24 Kasım 2014 Pazartesi

Bakma Bana Öyle

Bakma bana öyle,
Alışık değilim aydınlığa.
Sunma yeşil ırmaklarla dolu cenneti,
Alışık değilim güneşe.

Yum gözlerini ve düşle beni,
Eğer görebilirsen karanlıktan ayırt edip.
Kısma dudaklarını ki inciler,
Çıksınlar sadeflerinden.

Bakma bana öyle derinden,
Ömrüm yetmez seni tamamlamaya.
Dayanamam gözlerin karşısında,
Duramam artık.

Aşk boğazından karşıya geçmeyi dilerim,
Bir kayığın içinde belki.
Orada boğulmak,
Gönül çukuruna gömülmek isterim.

ama, bakma bana öyle.
Alışık değilim diyorum sevgiye.
Hiç sevilmedi aslında, kimse.
Kimsenin alnında yok böyle bir yazı.

Kaçır artık gözlerini benden,
Yetmez mi bu tutsaklık?
Neden dilersin sevgilim esaretimi,
Özgürlük bana özgüydü oysa

Bakma bana sevgilim bakma.
Âşık erir karşında bakma.
Tükenmişliğin suyundayım,
Bana öyle bakma.

10.XI.2014

23 Kasım 2014 Pazar

Nilgün'e Mektuplar

Hayır Nilgün, sen ölmemeliydin ve yürüdüğün yolda plaja giderken bir an olsun arkana bakmadan koşmalıydın, ev çok uzak değil ve Babaanne'nin sesi hâlâ kulağında ve sen hiç usanmadan beni dinliyip bu dinlencelerin sonunda beni en zayıf noktamdan yakalayacak bir yer buluyorsun ve ben senin karşında tıpkı senin karşında olan aciz bir mahluk gibi ne yapacağımı bilemeden oyalanıp eşelenip kucaklanıp duruyorum ve sen ilgini benim üzerimden hiç eksik etmeden veya tüm varlığını benim üzerime doğrultarak bana daha önce hiç sahip olmadığım bir yer açıyorsun ve ben okuduğum veya okumakta olduğum kitapları ya bir kenara bırakıyorum ya da okuduklarımın içerisinde okumadıklarımı eritip defterime sıra sıra hiç önem vermeden ve belki de kaybedeceğimi bilerek yazıyorum ve bu yazmalarım sonucunda senin yüzünde ufak bir gülümseme için tüm vaktimi harcamaya razıyım çünkü biliyorum ki sen ben ne yaparsam yapayım, hiç düşünmeden söylediklerimi kabullenmeye, yer yer sorgulamaya, destek olmaya ve tüm eksikliklerimi içinden gelen bir dürtüyle örtmeye razısın, hayır Nilgün sen ölmemelisin ve ben tıpkı baban ve deden gibi en şiddetli krizlerin içerisinde senin yerine ölmeliyim ve bu ölüm sırasında senin beyin kanamanı da üzerime almalıyım ki sen rahat bir ömür sürebilesin ve ben aslında tüm bunları yaparken senin için kardeş, ağbi, sevgili gibi tüm kelimeleri yüklenip seni doğru bir şekilde yansıtmalıyım Nilgün, ve Babaanne sana beni sorduğunda sen benim sadece senin bildiğin bir yerde olduğumu söyleyip sana kötülük yapmak isteyen tüm o komünist ve faşistleri kendinden uzak tut, kendinden uzak tuttuğun insanların sayısı ne kadar artarsa işte benim ölmem de aynı miktarda anlam kazanacaktır ve şunu bil ki Nilgün, ben asla boşuna ölmek istemiyorum, senin beyin kanamanı üzerime alma nedenim de zaten Şevket ve Orhan bir hafta sonra buraya geldiklerinde onlara benim senin için yaptıklarımı anlatman ve belki Orhan üşenmezse benim romanımı yazmasını sağlaman, Adnan Bihter'i, Bihter Behlül'ü severken seni sevmiş olan ben bu üçgenin tam olarak neresindeyim bilmiyorum ama senden ibaret olan bir dairenin merkezini teşkil ettiğime dair bir şüphem yok ve Kemal'in romanını nasıl ki birinci tekil kişinin ağzından yazdıysa Orhan ben senin romanını yazamadım affet ama o benim ağzımdan senin romanını yazsın Nilgün, o zaman ben boşuna ölmemiş olduğum gibi kendi nezdimde de seni sonsuza kadar yaşatmış olacağımı düşünürüm ve artık gitmek zorundayım Nilgün ve sen benim için de üst kata çıkıp Babaanne'ye hep o aptal soruları sormaya ve yarı-cevapları almaya devam et ve beni Darvınoğlu ailesinin mezarlığında daha sonra kendinin de gömüleceği yerin yanına göm, bir ağaç olsun başucumuzda ama bir dakika Nilgün ve ölen sensen ben seni oraya gömüp bir an önce yanına gelmeliyim, geleceğim Nilgün, az kaldı, yanında olacağım, mezarını mezarımla ısıtacağım, hayır Nilgün sen hâlâ ölmedin.
Abdullahfarukmetinhasan
#SessizEv

Sadece Seni Yazmak İsterdim

     İngilizce bilmiyorum lakin seni birde İngilizce anlatmak isterdim, Çince, Korece, Moğolca, İbranice, Latince, Urduca ve bilinen tüm diller. Tüm lisanlardan ayrı yeni bir lisan oluşturup seni birde öyle anlatmak isterdim. Tüm katmanların üzerine çıkmak, tüm kuralları yok saymak ve aslında kuralların olmadığı bir dilde olmadık şekilde seni anlatmak. Bir şey yazmak ancak hiç okuyamamak. Herkesin gördüğü ancak kimsenin anlamadığı bir biçimde yazmak, şimdi yaptığım gibi. Herkesin tüm harflerı açık seçik gördüğü ancak içine girip dibinde neyin olduğunu kavrayamadığı sular, istiridyenin içindeki inci, balığın karnındaki Yûnus, bulutun haznesindeki yağmur damlası ve saklanan ne varsa. 
      Tüm gizleri toplayıp senin bedenine hapsetmek isterdim. Bedeninin büyüklüğünde tüm sırlar daha da küçülürdü, hatta öylesine bir sinerlerdi ki sana, sen ne olduğunu bile anlamadan tenin tüm sırlara yuva yapardı ve sen şefkatli bir anne gibi onları büyütürdün ve sen yavrularını yuvasında tüm rahatlığıyla büyütmek için dolanıp sonunda bir ot parçasıyla dahi olsa besleyen anne kuş merhametiyle onları göz göz ev yapıp barındıkları yerlerde beslerdin, sen öyle herkesten uzak her şeye yakın tüm sırları anlardın.
       Cümle veya kelimelerden değil, harflerden oluşan bir dille seni anlatmak isterdim ve hatta belki yalnızca seslerle. Her harf bir anlama bürünüp tüm sesler böylece karşılanacaktı, yeni bir abeceyle. Ne Latince'nin kolay çözümlenirliği ne Arapça'nın estetiği ne de Çince'nin karmaşası onda barınmayacaktı. Harfleri kâğıtlara değil ete yazılacaktı, kanla. İşte kalbe aşketmek demek isterdim buna, eğer benden evvel denmediyse. Benden sonra denecekse de benden olduğu bilinsin isterdim ve bunun yalnızca senin için oluşturulduğunu.
     Bildiğim ne varsa sadece senden bilmek isterdim. Öyle ki yürümeyi, koşmayı, büyümeyi, yaşlanmayı, emeklemeyi ve ölmeyi senden öğrenmek isterdim, yalnız doğum hariç. Doğum iki kişilik olmalıdır oysa, biz doğumun iki ucuyuz, doğum bizim doğumumuz, ölüm ayrı ayrı. Biz beraber doğduk demek isterdim ben doğduğumda, oysa ben öldüğümde yalnızdım, demek isterdim, her ne kadar ölümlerle doğumların kuyusuna benden başka düşen yoksa dahi. Tekrarlıyorum işte, bildiğim tek lisanda, benim doğumumdu bizim doğumumuz, benim ölümüm değil bizim ölümümüz. Toprak benden ölümü alsın ve bana doğumu bahşetsin.
       Sadece seni yazmak isterdim, yazabilseydim.

22 Kasım 2014 Cumartesi

İskandinavya Cehennemi

İskandinavya kadar ısıtır mısın içimi?
ve fanusun içine tıktığım gece,
Kim çıkardı seni dışarı?
Ben mutluydum,
Henüz gelmemişken dünyaya.
Lacivert bir bulut gezerdi tepemde,
Bana sergilediği koyuluğun en güzel tonunda,
Şiirler okurdum ona,
Her ne kadar anlamasada.
-Herkes anlasaydı ölürdü şiirim.-
Ben, çıkarılışım gibi cennetten apar topar,
Koparmaya geldim bağımı tüm yargılardan.
İnsanın koyduğu tüm kurallar,
Bir başkasının gelip onu kaldırmasını bekler.
İskandinavya kadar ısıt içimi,
Çok üşüdüm tut beni,
Sar ve sarmala,
Mümkünse,
Eğer,
Ölmeden önce.
O billur fanusun içinde,
Bir ömür, ömürden güzel,
Kristal hayat.
İskandinavya'da cehennemi tatmadan önceydi,
Yaşadığım her şey.

21 Kasım 2014 Cuma

Berlin Duvarı'ndan Çin Seddi'ne

Berlin Duvarı'ndan Çin Seddi'ne: Konstantinepolis'te

Berlin duvarını ben inşa ettim,
ve hatta Çin seddini;
İçimden dünyaya çektiğim,
Koca bit setti onlar, adı duyulan.
İçimin coğrafyası yerle bir oldu,
Affedilmedi gönül erlerim.
-Her sınır içimde sınırsızlıklara neden oldu.-
Anlama hat çekmek isteyen,
Vahşi yol kesenlerin unuttukları,
Bilinmez diyarlara açılan geçitlerdi.
Tüm geçitler dağların kalbini deler,
Unuttu insanlar.
Ben, eridim üzerimize yağan yağmurda;
İçinde kanlı kar olan.
-Mendilde ciğer kanı.-
Surlarımda gedikler açıldı,
Hangi fetih bu kadar kolay olabilirdi?
Bizans yıkılmıştı benden önce, biraz,
Bana kalan yıkıntılar.
Bir şehri dirilttim, kalbimi verdim;
Oysa bu koca bir taş yığını,
Birde etten oyma heykeller.
-Konstantin dirilmedi hayır, kenti ben kurdum.-
Şehri ellerimle sıvadım.
Hristiyanların beklediği o kutsal melek,
Sendin sevgili ve sen,
Onları yalnız bıraktığın gibi yalnız bıraktın beni.
-Ne onların Mesih'i geri geldi ne benimki.-
Angelus, gel ve kon omuzlarıma,
Gülümseyelim doğan güne, gün batarken.
Kirpiklerin kadar can bağışlayayım hayata.
-Angelus, gel ve kon gönül çınarıma.-

20 Kasım 2014 Perşembe

Günden Kopuk Günün Güncesi

17.XI.2014 - Günden Kopuk Günün Güncesi

Günden bugünü kopararak yazmaya başlıyorum. Kelamı günün dışına çıkarıp günün geri kalanına bir ışığın izdüşümünü yansıtmak istiyorum.

22:55
Gün, karanlığın içine hapsolmuşken doğan güneş değil bir insanın nuranî varlığıydı. Nuranî varlık, bir gök cismi gibi karanlığın en kesif noktalarından çıkıp benim gönlüme bir insanın duvara çarpışı gibi çarptı, bu aynı zamanda benim de çarpılmamdı, sonunda ben de çarpıldım, bu ilahî bir çarpılmaydı ve içinde ilahilik olan her şey gönlün sularında var olur. Gönüller Yaratıcı'nın elindeyse ve bu ilahilik her şeyden önce onun takdir ettiği ve yazgısını onun çizdiği bir durumsa o zaman bu yazgıyı insan gönül duvarlarına yazdığı gibi ellerinin uzandığı her yere yazmalıdır. Ben, elimin uzandığı ve kalemimin yazdığı her yere işte bu ilahî sırrı nakşediyorum, aşkediyorum, taşa kazıyorum. İşte, kelamım böyle başladı ve gelişmeye bu çizgi suretiyle devam etmeli.

 23:01
Aşk ile gelişen bir hayat ve hudutlarını sevgilinin çizdiği bir yaşam bize sunulan geçiciliğin ve vadedilen kutsiyetin ilk manevralarıyla beraber aynı zamanda varlığın ta kendisini meydana getirmektedir. Doğuda gün doğusuna, batıda gün batısına ve kuzey ile güneyde gün ortasına kadar ben bu yazgıyı yazacağım, ezelde yazılmış yazgının üzerinden geçeceğim, zira bu yazgıyı tekrar yazmak da yazgımın bir parçası. Söylesene sevgili, diyerek söze girildiğinde sevgilinin susuşu biraz da susuzluğundan olsa gerek ki sevgili susuş ile susuzluğu aynı çeşmeden akan su olarak algılamış ve başka bir iklimin içinde hiç var olmamıştır. Var olan âşıktır, sevgilinin varlığı âşığın varlığının yansımasından başka bir şey değil. Bir olmak, sevgiliyi kendi bedeniyle buluşturmaktan başka bir şey değil. Soyunmak, sevgilinin soyunmuş teninde güneşle ayı geceyle günü yerle göğü siyahla beyazı sevgiyle nefreti acıyla tatlıyı melekle şeytanı aynı ânda görmektir. Akıl hanemde gezinen ve ritmik bir şekilde sevgiliyi zikreden varlıklar yalnızca onun adının harflerinden oluşuyor. Akıl, sevgilinin güzel isimlerindendir. Kalp, sevgilinin en güzel isimlerindendir. Ruh, sevgilinin daha en güzel isimlerindendir. Tecerrüd, sevgilinin daha en pek güzel isimlerindendir. *, sevgilinin daha en pek çok güzel isimlerindendir. Tüm bu güzel isimlerin suya aksetmesi gibi kalp deryama vurması bir tesadüfün değil bir iradenin tecelli etmesidir. İşte benim yüreğim tüm bu çarpışmaların ve çarpılmaların ev sahipliği yaptığı yerdir.

23:05
Gün, gecenin koynuna atıldı ve gözlerini yumdu. Gece mi dişi gündüz mü dişi? Geceyle gündüz ne zaman sevişir? Günün bekçiliğini güneş gecenin bekçiliğini ay mı yapar? Gözleri güneşten daha parlak olan ve alnında nurdan bir aynayla dolanan sevgili güneş ve ayın anasıdır, atasıdır, zira o ışığın kaynağının kaynağıdır. O, tüm pınarların gözüdür. Sevgili, gözgünün kendisidir. Sonu gelmeyen kelimeler. Ben aşkımı taşa vurmak istiyorum. Ben aşkımı ağaca mühürlemek istiyorum. Ben aşkımı göğe ve yere yayıp uzayıp giden bir bütün olarak yazmak istiyorum. Ne kelamım bitmeli ne sözüm. Bunlar biterse biter sevgili. Oysa bende ne sevgilinin ne de sevgiliyi yazmanın sonu gözükmüyor. İlahî çarpılmam sonsuza dek sürecek gibi görünüyor, galiba bu sefer fena çarpıldım. Çarpılmaların en güzeli. Çarpılmaların ALLAH tarafından ezelden yazgılananı. Çarpılmaların yazısını yazanım, çarpılmaların her şeyini yazamayanım, kalpten geçen her şey yazılamaz ki, henüz yazılmaz.

 23:07
En doğudan en batıya adım yankılansın. Ben adı yankılandığında kendinden önce kendini kendi yapanın anlaşılacağı kişiyim. Ben sevgilinin soyunmuş halinin kendisi ve atasıyım. Ben sevgilinin âşık şekline bürünmüş haliyim. Ben sevgiliyim, ben sevgiliyi o vasfa yükseltenim. Ben sevgiliden ibaret olanım. Ben *im. Ben sevgilinin ismini kendinde saklayanım. Ben ismini daha doğudan daha batıya yaymak istediğim sevgilinin âşığıyım.

23:08
Ve Ares fısıldadı Venüs'ün dudaklarına: Dudaktan inilir kalbe, cennet ruhtan geçen kale ve surları yaran senin ellerin.
Sonunda tükendi geceyle gündüz ve günden soyutlanmış güncenin sonu geldi. Sonlar, bilinmek içindir, yaşanmak için değil.

19 Kasım 2014 Çarşamba

Âşığın Dilinde Âh

Âh-
Kalbi kırık kuşun,
Kış yüzüne gülmediğinden,
ve sürgün edildiğinde gökyüzünden.

Âh-
Balık yüzmeyi unuttu,
Mavi çekilip alındığında denizden,
Yutkunması boğazında takılı kaldı.

Âh-
Kızıl bir şurup içti kızıl saçlı kadın,
Sesinde düğümlendi parıltılar,
Buluşmadığından teni bir öpücükle.

Âh-
Sezgilerini evde unuttu adam,
Hiç bilmediğinden sevginin narin dokunuşunu,
Yolda kaybettiğinden geleceğini.

Âh-
Ardından kapanan kendi kapılarıydı,
Geçmişinde gömülü mezarlar dirildi,
Bu koca yaşam, sadece ölmeye dair yazılmış.

Âh-
Tükenmişliğinin içinde kendini süsledi çocuk,
Kavrayamadığından çöplükte güzellik olmayacağını,
Kandırıldığından vazgeçti yaşamdan.

Âh-
Aşklar gömüldü naylon mezarlara,
Hiçbir zaman vazgeçilemediği için engellerini aşmaktan,
Hiç sevilemediği için sevilen, ölü tende âşık.

Âh-
Öldüm ben de her gün ölen güneş gibi,
Doğum hiç yok,
Sadece ölmeye yaşamak kapalı kepenkler ardında.

18 Kasım 2014 Salı

Melekü'l-Kudüs

Kudüs, Kudüs, Kudüs,
Çok uzun zaman geçti,
Sıcak bir nefes gibi aksana boğazımdan.
Kaçtım üzerime yağan yağmurdan,
Affet beni Aksa,
Önünde sessizce duruyordum,
Yağan dolularla taşlaşırken bedenler.

Somore yerle bir oldu anlayın artık.
İçinizdeki kentler ölü.
Biz öldük şimdi Kudüs'le.
İşgal altında nefeslerimiz.
Aklımda bir kırbaç şaklaması,
İnen hiç durmadan sırtıma.
Omuzlarım acıyor, sarsana.

Aksa'da sancakların rengi kan,
Benim avucumda tuttuğumdu can,
Giderken ellerimi ısıtan cânân.
Geleceğim, geleceğim ben de Kudüs'e.
Güleceğim Akdeniz kıyısına.
Ağzımda söylenmemiş sözcüklerin tadı,
Bildiğim ne varsa unutacağım.

Süleyman'ın mührünü ben buldum,
Henüz yapılırken ilk mescit;
Sonra onu yuttum,
Kalbimde bir kördüğüm kaldı.
Ey rüzgar tut nefesini, üfleme üstüme doğru.
Tutamıyorum, bırakmak istiyorum kendimi sana doğru.
Artık tamamlamalıyım vademi.

Bak kollarımdan deniz suyu akmakta,
Çünkü deniz gibiydi içim,
Bu hiç bilmediğim bir hayatsal biçim.
Çocukların tek istedikleriydi hayatsal seçim:
Yerle bir olduk, gökle bir olamadık
Toprağa yumulduk,
Gökten kovulduk.

Kızıl çam ormanlarını ateşe verdim.
Şimdi geriye kalan issiz vadiler,
Bir de çorak topraklar, kalbim kadar.
Yangının uğradığı yerde hayat olur.
Benim olduğum yerde gün biter, güneş kaçar.
Şems diye haykırırım oysa;
Ardına dönüp bakmaz o güzel.

Kudüs'teki melek, gözlerime bakmayacak mısın?
Deniz suyunu damarlarıma enjekte ederken,
Hiç silmeyecek misin alnımın terini?
Oysa ben bırakmıştım ardımda Kudüs'e gelirken
İstanbul çok uzak, içimde bir yerlerde.
İçim bana benden daha uzak, dar.
Beni duymayacak mısın?

2 Kasım 2014 Pazar

Geceyi Yamamak

Yılların ve yolların sonu olmaz.
Yıldızlar hiç durmadan ilerler,
Gecenin lacivert kumaşında.
Bir yıldızdan diğerine atlar,
Gene yolumu bulurum.
Işık ırmağında yüzer,
Ben gene varacağım yere varırım.
Hiç gürültü etmem aydınlıkta,
Karanlığımı bekler heyelanlar.
Ay'ın açtığı kocaman yırtığı,
Yamamaya çalışmakla hata ettik.
Geceyi dikemediğim için beni affedin,
İğneyi kendi eline batıran bir terziyim.
Geceyi dikemediğim için üşüyen çocuklar,
Beni affedin, istemedim korkutmak sizi.
Ben ezelden üzgünüm.
ve yılların sonu gelmedi,
Hep bir yenisi eklendi gidenin peşisıra.
ve yolların sonu gelmedi,
Hep yenileri eklendi,
Henüz eskileri bile bitirememişken.
Şimdi gecenin yamanmamış deliğinden,
İçeri üşüten bir yel girer.
Korkan çocukların sorumlusu benim.
İyi bir masal anlatıcısı olamadım.
Ben hep korkanlardanım.

1 Kasım 2014 Cumartesi

Günce VI -Konuşan Kim?-

Günce VI
-Konuşan Kim?- I.XI.MMXIV
       Bir ses var derinlerimde dolaşan lakin kaynağını bilmediğim, alttan üste üstten alta akın eden. Damarlarımda gelgitler var hiç durmayan, mevsimini doludizgin yaşayan. Sürekli konuşan biri var, kim o?
       Konuşan ses, dinlediğim ses; iç-ses, söylediklerini yazarken çivi yazısını kullanma, harfleri aşketme kafatasıma, Latin abecesine geçeli çok oldu, artık siyah mürekkeple yaz kemiklerime. Kafatasım çivi yazılarıyla doldu, sürekli acıyan yanlarım var. Birisi anlatsın artık kemiklerimin ak mermer olmadığını ve sonsuza kadar var olmayıp toprağa karışacağını. Yazdığım her yazıyla beraber gömüleceğim ben, oysa okuduklarım okunmaya devam edecek.
       Sen ey seslerin şâhı! Dinliyorsan beni ve dinletiyorsan bana kendini ve sana seslenmeme izin veriyorsan dur durak bilmeden, o zaman ben de konuşuyorum sana, bu sonu bir türlü gelmeyen diyalogları susturmak gerek bazen, dinlemek lazım bir rüzgâr gibi fısıltıyla içimizde dolaşan o hafif sesi, hışırtıyı, gürültüyü... Bazen dinlemek lazım köleleri. Ben Eflatun değilim ve sen Sokrat, kimse işitmeyecek bizi ve kimse bize hak vermeyecek bu kavgamızın sonunda, sen Brütüs olma artık ve ben de Yüce Sezar olmak zorunda kalmayayım her seferinde. Bir imparatorluğun sesleri gibi dolaşma içimde, coğrafyam o kadar geniş değil, sıkıştırıp kalamam seni içime, patlarım her seferinde onulmaz yerlerimden, yırtılır göğsümde derilerim, yazılar akar oluk oluk ve ben tutamam hiçbirini, hem imlâ hatalarım da olur, aforoz edilirim Türk Dil Kurumu tarafından, sonra silinirim insanların ağızlarında buruk bir gülümseme bıraktığım için yeryüzünden. Sahi, çok kalmış olmamalı silinmeme yeryüzünden. O gelen gün ne güzel gün, kara bir rüzgâr ve hafif okşayan boğazımı, şah damarımı sıkmaya başlayan zarif el...
       İçimde bir bilek güreşi var gibi. Kimin mağlup kimin galip olduğunu bilmiyorum. Bu seslerin güreşinde hep kaybeden benim; içimdeki kazanan içimdeki kaybedene her zulmedişinde bu benim kendi kendime bir darbem oluyor. Baş başa kaldım kendimle, zaten insan sadece kendisiyle baş başa kalabilir. Baş başa kaldığım bu duvar da çok soğuk, üzerindeki yazılar okunaksız, her yer suskun. Galiba gene kaybettim.
       Son kez, ey sen kafatasıma nakşolmuş çivi yazım! Ebediyyen sana yok, ak çeperlerine yok izmihlâl, yok ve yok. Yokoğlu yok.