24 Mart 2017 Cuma

Gece Düşü

Zaman geçti ve ben yalnızca kendimden sildim.
Dokunma derslerinde hep ayrıksı durdum,
Söyleyemediklerimi içinden taşırmamaya çalışırken,
Sana yalnızca kalbimden verdim.

ve yıllar geçti üzerinden. ve yıllar geçti. ve yıllar. Nereye vardı sonra her şey? Yokluğa varmak için çok çalışmak gerekmiyor sevgilim ve ben ne yaparsam yapayım, hep aynı yere varıyorum. Hep acı var, ama niye hep bana bu kadar acı var? Hayatın o uzun uzamında acının kesildiği anlardan dönüşte zorlanıyorum ve kendi çapımda ölüyorum. Kendi ölümümü yaşarken ve buna hazırlanırken karşımda seni görüyorum. Seyirciler önünde ölmüyorum ama sevgilim, yalnızca senin, yalnızca senin, yalnızca senin önünde ölüyorum. Ölümden bahsederdim ve umut doluydum ki sen biliyorsun bunun anlamını. Geri dönüşler, buluşlar, buluşmalar ve sonsuzluk. "Sonsuzluk ve Bir Gün" ne kadar sürer sevgilim? Sana anlattığımdan çok anlatmadığım masallar vardı içimde ve seni "rüzgarlar ülkesi"nden gelip alacağım. Hüzün var sadece ve bu yetiyor her şeyi öldürmeye. Yalnızca kendimi öldürmeye gücüm yetiyor sevgilim ama bunu da başaramıyorum ve tutsak kaldım. Acı varsa sadece, ölümden sonrasında da farklı bir şey yok, diyordum sevgilim ve hâlâ aynı şeyi söylüyorum. Değişmeyen söylemlerim canımı yakıyor. Gecikmiş bir intihar var içimde. Gerçekleşmeyen bir ölüme sahibim henüz. Bir mezarlık düşü. Kurak topraktan ve hiçbir şey yetişmemiş üstünde, hiçbir canlıya karışamamış. Anlattığım tüm masallar çok eskide kaldı.

Zaman geçti ve sen gittin ve her gidişin yeni bir ölümdü benim için.
Geçmeyen ve gitmeyen ne varsa senden arta kalan,
Bana yadigar bıraktıklarındı, işte bu acı, hepsinden artakalan
ve benim giderek koyulttuğum tek şey.

Bir gece düşü görmek istiyorum uyumadan. Gözlerinde beliren kırışıklıklardan seviyorum seni. Diş oyuklarından. Ben niye herkes gibi gözünden sevemiyorum bir başkasını, salt güzelliğinden, anlat bana beni ne olursun sevgilim ve ben anlayamıyorum kendimi. Bunun için bir açacaktın sen bana, bir rehber ve resul. Yolunu şaşırmış bir ölüme sahibim sevgilim ve ne alıyor beni ne de konuşuyor ve sadece suskun. Ellerim ve ellerim acı çektiriyor bana dokunamayışlarından ve dokunduğun yerlerimde açtığın yaralardan ötürü. Ah, ruhun yaraları daha derin demek istiyorum sevgilim ama sen zaten biliyorsun bunları ve ben sana neyi anlatmam gerektiğini bilmiyorum çünkü sen zaten biliyorsun tüm bunları ve ben kaldığım yerden devam etmeye kalksam da sen kolumdan tutup çekiyorsun beni ve yaz diyorsun hiç durmadan çünkü ben yazdıkça seviyorsun sen ve sen sevdikçe duramıyorum ben ve bunun için sonsuzluğa doğru ancak böyle uzanıyorum ben ve yazdıklarım yalnızca gönlüne bir mektup ve bunları da taşıyabilecek miyiz öteye? Cennette yazmak var mı sevgilim ve yazabilecek miyim sana yoksa orası sonsuz bir okumasızlık-yazamamaksızlık mıdır?

Zaman geçti ve bende daha da derine indi ellerin.
Tırnakların batıyor ruhuma ama hoşuma gidiyor,
Kabaran etlerimde dokunamayışlarını duyumsuyorum,
Sanki her şey bugünmüş gibi.

Heredot, Heredotos, hey sen büyük yazmanı tarihimizin. Sana seslenmek istiyorum ki sen de tanık oldun tüm bunlara dolayından hayatın. Şimdi yeşil bir cildin içinde tarihi var öznel hayatın ve yaşanmışlıklardan artakalanların. Acıyı anlatmak istiyorum ama avuçlarında tutuyorsun bunları. Sadece susmak istiyorum her şeyi anlatacağım güne dek ve bir gün başlamak istiyorum:
"Her şey o gün başladı..."

23 Mart 2017 Perşembe

Hâlâ Her Şey Eksik Bende

Hâlâ her şey eksik bende.
Tam olamamanın sancısı,
Çökmüş içimde bir yere.
Bir engerek bekler kuyuyu,
Çıkamam dışarı,
Sen gel içeri,
Uykum bekler seni.
Üzünçün koynunda derin,
Kimsenin duymadığı kadar serin,
Hoş bir hülyaya daldım.
Gün ne tarafta kaldı,
Gece ne yanda,
Bilsem dönerim yüzümü,
Bu yoksunçtan gayrı.
Sözcükler de eskir,
Eksilir de belki,
Yine de hâlâ her şey,
Eski bende.

18 Mart 2017 Cumartesi

Yusuf'dan Züleyha'sına VI

Züleyha'ya;
Bir savrulmaydı sanki yaşadığım, bir yalpalama ve ayağa kalktığımda kimse yoktu.
Kimsesizliği çok küşükken tattığımdan olsa gerek alışmam çabuk oldu Züleyha.
Kenan'ın ıssız ovaları kadar efendi evinin suskun zenginlikleri de kimsesizdi benim için.
Her adımım bir yerde durup kalıyor, gözlerim büyülenmişçesine sana evriliyordu.
Ben sana doğru evriliyordum Züleyha ve içimde anlamadığım şeyler oluyordu.
Sen inancımdan, inancım senden bir şeyler çalıyordu sanki, yer değiştiriyordunuz.
İşte ben çok sonra anladım Züleyha, sizin birbirinize karışmanızı ve örtüşmenizi.
Örtüşmek, denkleşmek, uyum; işte tüm bunlar teninde karşılığını buluyordu.
Kedilerini kucaklarına almış yanımdan geçerken Mısırlı erkekler, veya,
Kölelerinin güneşten kararmış sırtlarına binmiş yanımdan geçerken Mısırlı kadınlar,
Yalnızca sen, ayakucunda bir köşede, sıcak bir yer açmıştın bana günün orta yerinde, ve,
Ben kendimi ilk defa sıcak bir kucakta, kucağı duyumsamış hissetmiştim.
Babam Yakup'un yanağı da Cebrail'in kucağı da yitik birer düştü benim için,
Senin gerçekliğinin yanında hiçbir düşün önemi yok, bunu kavradım.
Seni kavradım geceler boyu Züleyha, yalnızca varlığını kavradım, çünkü,
Seni kavrayamadan hiçbir şeyi anlamlandıramamaya başladım ve sözlerim inandırıcılığını yitirdi.
İşte tüm bu olanların sebebi sensin, yıkılan mabetlerin, devrilen putların, sözü edilen yıkımların.
Ata İbrahim'in putları devirişi senin içimde devirdiklerinin yanında yalnızca birer görüntü.
Görüntüler anlara ait oysa Züleyha, sense sürerliliğin içinde donakalmış bir zaman.
Bir savrulmaydı yaşadığım ve ben kendimi kurtarmasını beceremedim.
Hiçbir şey zor değil yokluğun kadar ve ben kurtarılmayı beklemiyorum, biliyorsun.
Kurtuluş bir düş ve senin kadar güzel değil, kurtuluş avuçlarında bir turunç tanesi gülümseyen.
Köle efendisi içindir; efendiliğin göstergesi kölenin varlığıdır; efendinin değeri köleninkine paralel.
Ben senin içinim; varlığımın göstergesi senin oluşun; benliğimin değeri aşkına koşut.
Şimdi tüm bu zenginliklerin içinden geçip sana geliyorum, ayaklarının ucunda bir yere ilişmeye.
Her şeyi terkettim biliyorsun, her şeyi, her şeyi, bir peygamber neleri terk edebilirse her şeyi.
Peygamber değilim artık, yitimin başladığı yerde her şey biter, aşk hariç.
Yitimsiz bir şeysin Züleyha ve seviyorum seni.
Yusuf değilim ben.

Bir savrulmaydı sanki yaşadığım, bir yalpalama ve ayağa kalktığımda kimse yoktu.
VI

12 Mart 2017 Pazar

Uçuşan Tüller

Seni terk ettiğim yerden ve parçalanmışlığın içinden
geçerek bir büyük pencerenin önünde duruyorum ve benden
başka kimse yok içeriyi görmek isteyen bu kapanan
kendine doğru gecede. Tüller uçuşuyor ve seviniyorum
her seferinde onların dalgalanmasına karışarak,
çünkü onlar benimle rüzgar arasında görülmeyen bir bağ,
sözlerimle varlığı mühürleyen derindeki gizil ağ. Arap
kabileleri hiç uğramadı yamacıma veya İngiliz kolonileri
beni yerleşimsiz ve geçimsiz bulduklarından olsa gerek
beni göçebe ve yıkık gördüklerinden olsa gerek. Eski
Türkler'e yakıştırılan konar göçerlerden miyim kalbin
etrafında dolanan ve seni iliklerine kadar işleyen ve her yerinin
sonsuz derinliğine dalıp işlemek isteyen içine ve ardında
yalnızca terk edilmiş dikili taşlar ve söylenmiş sözler bırakan. Bir
avuç kum savur şu narin gökyüzüne benim için ve aç falımızı
kaburgamdan aldığın parçayı ver ve sök içinden beni,
sonra kavuştur tekrar bana, eklemlen ayrıldığın yere yeniden. Du-
raksama gösterme ne olur; zaten yol uzun, zaman dar ve mekân
beni boğar. Sana kimin sözlerini getireyim ötesinden dünyanın
ve kaçıncı kuşağıyım soyumun bilmiyorum ve bilmeden yaşıyorum,
soyumun aşkla mı yoksa sürerliliğin gerçekliğiyle mi karıldığını
anlamaya çalışıp ataların uzun gölgesine sığınıyorum boyu aşan. Kim-
sem yok kendimden başka. Uçuşan tüller ve belleğimde sen. Kim-
sen var mı? Sonsuzluk eskidi ve ben kendimden eksilttim, seni
anabilmek için yeniden. Kimse inanmıyor artık sonsuzluğa.

5 Mart 2017 Pazar

İskender'i Ben Öldürdüm

I
İskender'i ben öldürdüm.
Soğuktu gece hiç olmadığı kadar,
Aklımın kurt ulumaları istila etmişti ovayı.
Dağınık bir vadide yol alır gibi,
Kendimle dolaşmaya çıkmıştım.

İskender'i ben öldürdüm,
Nasıl olsa ölecekti bir gün.
Ölüm benim kılığımla vardı yanına,
O ben oldu ben de o,
Benzedik birbirimize.
Aynı kadehten tadına bakar gibi birbirimizin,
Öldük iç içe geçmişliğimizle.

İskender'i ben öldürdüm.
Sıcak bir gece yarısı kalbim avuçlarındaydı,
O bilinmezliğin çemberinde.
Gülüşlerin buz tutmuş uzaklığından habersizdi
ve ondan hayatı dilemek
Sanki Hades'i gülümsetmekti.

Tüm dünya serili önümüzde,
Tüm dünya haritada bir nokta,
At koşturup vardığımız.
Arzumuz ötesine varmak ölümün
ve kaynağını bulmak tanrının,
Herkesin gözünden sakladığı.

Kalbimin ne kadar sıcak olduğunu hiç bilmedi,
İçimin sarnıçlar arasındaki derinliklerini.
Hayatın ne demek olduğunu o hiç düşünmedi,
Nefes almanın ne demek olduğunu,
Denizde aralıksız dönenen balıklar gibi.

Kerberos nasıl beklerse o sakin kapıyı,
Öyle kattım kadehine zehrini;
Önce ben içtim,
Önce ben,
Sonra sundum dudaklarına;
Çünkü yüceliği suikastin önce kendinden vazgeçmek,
Çünkü yüceliği öldürmenin önce kendini öldürmek:
İskender'i ben öldürdüm.

İskender'i ben öldürdüm.
O, Babil rüyası görürken,
Ben ihtişamı avuçlarımda tutuyordum.

Ölümsüz kılınmayı arzuladık,
Öldürdük birbirimizi.
Ölümümüz ölümsüz kıldı bizi;
Ayırt edilerek diğer ölümlerden,
Bir gizem perdesi arkasında.

II
Darius, Darius, Darius;
Usun gibi öyle sus.
Bak bu senin haremin,
Şimdi yıkık bir kule taşları,
Sarkar köhne yerlerden.

Darius, Darius, Darius;
Seni kim öldürdü;
Hangi armağanın, ihsanın, sunağın;
Seni hangi tanrı öldürdü,
Bizimkilerden mi yoksa sizinkilerden mi;
Seni hangi tanrı öldürdü?
Bak kimse gelip kurtarmadı seni
ve kimse dile getirmedi seni,
Benden başka,
Benden başka.
Öldürdüm seni de kendimi de İskender'i de,
Bir güneş gibi yüzünü yakan,
Gövdeni ve zırhının örtmediği yerleri,
Şafağın kızıl renkli kadehinde.

İskender'i ben öldürdüm,

Kendimi de.

28.XI.2016