22 Şubat 2015 Pazar

Elfçe

Elfçe bir şiir yazmak istedi, şâir,
Adı olmayan şiirin varlığı, sanat,
İçteki aynanın dışa dönük yansıması, edebiyat,
Herkes en az bir kere veda eder, gidiyorum, hoşçakalın, ben.

Elf avuçlarken aslında geleceği, görmedi;
Kucağında bucak bucak insan taşıdığı ve onları yakacağı,
Vakitlerde herkesten sakladığı, kendinden bile, gerçek:
Bütün sırlar bir gün ifşa edilir.

Elf okunu sapladı insanın yüreğine,
Yürek kana bulanmadı, çünkü çok önceydi,
Kalpteki son kan damlasının kuruması.

Kuruyan benliklerimizi sulamaya başlasak,
Belki yetişirdik son çocuğun ölümüne,
Ancak herkes yalnız ölür, ondandır teklik gömülmeler.

15 Şubat 2015 Pazar

Kara Oda

Kara oda, penceresiz.
Kapkaranlık, insanın düşleri gibi.
Anlatsaydım da, dinlemeyeceklerdi beni.
Deli derlerdi, deliydim de.
Kalbime avuç avuç toprak atarken,
ve hatta ruhumu çiğneyip girerken,
Mezarlık dedikleri bedenime,
Yüzlerinde yalnızca acıma olacaktı.
Söz verselerdi de tutmayacaklardı;
Doğuşundan itibaren kara yazgılı,
Diyemeyeceklerdi, sözlerini yutacaklardı.
Rabb al beni buradan,
Katlanamıyorum artık,
Her ölen beni de öldürüyor,
Her gömülüş benim üzerime,
Kürek kürek toprak attılar kalbime,
Ruhumu çiğneyerek girdiler mezarlıklarına.
Rabb, önce beni öldür
ve sonra söz verdiğin gibi şeytanı.
Dayanamıyorum artık.
Siyah bir oda, penceresiz;
Dünyanın içinde olup da sanki değilmiş gibi.
Rabbim, seni seviyorum ama affet beni,
İnsanlarla yaşayamıyorum.

14 Şubat 2015 Cumartesi

Siyah Oda

Kendi kendime labirentlerde dolaşıp durmak istiyorum. Bir odanın içine girip ölüm gelip beni alana ve bir başka karanlık odaya götürene kadar orada kalmak istiyorum. Ne dünyadaki tüm bu nefret söylemleri, ne intikam kusmukları, ne de öfke nöbetlerinin içeriye girmediği ve dışarıda bir nehrin suyunun akıp gidişi gibi öyle uzak ve sessiz sessiz akıp gitmesini istiyorum. Bir oda istiyorum herkesten, duvarları siyaha boyalı, penceresiz, dünyadan kopuk, dünyanın içinde olup da sanki dünyada değilmişliği yansıtan bir oda. Ne aldatmanın, ne kandırmacanın, ne oyunların ne de beklentilerin içeriye sızmadığı bir yaşam. Rab'den şeytanı öldürmesini istiyorum ama daha öncesinde beni. Ben öleyim ve peşimden öldürülsün şeytan; insanlık, denilen o büyük olgunun içindeki sığlıklar, artık kir tutmayan o kumaşın üzerinden akıp gitsin. Renklerden siyahı seçiyorum, artık umudum kalmadı. Savaşlardan, tecavüzlerden, öldürülmelerden, aldatılmalardan, barış döneminin bir örtüyle örtülmüş savaşlarından çok yoruldum. Ne kadar öldürülürse tüm o ölümlerin intikamını almak için daha da fazla çoğalan insanlar beni çok yordu. Cennet nerede ve cehennemim çok sıcak. Yanıyorum kendi kendime ve içimde devrilen kazanlar var. Devrilen her kazanla bir yerim daha alev aldı. Hüzün verdi bana Rab, umutsuzluk verdi, acı, keder, yalnızlık verdi, bunlara bak ve gör dedi Rab; gördüm, evet gördüm Rabbim, umutsuzluğumu umuttan süzdüm; yalnızlığım en çok yalnız olmadığımda çarptı yüzüme; gökten yağmur damlaları yüzüme çarptığında aynı zamanda yüzüme vuran rüzgârla biraz daha çarpıldım, savruldum. Artık yaşayacak halim kalmadı, gülecek, umut edecek, yalnızlığı tüketecek; yalnız olmayışlarım da yok artık. Anlıyorum Rab, yalnızım yaratılışımdan beri, yalnızım işte, yalnızlığım her ne kadar bilinen yalnızlıklardan olmasa da. Biliyorum evet, insanlığın keşfetmediği bir şey kaldı mı, derler belki bana ama söylemek istiyorum artık, tutamıyorum içimde, madem her şeyi keşfettiysek neden öldürülüyoruz hâlâ, neyi paylaşamıyor ve neyin acısını yaşatıyoruz birbirimize. Şeytan mıydı gerçekten kötülük; insanlık, kelimesinin altına süpürdüğümüz gerçeklerimize ne oldu, merhamet, şefkat, âşk, arzu, adalet ve insanîliğimiz. Rab al beni buradan, katlanamıyorum artık, her ölen beni de öldürüyor, her gömülüş benim üzerime, kürek kürek toprak attılar kalbime, ruhumu çiğneyerek girdiler mezarlıklarına. Rab, önce beni öldür ve sonra söz verdiğin gibi şeytanı. Dayanamıyorum artık. Siyah bir oda, penceresiz, dünyanın içinde olup da sanki değilmiş gibi. Rabbim, seni seviyorum ama affet beni, insanlarla yaşayamıyorum.

7 Şubat 2015 Cumartesi

Adem'den Havva'sına XXX

Havva'ya;
Saatler saatleri, günler günleri, aylar mevsimleri, yıllar asırları kovalıyor Havva; bu eşsiz döngü kendi içinde tekrarlanıp duruyor.
Hiç bilmediğim bir zamanın hiç bilmediğim bir noktasındayım ve yalnızca hayalinle yoldaşlık edebiliyorum.
Uçsuz bucaksız bu topraklar nerede nihayete eriyor bilmiyorum ama o son noktada dahi senin olup olmadığından emin değilim; sonunda senin beni beklediğini bilsem cehennemi yüzerek geçer cenneti uçarak aşar ve en tepede beni bekleyen kollarına gelirdim ama bildiğim tek şey yokluğun.
Yokluk, o adı sanı belli olmayan cehennem, çöl, ıssızlık, ne kadar da keskin ve acı.
Tüm acılar yalnızlıktan kaynaklanırsa yalnızlığın da yalnızca senin olmayışından kaynaklandığını söylemek gerekir Havva, çünkü yalnız olmak bir başka insandan yoksun olmak demek değildir, yalnız olmak Havva'sız olmak demektir.
Ne sesler ne görüntüler ne duyular ne de sıcaklık, hiçbiri tek başına var olamıyor ve hepsini birbirine muhtaç.
Sağır olsam sesi olmayan bir doğa, kör olsam göremediğim bir evren, duyumsayamasam hissedemediklerim ve algılayamasam ısının tüm anlamsal katmanları yok olur gider; oysa ben hepsi bir olduklarında onlardan zevk alıyorum, tek başlarına hepsi eksik ve görülmeye değer değil.
Gece gökyüzüne baktığımda yıldızların birbirlerinden ayrıksı duruşlarından anlamlar çıkarmaya çalışıyorum; güneşle ayın birbirine değememelerinden ve kavuşamamalarından anlamlar çıkarıyorum; denizle toprağın hangisinin diğerini daha çok örtmek istediğini merak ediyorum, acaba deniz mi toprağı daha çok seviyor ve onu her şeyden korumak için üzerine kendisi kapanıyor yoksa toprak mı denizi daha çok seviyor ve onu kendi derinliklerine alıp her yeri kaplamak istiyor; hangisi hangisini, kim kimi; aklım kendi kendine dolanıp duruyor Havva ve sonunda duruyor, galiba aklım başımdan gidiyor, yel esince yaprakların ağacın dallarından ayrılıp kopup gidişi gibi.
Sebepsiz değil hiçbir şey; yapraklar ayrılıyorsa ağaç dallarından elbet bir daha doğmak, daha gür doğmak içindir; dallar, yaprakların kopup gitmesine izin veriyorsa elbet onları tekrar tekrar doğurmak içindir, daha güçlü ve daha güzel; aklım da işte böyle çekip gidiyorsa seni daha iyi, daha güzel canlandırmak içindir, içime yeni yeni Havvalar doğurmak içindir.
Kendimden kopup gidesim var Havva, bedenimi burada koyup gitmek istiyorum, denize dalsam ve en dibe varıp orada herkesten saklansam, fark eder mi şu ânki halimden, şimdi bile kim beni görüyor ki Havva?
Yalnızlık demektir ki Havvasızlık, Havvasızlık demektir ki yalnızlık ve Adem demektir ki 'Havvasız olan', 'Havvasız olan' demektir ki Adem.

Bir ben bilirim seni Havva, tutup içimde saklmayı dilerim.
XXX

5 Şubat 2015 Perşembe

Adem'den Havva'sına XXIX

Havva'ya;
İçimde kökenine inemediğim bir korku var, sadece korku, başka hiçbir kelimeyi yanına koyamam.
Sebepsiz korkular nedeni sonra anlaşılan felaketlere götürür insanı Havva, tıpkı herhangi bir konuda en uç noktadayken her şeyin tam tersine dönmesi gibi; güneşle ayın ayrıksı tutulmaları gibi.
Hayvanlar görüyorum ve her biri bir başka mucizeyi bana fısıldıyor; kimileri soluksuz denizin altında kimileri ise konmaksızın tepemde, kimileri dünyayı kuşatır bir ânda kimileri ise iki adım mesafeyi günler sonra alır.
Hepsinin ötesinde bir başka buluş vardır Havva, işte onların dünyasına tanık olmak da biraz izler taşır.
Bugün bukalemunlar gördüm, her biri bulundukları ortama göre derilerini değiştiriyor, onlara yaklaştım, çok yanaştım, uzaklaştılar benden Havva.
Ağaçlarda, toprak üzerinde, çiçek saplarında olurken neden benden kaçtılar?
Çok düşündüm Havva, belki de benim gibi olamayacakları içindir; benim derimle kuşanmaya dayanamazlardı zira insan olmak ve bu deriyi taşımak acıların en büyüklerinden birisi.
Böyle bir acıyı çekemeyecek oluşlarından belki de benden kaçışları, belki de senin olmayışından.
Sen yoksun diye tüm yaratılmışlarından benden kaçtığını düşünmüşlüğüm çoktur Havva.
Ne temiz bir soluk getiren rüzgâr ne de ıslaklığı gideren güneş, hiçbir zaman hiçbir varlık bir şeyi tam olarak karşılayamıyor.
Yaratılmış olanların her birine bir nişan verilmiş ve hepsi bununla kendisini ortaya koyuyor; kısacası her yaratılana özgü bir işaret var Havva ve ben çok düşündüm benim nişanımın ne olduğu konusunda ama cevaplayamadım.
Balıklar da yüzüyor bir bakıma benim gibi, keçiler de koşuyor, kaplumbağalar yürüyor, papağanlar konuşup ağaçlar donmuşçasına kaskatı kesiliyor, o halde benim farkımın ne olduğu konusunda bir yere varamıyorum.
Tam da bu noktada sen başlıyorsun Havva, senin başlangıcın tüm yaratılanların özünden çıkıyor ve ben onu keşfediyorum ânbeân.
Âşk diyorum, benim nişanım, ebedî nişanım, ezelî de olan; âşk olmalı bana işaret eden, beni her şeyden ama her şeyden ayıran ve gözleri üzerime çeken.
Kalbim âşk diyor dilimden Havva çıkıyor; dilim Havva derken kalbim göğsümü yarıyor.
Ey benim nişanım Havva, ben işaretimi kaybettim tek solukta, tek lokmada, zamanı geri alamıyorum, seni de tutup tenime nişan diye takıp dolaşamıyorum; yaşayamıyorum.
Kelimelerim yalnızca seni yazmaya yarıyor, ötesi elimden gelmiyor.
Havva, diyorum ve bukalemunlar gibi kabuk değiştirip toprağa karışıyorum, her gün biraz daha; yokluğunla kayboluyorum.

Kalbim âşk diyor dilimden Havva çıkıyor, yokluğunla kayboluyorum.
XXIX

1 Şubat 2015 Pazar

Adem'den Havva'sına XXVIII

Havva'ya;
Ölgün bir kış hüküm sürdü Havva, ruhumda dirilen şeyler bedeninden uzak olduğu için tekrar öldü.
Baharın gelmesi için kış gerekliyse eğer o zaman neden kışa gülümsemiyoruz?
Ben mevsimlerden kışım Havva, kar beyaz bir ölüm olmayı dilerim, öldürmekten çok ölmeyi.
Ne börtü böcek vardır ayakuçlarımda dolaşan ne de bitkiler vardır yolumu kesip beni tutan, yalnızca yokluk vardır, kendisini farkettiren.
Bugün daha bir kış gibi geliyor bana, kış giderek koyultuyor kendisini; daha derine, durma daha derine, diyor bana, derinlere inmekten daima memnun.
Bir kış sabahında uyansaydık seninle beraber, sen mi daha aydınlıksın yoksa kar mı, derdim sana.
Karlı bir günün sabahında uyansaydık eğer, sen mi ışığı yansıtıyorsun kar mı, diye sorardım sana.
Dünyaya beyaz çarşafın serildiği bir sabah uyansaydık senle, hanginiz hanginizin aslısınız, demek isterdim sana.
Havva, kış ölüm değil, hayır ve ben bir kış sabahı doğdum, ancak kış sever beni, belki yalnızlıktan.
Bir de her şeye fısıldamak isterdim bu gerçeği; dünya, yalnızca bir sürgün yeri, fazlası değil.
Bu mevsimlerin ölü ilan edileni, bu  yılın donuklukla suçlananı, bu zamanın en yavaş olduğu dönem; yalnızca tatlı bir uykuyu müjdeler.
Uyumak istiyorum yaprakları dökülmüş ve benim kadar çıplak kalmış bir ağacın eteklerinde, hiçbir sesin olmadığı ve uykunun ağır ağır gelip tatlı bir ânda içime sızdığı vakit.
O kadar çok üşüyorum ki içimde yangınlar meydana geldi; üşümek benim için yanmak demek, bu da benim yanışım.
İçim buz tuttu ama bil isterim Havva, ne kıştan ne soğuktan ne de kardan, yalnızca ve yalnızca yokluğundan.
Bir mevsimin gelişi bir başkasının sonu, neden hiçbiri iç içe geçemiyor, sen yaz mısın ben de kış, kavuşamıyoruz birbirimize Havva, niye böylesine ayrıksı duruyoruz?
Dünyanın güneşe en uzak olduğu nokta ben, en yakın olduğu nokta sen gibi: benim içimde sonsuz bir üşüyüş, seninse bir yangın, birbirimize yaklaşsak yokluk.
İlkbaharla sonbahar, aramıza giren o korkunç nöbetçiler; bizi birbirimizden hassas bir şekilde uzak tutuyor, benden soğukluğu senden sıcaklığı alıyor.
Bahar ölüm demektir benim için Havva, senden ayrılış demektir; yazla kışın arasına giren düşman demektir; âşıkla sevgili arasına giren rakip demektir; dudakları birbirinden ayıran yasaklar demektir; cenneti cehenneme çeviren şeytan demektir, buna sebebiyet veren; bu sürgün yeri bahar demektir Havva, o yüzden en çok bahar hüküm sürer bu topraklarda.
Baharı sevecektir herkes Havva, ona medhiyeler düzeceklerdir, ona hayat diyeceklerdir, yazla kışı birbirinden ayırışlarını bilmeyeceklerdir.
Yeter cânân yeter, ben kışım ve bu ölüm demektir ve ölüler daima suskundur; Havva ben bir kış çiçeğiyim, giderek solan, kış çiçeklerini solduran bahar geliyor.

Kardan bir elbise dik kendine ve beyaz çarşaflar üzerinde gel yanıma.
XXVIII