif etmeli.
Kuzuların sessizliğine ortak olmalısın.
Kavalından çıkan sesler yönlendirmeli.
Hızlı adımlarınla kaybolmalı.
Ormanın derinliklerinde hayat bulmalı.
Orada hayatı görmeli.
Tüm insanlığa güzellikleri hissettirmelisin.
Sirinks senin dudaklarınla hayat buluyor.
Ve onu döndürüyorsun dünyaya.
Her nefesinde yeniden ferahlıkla doluyor.
Yeniden doğuyor her notada.
Perileri kıskanır yaşamını onun.
Ve o kaprisleriyle güzelleşir.
Yeni bir şarkıya başlar.
Sözlerini çığlıklarıyla tamamlar.
Sonu gelmez artık bunun.
Sonu gelmemeli koca bir ömrün.
Asırlık çınarlar devrilmeli bazen.
Günlere yüzyıllar sığdırılmalı.
Her nefeste farklı hisleri çekmelisin içine.
Güneş yine doğudan doğacak.
Farklı insanların üzerine.
Bambaşka şekillerde.
Oğlak.



2 Ocak 2013 Çarşamba

Göç; Kuşlarda Gitti

Bu arada havalar giderek soğuyor.
Sen gidince baharda seninle beraber gitti sanırım.
Artık buralarda kışın hükümdarlığı sürüyor.
Bütün çiçekler soldu.
Gece daha bir karanlık artık.
Ve kuş seslerini işitemiyorum artık.
Hepsi göç ettiler seninle beraber.
Bu topraklar ıssız.
Çöl kadar kavurucu.
Soğuğu içimizi yakıyor her geçen gün.
Kuşlarda gitti.
Şarkılarını alıpda gittiler.
Yuvalarını bırakıpda gittiler.
Ayrıldıkları yerleri yakıpda gittiler.
Bu şehir terkedilmiş gibi.
Kuru kalabalık var her yerde.
Doldurulamaz boşluklar içerisinde.
Çeşmeden akan suyun bile rengi değişti.
Renk körlüğü cereyan etti.
Siyah beyaz günler yaşanıyor artık.
Renkli hayatlar can verdi.
Bahar bir daha döner mi bilinmez.
Kuşların vatanı var mıdır?
Varsa orası nerededir?
Belki vatanlarını özlerde dönerler.
Sen gelirsin yani.
Sen geldin diye gelir hepsi.
Ağaçlar yine meyve verir.
Eskisi gibi.
Ama daha bağlı olurlar toprağa.
Yuvalarını daha sıkı yaparlar.
Belki bir kibritle ısınarak geçirirler koca bir kışı.
Senden alırlar sıcaklıklarını.




1 Ocak 2013 Salı

Saatler Seni Gösteriyor

Bak görüyor musun, sana doğru bakmakta zaman,
Kum saati senin için hızlıca akmakta.
Yelkovan akrebe yetişmek için amansız bir mücadelede,
Neye uğradığını şaşırıyor duvar saati.
Saatler seni gösteriyor,
Saatler, seni, icat edildikleri günden beri.
Köstekli saatim seni görünce değiştirdi tik-tak sesini,
Derin bir yerden gelir gibi, kuytudan.
Ritmini kayıp zamanın sesi kısılmış.
Kâh hızlanıp kâh yavaşlar senin düşlendiğin vakitler,
Zamanın bulanık döngüsü,
Temiz suya fırlatılmış taş.
Zamana hüküm giydirip şimdi seyre durdum,
Fırlamış yerinden bütün insanlık,
Yollarda gördüğüm, ne bu kalabalık?
Milyonlarca insan niye doluşur buraya,
Herkes sana mı bakar her köşebaşında,
Herkes seni mi çağrıştırır bana?
Senin düşlerin dilsiz gibi,
Sesi duyulmaz konuştuklarının.
Saatler seni gösteriyor, saatler seni.
Vakit giderek yaklaşmakta sana.
Akrep yelkovana çelme takmakta,
Isırmakta avını,
Hızla dönmekte çevresinde yelkovan.
Zaman kontrolsüzce hızlanıyor,
Vakti gelince durmayı bilse, zaman kendini bilse.
Yoksa hep böyle hızlanır mı yaşam?
Durdurmak gerekir bazen,
Saplamak gerekir onu duvara;
Durmazsa nicedir hâlimiz,
Rakamlar değişmesin artık,
Vakit tamam.
Artık mıhlanmalı olduğu yere akrep,
ve birbirinden hiç ayrılmamalı bu ikili.
Artık zaman kumları dursun yerinde,
ve sussun saatin tik-takları.
Artık dinlenmeye çekilmeli saatin kuşları,
vakit tamam, her şey hazır.


Bahar Geldi

Bahar geldi, bahar geldi.
Sabaha kadar.

Yollardan dön artık, geri gel.
Sönmemiş gözlerindeki aydınlık fer.
Büyük dalgaların götürdüğü uzak bir yer.
Kapıldığım beni sürükleyen büyük sel.

Döndü yine bana yüzünü beyaz ay.
İçinde kürek çektiğim ahşap sal.
Artık denizlerin en derin noktasına dal.
Ayrılmamacasına olduğun yerde kal.

Elimi daldırdığım denizler mavi.
Giyindiğim kazağın her yeri kâni.
Dilimden düşmeyen uzunca bir mani.
Sende özletme, gel artık yani.

Ferahlığı derinliklerde ara.
Saplanan bıçakların ucu kara.
Geçirdiğim nöbetler sara.
Bu, izleri taşınan güzel yara.

Gezinen bu, onun narin eli.
Dolanır çevremde ince beli.
Gelmez onunla insanın eceli.
Dünya daralmış, haydi dön geri.

İşlemeli altından bir oya.
Milyarları kapsayan eşsiz bir maya.
Bu parçalanamaz bir kaya.
Günlerde geçti artık saya saya.

Durmadan yürürüm bu yollarda fakat.
İçimde dindirilemez büyük merak.
Uyanamadığım büyüleyici serap.
Vücudum tarumar olmuş, harap.

Bahar geldi, bahar geldi.
Sen geldin.


Katil; Yine O

Kalbim, bir katilin ellerinde .

Yine o, katil.
Uzaktan bakıp gülümsüyor bana.
Oysa dişleri inci gibiydi.
Gören benzetemezdi onu katile.
Kanatları kapatıyordu güneşi.
Ölüm meleğine bürünmüş hâldeydi.
Onun elindeydim artık.
Giysileriyle pırıl pırıldı.
Yaralamıştı beni defalarca.
Artık kan damlıyordu toprağa.
Damla damla izlerim kaplamıştı evreni.
Ben sürüklendikçe toprağa dokunarak.
Geliyordu ardımdan gülümseyişiyle.
Ölümü hiç bu kadar tatlı hâyal etmemiştim.
Ve hiç bu kadar mutlulukla karşılayacağımı.
Kucağımı açmıştım ona.
Sarılıyordum ona.
Ve işte yine o, katil.
Yanımda artık.
Silahlarını bırakmıştı artık.
Beni götürecekti kendi dünyasına.
En doğal hâliyle karşımdaydı artık.
Cansız bedenler karşısında gizlenmenin anlamı olamazdı.
Bitmiş bir masala yeni bir son yazılamazdı.
Ölü bedenlere canlılık getirilemezdi.
Gidenler döndürülemez.
Ve bir katil asla pişman olamazdı.