27 Temmuz 2014 Pazar

Aslan Yavrusu Büyütür Gibi Sevgiyi Büyütmek

Bir müddet sustuk. Kafamın içinde ona söylenecek uçsuz bucaksız şeyler bulunduğunu hissediyordum, senelerce söylense bitmeyecek şeyler...
Sabahattin Ali

       Yazmak isteyip de ne yazacağını bilmeyenlerdenim, şu ân. Aklında fikirler giderek kopan, koptukça uzaklaşan. Uzaklaşan fikirlerin peşinden koşarken daha da fazlasını kaybeden. Bir fikir, iki fikir oluveriyor bir ânda, birkaç fikir olduklarında ise bir insanın her şeyi. Fikirlerle başlıyor tüm bildiklerim. Önce düşünmek, başını ve sonunu değil, olacağı; ancak olacağı düşünülen şeyler olur; yazgının bir yeri böyle der.
       Önce sevgiyi düşündüm. Sonra ona biçim verdim. Sonra 'O' bana onun bedenini yolladı. Sevgi, bazen ete kemiğe bürünür, çünkü bu onun yaşamının göstergesidir. Sevgi, doludizgin yaşayan bir şeydir. İçerisinde korkuyu, ürpermeyi, mutluluğu ve hüznü barındıran. Sevgi bunların hepsinin toplamından daha fazla bir toplamdır. İçerisinde henüz adı konmamış şeyler de olan, belki bir gün onlar da adlandırılır, yeni duygular keşfedildiğinde. Ondan istenilen gelir.
       Sevgi, benim kucağımda büyüttüğüm bir aslan yavrusu. Kucağımda dediğim göğsümde. Göğüste taşıyıp göğe yükseltmek. Sevgi, aslan yavrusu; kanla beslenir. Sevgiyi besleyen kandır, ciğerinden kan damıtıp ona sunmaktır, yüreğinden kan ayırıp ona sunmaktır, şahdamarını ona verip kana kana içirmektir. Sevgi vermektir hudutsuzca. Düşünmek, düşündüğünü yapmak. Sevgi, eylemdir. Bir devrimdir sevgi, devrim kelimesini de yıkıma uğratan.
       Kalemi elime aldığım ilk günden ve kalemin elimden düşeceği son güne dek; seni yazmak, göğsümde taşıdığım ve göğe yükselecek aslanı -sevgi- yazmak, kelime bulamadan ve isim koyamadan yazmak; bir şey daha var, benim sevdiğim kelimeler beş harflidir.

Hayat garip, nasıl derler, bilmece.
Soldan sağa, beş harfli iki hece.*

Venüs'ün Deniz Feneri

Yıllar yıllar önce kurak bir gün;
Bunalmıştı insan karanlıktan.
Gecelerin kısalması için yalvarırken,
Günler, gecelerle sevişir oldu.
Yol karanlık, yer karanlık, gün karanlık.
Bu koyu karanlıkta,
Bir fener ki sevgi yolunu aydınlatan.
O gördüğüm fener Venüs'ün.
Gözleri işte o ışığın kaynağı.
Güneş diyip aldandı belki insanlar.
Ne çıkar, Venüs, ben bilirim,
Aydınlatan gözlerindir elbet dünyayı.
Ne çıkar, Venüs, ben bilirim,
Sevgin ısıtan bedenimi ve kavuran dünyayı.
Sen ki gözlerinde tuttun dünyayı.
Bir sırrım var, insanlara açamam.
Sırlar, insanlar için değildir.
Bir sırrım var ki sır olduğu kulağıma fısıldandı.
Söylesene Venüs,
Kaç bahar geçti gözlerinde?
Kulakların kaç baharın ilk rüzgârının sesini işitti, ve,
Kaç laleyi kokladın, yorgun bir günün içinde.
Bir deniz feneriydi karada önümü aydınlatan.

Bazı fenerlerin ışığı hiç sönmez.
Bazı fincanlar ölümsüz,
Bazı fincanlar, sevgi kadehidir.

Bi' fincan mutluluk?

Venüs'ün Deniz Feneri.
Sevgi yolumu aydınlatacaktır boğuk karanlıklarda.
İlkbaharın nefesi tenimde.
Işığım hiç sönmeyecek.
Aresiskender'den.
Ares'in 7 harikası.
V.S. bilmem kaç yılı.



25 Temmuz 2014 Cuma

Son Hecede Düştüm

Son hecesinde düştüm şiirimin.
Boyun bağları tutmak içindi kaçan sevgiliyi.
İhaneti sever kara periler.
İyiler, kötülüğe yakın yerdedirler.

Nefreti, dumanı, üfleye üfleye içtiler;
Gitmeden henüz oralara.
Oralar, nerelerdi, söylemediler.
Bir bilinmeze gittiler, kendileri de bilmeden.

İlk hecesinde sevgi vardı mısralarımın,
Kontrolden çıktı.
Ben şiirin söz dinlemeyenini severim;
Şiire söz geçmez ki.

Son hecesinde düştüm şiirimin.
Tamamlayamayacağım.

Şiirim beni ele geçirdi.

22 Temmuz 2014 Salı

Siyah Yumak

”Geceye yenilmeyen her kişiye, ödül olarak bir sabah ve bir gündüz ve bir güneş vardır..."
- Sezai Karakoç


       Ölümü bir türlü kaldıramadım. Ölüm, her şeyi sarmalayan bir kötü yumak. Siyah bir yumak. Hep sabaha kavuşmayı bekledim, sabahı iple değil halatlarla çektim, gelmedi. Güneşi görmek için en yüksek tepeye çıktım, doğuşunu görmek için saatlerce nöbet tuttum, doğmadı. Belki de ben gece beklerken gece oldum, bilemedim. Geceye çok benziyoruz belki, güneş geceyi sevmez, sevmez ki onu aydınlıktan mahrum bırakır, bizde o sevilmeyenler kafilesindeniz... Belki de gece olduğu için sevilmeyenler...

Yenilmedik ki biz geceye.
Gece, gündüzle sonlanacak.
Tüm umutlar yeşerir bir gün.


       Siyah bir yumaktı ölüm ile gece. Ölümle geceyi birbirinden ayırt edemiyorum. Ölüm neden hep gece daha çok hatırlanır ve gece neden ölümü çağrıştırır bilemedim, genimizde mi vardı?
       Gece ile ölüm birbirine karıştı bende, ben iyice kelimeleri de karıştırır oldum. Gece miydi ölüm olan yoksa ölüm müydü gece olan?
       Benim güneşim galiba yörüngesinden çıktı. Sabahı bekledim doğmadı, intihar mı etti? Güneş de ölür mü acaba, onu da gömerler mi gece gibi kara bir toprağa. Güneşleri de anarlar mı, bir beklediği var mıdır güneşlerin biz bilmeden onu böyle seyretmeyi düşlerken. Güneş gözlerimi yaktıkça inatla başını ona çevirenlerdenim ben, belki de kızdırdık bizler güneşi...

Sustuysam geceden korktuğumdan.
Bilirim gece gelmez beklenen.
Gündüz getirir tüm mektupları.

       Benim güneşimin rengi gecedir. Gece gibi aktır, saftır, parlaktır, hoştur. Ölümü kaldıramıyorum, ölüm kaldırılamıyor, ölüm icat olunmasa ne iyi olurdu. Bazı sınavlar ağır, ağırlığı belimi büküyor. Ölüm sırtımda taşımak için fazla ağır galiba, cesetler sırtıma yüklendikçe ben de toprağa batıyorum. Daha kaç kere öleceğiz, kaç kere ölümü tadacağız, kaç ölümü taşıyacağız, kaç gece ölümün üzerine saten bir örtü gibi örtülecek. Gece, saten bir örtü, kayıp gitmek istiyor, ölümün üzerinde durmuyor. Gece en çok satene yakışır. -Belki de kumaşları karıştırıyorumdur, kumaştan da anlamam zaten, bir de en ciddi konularda dahi yolumu şaşırırım, olduğu gibi.-
       Benim ölümüm gece gibi siyah bir yumak. Sarıp sarmalıyor, peşimden kediler koşuyor. Toprağımı istila eden şeyler var, toprak bile benim değil, toprağım diyemiyorum, peki ölüm benim midir, öl-ü-M? 

Yenilmezsen geceye,
Kargaları kovarsan başucundan,
Siyaha boyanmamışsa henüz yüzün,
Bir güneş vardır sabah seni bekleyen.
Öyle derdi büyükler.

Benim bir adım da Kara Yumak.
#KaraYumak

18 Temmuz 2014 Cuma

Melek: Sustu Kudüs

Söylesene Vera,
Çocuklara sıkılan hangi kurşun kahpece değildir?


Bak gökten kan yağdı yine.
Yere düşen yağmur damlaları değil, hayır,
Ölen çocukların kalplerinde kalan umutlar.

Bak henüz doğmadı kimisi,
Kimisi doğmadan öldü.
Peki, kim verecek doğmadan ölen çocukların hesabını?

Melek: Kan ağladı bulutlar ve sustu Kudüs...

İsa çarmıha gerildi saatler evvel.
Henüz asırlar geçmedi üzerinden,
İnsanlığımızın avuçlarından kan damlıyor.

Neyi terk ettik de cezamızı çocuklar ödüyor?
Ciğeri söküldükçe inlediği için derinden,
Böyle acı içerisinde kaldı kadınlar.

Melek: İnsanlık öldü ama kimse sesini işitmedi...

İnsanlık susarken konuştu Azrail.
Aldığı cân bir bebeğe aitti.
Cesetleri topluyorduk biz çocuk parklarından.

Ellerinde top, kalplerinde umut, ölüme gittiler.
Ölüm bir oyun muydu ki tüm çocuklar böylesine,
Böylesine koşa koşa ona gitti?

Melek: Her ölüm sırayla değil ki...

Nereye gidiyorsunuz çocuklar?
Gözümüzdeki yaşlar kurumadı henüz,
Nereye böyle, ardınızda bıraktıklarınız...

Kaç çocuğumuzu daha kaybedeceğiz kör gecede?
Bak baykuşlar bile yok artık,
Çocuklar ağlamıyor artık, hepsi öldü...

Melek: Şimdi cennette binlerce meleğimiz var...

Sahilde dört çocuktuk biz.
Üzerlerimize bomba yağmuru başladığında,
Henüz gülüyorduk ve bilmiyorduk bombanın ne olduğunu.

Bize acının ne olduğunu öğretmediler.
Anneler ve babalar içlerinde taşırdı onu,
Biz giderken yine acıyı miras bırakıyoruz onlara.

Melek: Biz, Filistin'de ölen masum çocuklarız biraz da....

Bak birisi Vera dedi günün birinde.
Ben Melek dedim şimdi.
Birisi gelip bir başka isim versin sana.

Birisi gelip günün birinde tamamlasın bu şiiri.
Ben son mısraı yazamadım henüz.
Bazı şiirlerin sonu yazılmamalı.

Melek: Ölüyoruz, ölen her çocukla, doğarken ölüyoruz...

  

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Yeşil Gözlü Peri Portresi

Yeşil Gözlü Peri Portresi yahut Yeşil Gözlü Peri Tasviri
-Kalbimin Kumral Saçlı Sevgilisi

Bir çift yeşil göz yeter belki dünyanın tüm güzelliklerini görmeye. Görmek, sadece yeşili görmek, her şeyi yeşil bir pencereden, yeşil tonlar içerisinde görmek, sınırsız bir yeşilin içerisinde görmek. Renklerin en düsturlusu, en zarifi, en neftîsi, yeşili görmek ve sevmek. Bir çift yeşil gözün büyüsüdür âşk denilen şiir. Bir çift yeşil gözün yavaş yavaş bütün dünyayı ele geçirişi, tutup her yere imzasını atışıdır.
Kalbimin kumral saçlı sevgilisidir. Sevgilisidir, Pirayende'dir. Dilelek.
Kaşık gibi bir yüzdür sözgelimi şiirlerin üzerinde olan şey, hokka gibi bir burundur, yanaklarda ki derinliktir. Yanaklarda ki o derinlik, aslında denizin içinde birer dalgadır, çukurdur, genişler giderek. Ferahlatır insanı, inşiraha ermeye vesile olur. Hayat, bir yanağın çukurlarında yaşamaktan ibarettir bazıları için. İnsan, bir yanağın tasvirini yaparken bahtiyar olur bazen. Dünya, o yanakların rengini alır her şeye rağmen. İnsanı gülümseten yanaklar. 
Kaşık gibi bir yüzle devam etmeli belki, kaşığa benzetişteki zarafeti anlayarak. Bazı tasvirler insanın içselliğine mahsustur, bazı terimler insanın içinden gelir ve bazı tasvirler yalnızca onu yapan tarafından anlaşılır.
Sözüm-ona yeşil gözlü bir peridir. Periler gibi büyüsel, kusursuz. Perileri büyüsel kıldığımız ilk günden, masallarda peri kelimesinin geçtiği ilk ândan, peri tasviri yapılan ilk vakitten beri; henüz hiçbir perinin tasviri senin tasvirin seviyesine ulaşmadı, zira henüz senden daha güzel bir peri yeryüzüne inmedi, ki sen de gökyüzünden yeryüzüne inmiş sayılmazsın. Bir peri ki, yeryüzü ile gökyüzü arasında mekik dokur. Bir peri ki, aidiyeti engin gökyüzünedir, alnı gibi geniş. İki sert çizgidir gökyüzü, birisi yeryüzüne birisi gökyüzüne ait; bu iki çizgiyi alnında taşıyan bir peridir bazen. Adı anıldıkça daha çok anılması gereken.
İnci küpelerle donanmış bir çift kulaktır, tüm nâmeleri ayırt ederken içerisine biraz da hüzün katan, sevinç katan, duygu katan velhasıl. Bir çift kulaktır tüm sözleri işitirken bütün sözleri geldiği yere çarpan, duvara toslamış gibi kırıp geçiren.
Zehirli bir dildir bazen o dil, o dil bazen tatlı bir dildir. Aynı fanusun içerisinde yaşayan akreple kuş. Birisi uçmaya çalışır kanatları fanusun camına çarpa çarpa, birisi adımlar camın tabanını zehrini saça saça. Bir dil ki her ikisiyle de yakar. Sevgiden yakan bir dil. İki kutbu bir arada barındıran, kuzeyle güney aynıdır doğuyla batı. Bir dil ki yakar, yarası kalır. Yine de bir perinin dilidir, yeşil gözlü bir perinin dilidir, dillerin en güzeli, görülenlerin en görülmeye değeri.
İnci ile dişleri bağdaştıralı insanoğlu çok oldu. Bir periyse eğer bu, onun dişleri de inciden ayrılır. Perinin dişleri yağmur taneleridir, berrak, sıra sıra, renksiz, çünkü bir renge sahip olsaydı sıradanlaşacakmışçasına. Yağmur taneleri gibi dişler, emsalsiz, göksel.
İşbu yeşil gözlü bir perinin gerçek güzelliğini asla tam olarak anlatamayacağı bir tasviridir. Bazı şeyler yazarak değil görerek anlaşılır. Bir peri ise, çok az görülür. Bir peri ancak insanın yüreğinde görülür.

Anekdot: Bir perinin ikinci tasviridir, ilkinden daha hayâlî, daha uzak, daha düşsel.

Cehennemin Dibindekilerin Türküsü

"Kötüyüm Milena, bilmediğin kadar kötü... Onun için bağırıyorum ya! Meleklerin sesi sandığınız, cehennemin dibindekilerin türküsüdür.
Senin."

Franz Kafka / Milena'ya Mektuplar

O dinlediğin türkü mü, yoksa,
Bir iniltinin anlam kaybetmiş hâli mi?
Kötü insan, kötü, çok uzun zamandır.
Sazla söz ele alınalı beri.
Şiirle şâir kelimesi peyda olalı.
Kötü çoğu şey, kötü olmaya karar vereli.
Bir cehennem duruyor karşımda.
Cehennem, cehennem olalı,
Böyle bir cehennem görmedi,
Kendinden başka.
Kurak bahçeleri sulamaya benziyor,
Hayatım.
Bir umut içimdeki,
Çocuklar umutsuzluktan ölmeyecek.
O dinlediğin türkü mü, yoksa,
Bir çığlık mı kötülüğün tacizine maruz kalan?
İyiye çıkar bir yol bulamıyorum.
Öldürdük galiba pek çok şeyi,
Kötülüğün esiriyken çok evvel.
Etimizde damgalarla dolaşıyoruz artık,
Son umudu tükendi çocuğun.
Umutsuz çocuklar sokakta koşar şimdi.

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Günce V -Kimin Sesi?-

Günce V
-Kimin Sesi?- XIV.VII.MMXIV
       Odamın dört duvarını sessizlikle sıvadım. Bu sessizlik duvarını delip hiçbir ses içeriye giremiyor. Bazı duvarlar çok kalındır, içerisi gözükmez. Bazıları ise çok incedir, tül bir perde gibi; içi ile dışı aynıdır. Sessizlik duvarlarım, yutuyor tüm sesleri, kendi sesimi dahi.
       Günleri kaplayan umutsuzluk içimi de kaplıyor, duvarlarımı da kaplıyor. Sesin neye benzediğini unutur oldum, bir ses var ki o sesi işitmediğimden beri. Seslerin en güzeli yoksa ses diye bir şey yoktur. Ses, bir güzellik ölçütü varsa, bir 'en güzeli' varsa kimlik sahibidir; yoksa hepsi aynı, ses tellerinden çıkan bir yığın ifade. Aslında tüm sesler tek bir sesten ibarettir, hepsi o sese göre bir değer kazanır. Hayatında tek bir sese malik olanlar, bunu bilir.
       Bir ses işitiyorum, duvarların dışından değil içinden gelen. Duvarların içinde beni bulan, kendi duvarlarımın içerisinde yankılana yankılana kalbime ulaşan ve kalbimde anlamını bulan. Bu ses, beyindeki bölgede değil kalpteki bölgede bir anlama kavuşuyor. Beyin, tüm sesleri değerlendiremez; kalp, bütün sesleri anlamsallaştırır. İşte, öyle bir ses, sessizlik duvarlarımı yıkıyor. Duvarlarımda çatlaklar var, sessizliği istila ediyor bazı bazı, bazı sesler.
       Bir sesi özlemek. Antartika'da yazı özlemek gibi, Sahra Çölü'nde kara hasret kalmak gibi, Filistin'de 'şeker' bayramını kutlamak gibi, Afrika'da fazla kilolardan dolayı rejim yapmak gibi, yeryüzünde kutup yıldızını gökyüzünde insanları aramak gibi: bir sesi özlemek, cennetin kapısında bekleyip içeriye girememek gibi. Bir sesi özlemek, her şeyi özlemek demektir. Özlem, kavurur.
       Sessizlik duvarlarım kalın mı kalınken çatlaklar boydan boya izler bıraktı. Cehennem azaplarından biri olarak o sesi işitememek. Hayat, hep bir 'o sesi' işitememekten ibaret belki de, bir sesi tüm seslerin üzerine koymaktan dolayı.
       Kimin sesi? Yûsuf'a kavuşan Yakup'un veya Züleyha'nın mı yoksa Şîrin'i ağacın altında gören Hürmüz'ün mü yoksa çölde suya kavuşan bedevinin mi daha da yoksa senin mi? Kimin sesi bu, cennet bahçelerinden gelen, cennetin cennet olduğunu gösteren?

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Aforizmalar VII

  • Toprak olmak ölmek demek değildir hiçbir zaman. Doğmak demektir bir yandan da. Nereden geldiğini bilmek, bilinirleştirmek demektir. Dün yaratıldığında bugün barınmak demektir, yarına kadar.
  • ALLAH tüm noktalama işarelerinin belasını verdi. -Nokta hariç.- Çünkü nokta, hiçbir şeyi arada bırakmadı, diğer hepsi arada kaldı.
  • Damarlarımda kanın değil mürekkebin dolaştığını hissediyorum. Dökülen her damla kan kelimeye dönüşüyor.
  • Benim cennetimde konuşan kitaplar var, huriler yok. Cennet, kitaptan tuğlalarla örülü köşklerden ibaret. Cennetimde insan yok.
  • Cennet, Venüs'le örülü. Başka isim yok. Benim ismim Venüs'ün ismiyle örülü.
  • Zamandan muaf yaşamak, ölümsüz olmak değildir. Zamandan muaf olmak, hiç yaşamamaktır, anlatamamak, yaşatamamaktır.
  • Bir tek kitaplar anlıyor beni ve kalbimi kırmıyor.
  • Tüm çirkin insanların ortak özelliğidir bedensel içeriklerden yoksun işlere yönelmek.
  • Hayatım Züleyha ile Hatice'yi sevmekten ibaret, birde arada kalan şeyleri.
  • Tek tük kalan birkaç yüreğe benzer yüreğim, soyum tükeniyor, soy tükeniyor.
  • Sevgide rakamlar yoktur, sevgide cennet vardır.

Sevgide Rakamlar Üzerine Bir Deneme

I
Sözüngelimi Züleyha, Yûsuf'tan yaşça çok büyüktü. Sözüngelimi sevginin olduğu yerde yaş ve rakamlar yok olmuştu. Önce Züleyha Yûsuf'u sevmişti. Yûsuf güzeldi evet ama aslolan onun Züleyha'ya güzel gözükmesiydi.
Binlerce Mısırlı kadın vardı oysa şehrin en izbe sokaklarına kadar. Bunca kadın arasında bir tek Züleyha yükseldi, bir tek o kavuştu Yûsuf'a. Züleyha, ilk günden beri âşk ile yoğrulmuştu, bu hamurda olduğu içindir ona lütfedilen güzellik.
Sevgi, Züleyha olmaktır daha çok. Yûsuf'tan bir haber getirene varını yoğunu bağışlamaktır. Onun adının zikredildiği meclislerde olmak, sürekli ona sadakatini sunmaktır. Yok saymaktır tüm insanlığı ve çekilmektir inzivaya, Yûsuf inzivasına.
Sevgi, Züleyha olmaktır çokça. Onun gibi ağlamaktan gözlerinde perde perde ye, vav, sin ve fe'nin okunmasıdır. Sevgi, sevenin gözlerine bakıldığında sevgilinin adının harf harf okunmasıdır. Hep ilerlemektir, hiç geri dönmemek. Tüm yasaları ber-taraf etmek ve sadece sevginin yasalarını yürürlüğe koymaktır.
Sevgi, Züleyha olmaktır çok çok. Züleyha gibi kucağına almak, bir bebek büyütür gibi büyütmektir sevdiğini. Kendi etinden, sütünden, kanından, canından vermektir ona, asla geri durmamaktır. Yol üzerine çıkan tüm kuyuları birer birer aydınlatmak, karanlık tek bir nokta bırakmamaktır. Kalpte kocaman bir sevgi kuyusu açmak, o kuyunun içerisine sevgiliyi koymak, sevgiliyle o kuyuda sonsuzluğun inzivasına çekilmektir.
Cennetle müjdelenen âşklar, cennette de devam edecek âşklar, yazgısı cennet olan âşklar, ALLAH'ın var ettiği o büyük âşklar... Yolu âşk olanları müjdeyle karşıladı Yaratan. Sonsuzluğu bunun için sundu. Züleyha, bugünde, yarında ve dünde kalmadı, o, sonsuzluğa gitti. Son gözyaşı, ter ve kan damlasını sevgilinin yoluna akıtmaktan geri durmadı. Bunun içindir ki yalnızca onun adı kaldı asırlar sonrasına milyarlarca isim arasından, yalnızca onun, sevdiği için, kendisi için tek bir şey yapmazken sevdiği için her şeyi yaptığı için, Yûsuf'u kıskançlığından karanlık bir mahzene tıktırdığı, onun için tüm Mısırlı kadınların elini kestirdiği, gömleğiyle mest olduğu için. Züleyha'nın adı çokça yazıldı, çokça yazılacaktır. Yeryüzünde ikinci bir Züleyha yok.
Yeni bir Züleyha daha gelmeyecektir yeryüzüne, bilirim ki Yûsuf'tan yaşı çok büyük olan o kadının âşkı da çok büyüktür, zira âşkta engel yoktur, duraksama, duraklama, durumsama, duyumsama yoktur, âşk rakamları reddeder; zira âşk yolunda yalnızca sevgili vardır. Bu nedenledir ki onların nesli tükendi.
Züleyha'nın nesli tükendi, biraz da kudretli âşkın nesli tükendi. O âşk tükendiğinde, ne kaldı geriye?

II
Sözüngelimi Hz Hatice, Hz Muhammed'den (mim, ha, mim, dal'dan dolayı) yaşça çok büyüktü. Sözüngelimi sevginin olduğu yerde yaş ve rakamlar yok olmuştu. Önce Hatice Hz Muhammed'i sevmişti. Hz Muhammed güzeldi evet ama aslolan onun Hatice'ye güzel gözükmesiydi.
Bir garip şehirdi Mekke. Mekke, bir baştan diğer başa güneşle çevriliydi. Güneş tepedeydi her daim. İnsanlar, insanlardan çok güneşi görüyordu, güneş de onları. Gözleri kamaştıra kamaştıra...
Mekke'de bir kadındı Hatice. Sessizdi, sakindi, bilmezdi onun adından başka bir şey. Hatice, onu, hiç bilmeden sevdi, sevgi onun yazgısıydı, sevdiği için her şeyi yaptı, sevdiğiyle her şeyi yaptı.
Bir gün geldi, bir geceyarısında peygamber olan sevgilisine düşünmeden iman etti; inancını tek bir kelamla değiştirebilecek kadar çok sevdi. Hatice sevdi, sevgisi büyüktü, en az yaşı kadar, rakamlar kadar.
Bir gün geldi, Hatice, sevgilisinin üzerine örtülen pelerin oldu, kızgın güneşin altında korudu onu hem güneşten hem insanlardan. O, sevdiğine siper oldu. O, sevdiğine siper olan son kadındı, ondan sonra kimse sevgilisini koruma gayesine düşmedi. Hatice ile de bu nesil sonlandı.
Sözler kızgındı, bakışlar kızgın, güneş kızgındı, insanlar kızgın; yalnızca Hatice ferahtı, yalnızca o serinletici, o sarmalayıcı, koruyucu, canını önüne sunan yalnızca oydu. Herkes düşmandı yalnızca o dost. Herkes arkasını dönüyordu yalnızca o yüzünü döndü. İşte herkes gitti ve kimse kalmadı, yalnızca o kaldı. O Hatice'ydi, Haticeler'in sonuncusu, istemeden verenlerin sonuncusu, söze değil sese bakanların, söze gerek kalmadan seslerden anlayanların -en küçük bir haykırış bile- sonuncusu.
Hatice, yaşça çok büyük olduğu gibi sevgiyle de çok büyük olanların sonuncusuydu.
Cennetin varlığından olan âşklar, cenneti o güzel yuva yapan âşklar, cennetle sevgiyi eş anlamlı kılmaya yakın olan âşklar...

III
Heyhat! Züleyha ile Hatice öleli çok oldu.
Çok oldu, rakam engelini yırtıp sevgiliye varanların neslinin tükendiği; çok oldu, rakamsallıktan duygusallığa geçiş olalı, çok oldu, sevginin nesli kuruyalı, belki tek tük birkaç yürekte kalalı.
Bunlar, peygamberlerin âşkıydı, anladım; anladım ki rakamlardan uzak olan âşklar, ancak peygamberlerin hayatlarında vardır. Diğer bütün kadınlar rakamlarda boğulur, sevgilerinin eksikliğinden boğulur.Zira yalnızca onların yazgısına yazılan kadınlar gerçekten sever. Hangi kadın sevdim dediyse, büyük bir yalandan ibaret. Anladım, anladım ki dünyaya ancak bir tane Züleyha ve bir tane Hatice gelirmiş, onlar da gelip gideli çok oldu, sevgilileriyle beraber. Milyarlarca yılda bir Züleyha ile Hatice, üçüncüsü yok.
Dünya çok dar ve zaman çok önemsiz; ikisi de gelip geçiyor.
Sonsuzluk yaklaşıyor, sonsuz âlem ile birlikte. Oysa cennet, sevgilileri bekler; şimdi belki benim cennetim biraz kuruyor, üzülüyor, sessizleşiyor. Cennet, sevgiyle eş anlamlı, sevgiliyle.
Hatice gülüyor, cennet gülüyor; Züleyha gülüyor, cennet gülüyor.
Tek tük kalan birkaç yüreğe benzer yüreğim, soyum tükeniyor, soy tükeniyor.
Sevgide rakamlar yoktur, sevgide cennet vardır.
Ben de ölüyorum, benden önce ölenler gibi. Züleyham, Haticem olmadan. Onların adını zikrederek.

4 Temmuz 2014 Cuma

Renksiz Işık

       Bence hayat; sevdiğin kişinin, insanın kendisinden önce ölüp ölürken onu karşılaması veya insanın sevdiğinden önce ölüp onu beklemesinden ibaret. Belki de hayat, önceki cümlenin anlaşılamamasından ibaret. Doğum ile ölüm arasında geçen o kısa süreden ibaret. Binlerce yıldır doğumla ölüm arasında geçmiş olan kısa ömürlerden.

       Derler ki, insan öleceği zaman bir ışık görürmüş ve birisi ona gel dermiş. Sevgili işte ya o ışık olup ölüm anında kişiyi karşılamalı ya da kişi, sevgiliden önce ölüp onu beklemelidir. Hayatın içerisinde ölümün önemli bir payı var, zira hayatı anlamlı kılan onun sonunun olmasıdır. Sonu olmayan şeyler, parıldamazlar.  Sevgili, yeryüzünde beyaz bir ışıktır. Yolunu aydınlatır hiç durmadan onu sevenin bıkmamacasına. Bu beyaz ışıktır, âşığın kaderinin tayin edildiği nokta, bir sürükleniştir nereye olduğunu ve nasıl çekildiğini hiç bilmeden. Sevgili, beyaz bir ışıktır rengi hiçbir zaman tayin edilemeyen, sadece parlaklığına bakılıp beyazla özdeşleşiveren. İşte o beyaz ışık, hayatta insanın yanında öldüğü gibi ölüm esnasında da bulunmalıdır. Ölürken insanı karşılayan o beyaz ışık, uzanan o el, bilinmezliklerden duyulan o ses; baştan başa sevgilinin olmalıdır. Sevgili o ki, ölümde de hayatta da mevcuttur. O, bu ikisini de fethetmiştir.

       Cânân, cândan o kadar uzak ki, artık cân kalmadı. Cân, onun yolunda kayboldu gitti. Şimdi nerede bilinmez.

2 Temmuz 2014 Çarşamba

Kucak Dolusu Kitap İçeren Günün Güncesi

Acaba kitaplarında dişilikleri, erkeklikleri ne bileyim cinsleri, dilleri olsaydı da insanlara ihtiyacımız kalmasaydı, nasıl olurdu? Ne garip oysa, insan ırkının insanlardan kaçması; karıncanın karıncadan, kedinin kediden kaçması söz konusu dahi değilken insanın diğer insanlardan sanki ölecekmişçesine kaçışı. 'Sanki' fazla oldu, ölecekmişçesine kaçışın ta kendisi budur. İşte ben de o güruhtanım biraz, bazı bazı kaçışım ölümedir böyle durumlarda. Zira kitaplar, insanlardan daha mutlu ediyor çok uzun zamandır. Kendimi bildim bileli kitaplarla birlikte değilim, oysa okuduğum ilk kitabı hatırlıyorum; kendimi bildim bileli insanlarlayım, oysa tanıdığım, seslendiğim, sevdiğim, nefret ettiğim, sustuğum, hasbihal ettiğim ilk insan kimdir hatırlamıyorum. Kitaplarla olan tarihim insanlarla olan tarihime göre daha geç başlasa dahi krolojik olarak ikisini de birbirine yakın dönemlerden itibaren hatırlıyorum. Öyleyse, kronolojimdeki bu yakınlıkta kitapların da payı olmalı. Belki de kaderim biraz da kitaplarla yazıldı. Alın yazım alnıma değil, biraz da kitaplara yazıldı.

İşbu ben de kitaplarla bir ev örseydim veya benim cennetimde kitaplardan tuğlalarla örülü köşkler bulunsaydı. Ben köşkün bir tuğlasını çekseydim yerinden -yani bir kitabı- ve o yerde bir delik açılsaydı, aydınlığa. işte o aydınlık kitabın getirdiği aydınlık olsaydı, o aydınlık önce köşkü sonra beni aydınlatsaydı. Bilirim ki anlamazlar, bilirim ki ahmaktırlar. Böyledir bu, bundandır yaşadıklarımız. İnsanlar, ahmaktır.

Kitaplar da acıksaydı, 'Oku beni! Oku beni!' diye bağırsaydı ve ben onları okudukça doysalardı. Birini doyurduğumda -yani okuduğumda- bir diğeri diğer bir köşeden susayıp 'Oku beni! Oku beni!' diye bağırsaydı ve ben o susuzluğu dindirirmişçesine onu okusaydım. Okuyarak onların açlıklarını, susuzluklarını bastırsaydım. Hatta onları evlat edinseydim, onlar insanlar gibi yaşlanmasalardı. Bilirim ki kitaplar da insanlar gibi yaşlanır. Sararıp solmaları yaşlanmalarının göstergesidir işte. Ölümlerine gelirsek, sahiplerinin ölümleri biraz da kitapların ölümleridir bence; sonraki sahibi hiçbir zaman gerçek sahibi olmaz. Ben de öldüğümde arkamda öksüz, yetim kitaplar bırakacağım, onlar da benimle ölecekler. Biliyorum ki ben öldüm diye ölecek tek bir şey varsa o da kitaplarımdır. Ben ölünce onları da gömselerdi benimle, beraber ıslansak ve toprağa beraber karışsak. Çürüyüşüm kitaplarımla olsaydı biraz. Bilirim ki ölümümle ölecek tek bir insanoğlu olmayacaktır, insan hep öldürür ama hiçbir zaman ölenle ölmez, biliyorum. Biliyorum çünkü öğrendim. Öğrenmek için geldiğim şu dünyada öğrendim, öğrenmek istemesemde. Bilirim, isterim ki kitaplarımla öleceğim, benim sadık yarim kara topraktır, bir de şu bir kucak dolusu kitabım. Sevgili kitaplarım, ben de sizin gibi sararıyorum işte, sarı sarı noktacıklar peyda oluyor tenimde, ölümüm yakındır, gelin benimle, kitaplarım, yalnız bırakmayın beni, bir anne şefkatiyle baş ucumda bekleyin, bilirim ki kimse gelmez mezarlıklara, kimse bir ölüyü ziyaret etmez, ölen kaybolur gider. Ben de kaybolup gideceğim sessiz sakin büyük bir sükût içerisinde içime pek çok yara açmış bu yeşil dünyadan...

Yalnızlığın Salıncağında Sallanmak

“Olabildiğince yalnız kalmalıyım. Başardığım ne varsa ancak yalnızlığımın karşılığıdır.”

Franz Kafka



       Yalnızlık, ucu bucağı gelmeyen o büyük vadide doludizgin yürümek, koşmaktan çatlamak üzere olan taylarla dört nala ilerlemek...
       Yalnızlık, ucu bucağı görülmeyen gökyüzünde salıncağınla boş havayı kucaklamak, yandan geçen kuşlarla hemhâl olmaya çalışmak...
       Yalnızlık, salıncağı kurduğumuz asırlık çınar apğacının dallarına sımsıkı tutunmak, güçlü halatlarımızla kuvvetli dallara tutunarak yaşama devam etme çabası...
       İşte yalnızlık, tüm etkenlerin bir bileşimi, sonu yok, başlangıcı bilinmiyor. Ne zaman başlamıştı? Âdem yaratıldığında mı, bilmediğimiz zamanın daha öncesinde bir yerde mi? Ne zaman son buldu? Havva yaratıldığında mı, öyleyse bende devam eden yalnızlık onun hâlâ son bulmadığını göstermez mi? Yalnızlık, insanlık için mi yaratıldı, insanlıkla mı hayat bulmaya başladı, insanlık, yalnızlığın yuvası mıdır, diye sormadan edemiyorum her ne kadar cevaplarını bilemeyip ararken kaybolsamda.
       Orda yalnızlık, sallandığım salıncakta beni iten. Rüzgârlara doğru beni savuran, başımı bulutlara değdiren, sessiz sakin güneşi görmemi sağlayan. Ben yalnızlığın salıncağında sallanıyorum. O beni sallamaktan hiç usanmaz, oysa herkes usanırdı. Herkes, en çok sallanmak ister, sallamaya kimse gönüllü değildir. Böyle bir ortamda çıktı karşıma yalnızlık, tanımına da uygun olarak, salladı beni, hiç şikayet etmeden, soru sormadan, sırasının geleceği anı beklemeden, tüm gücüyle çıkardı beni göklere, diğerleri gibi gökte de bırakmadı, devam etti. Oysa insanlar, göğe çıkardıklarını yere aniden bırakmaya çok meraklıdır, isteklidir, gönüllüdür. Bunu da tadar insan. Ammavelakin yalnızlık, hiçbir zaman bırakmadı. En çok da gökte tuttu beni.
       Benim sevgi dolu, çocuksu yalnızlığım. Senin salıncağında sallanmaktır ömrümün geri kalan hikâyesi.