31 Ocak 2014 Cuma

Ahmaklığın Gelişimi

       İnsan ahmaktır. Bu onun yaratılışında yoktu. Bu mülkü kendisi edindi. Her ahmaklığı kendisi türetti. Ve işte bana sorarsanız insanlığın gerçekten icat ettiği bir şey var mıdır diye, hiç çekinmeden size gösteririm ahmaklığı. Ahmaklık, baki değildir ancak yerleştiği yerde kalmayı sever. Vefa sahibidir, onu bir kez ziyaret edeni her daim hatırlar. Ahmaklık, insanın icadıdır.
       İnsan mülk edindi. Adını ahmaklık koydu. İnsan yurt edindi. Adını ahmaklık koydu. İnsan yer edindi. Adını ahmaklık koydu. Sonra ahmaklığı sakladı, sadece adını değiştirdi. Değişen isimler oldu, ahmaklık baki kaldı. İnsanlar kendilerini kandırdılar, kendi yalanlarına kendilerini inandırıp ahmaklığı yaşatmaya devam ettiler. Kendileri, kendi ahmaklıklarından öldürler de yine de ahmaklığı yaşattılar. Kendilerini verdiler, ahmaklığı aldılar. İnsan, ahmaklığı çok mu sevdi? Çok sevdi ki onu asırlardan asırlara taşıdı.
       İnsan, ahmaklıkla yatıp ahmaklıkla kalktı. Her gece ahmakça düşlerin peşinden düşerken her sabah her gece kurduğu düşleri inkâr etti. Böyle süregeldi düzen, böyle süregitti düzen. Ahmaklık, henüz evrimini tamamlayamadı. Asırlardır gelişmeye devam ediyor. Geçen her asır ahmaklığın gelişimi evresinde yeni bir halka oldu, bitkilere hayat veren yaş halkaları gibi. Bir soydan gür bir şekilde türemişçesine hızla yayılan bu vahşet, bu dehşet, bu savaşsal ortam hep insanlığın önüne geçti.
       Ahmaklığın icadı, ateşin icadından çok evveldi. Önce ahmaklığı bulmakla beraber aslında başladı insanın yolculuğu, bütün yer değiştirmeler ahmaklıktan kurtulmak içindir. Oysa her yer değiştirmeyle beraber ahmaklığın yayılış coğrafyası da genişledi. Eğer insanoğlu hep doğduğu yerde kalsaydı ve biri gelip bu insanları ateşe bulup yaksaydı, işte o zaman ahmaklığın kökü kurumuş olacaktı. Dillere sorarsanız bunun çaresini, bir ahmak bir ahmaklığın çaresini bulamaz, derim. Dil kâfi değildir söylemeye. Ahmaklık, kara bir leke, yıkadıkça çıkmak yerine daha çok bulaşıyor.

30 Ocak 2014 Perşembe

Aforizmalar VI

  • Frank'ın ruhu ruhuma değdi ve ben Milenka'yı aramaya çıktım. Onun izini sürüyorum, o yokken onun arayışını teslim aldım.
  • Sensizlikle dolu günleri anlatacağım, söz.
  • Her Âdem kendi içinde Havva'sını taşır.
  • Her düştüğümde kanayan avuçlarımı senin öperek iyileştireceğini bilsem, yerden kalkmazdım hiç.
  • Bir bilinmezlik ile başlar bütün denklemler.
  • Biz severiz sevdiğimizi, sevmek duygusunun güzelliğinden ötürü.
  • Bazı şeylerden daha önemli bazı şeyler var. -Sen gibi.-
  • Bir çocuk, dünyaya çocuk kalmak için gönderildi.
  • Tüm kusurlar, kusursuz kılmak için var. Kusurlar, kusursuzlaştırır, kutsallaştırır.
  • Yine gece, yine hüzün. O büyük Yaratıcı, geceyi, karanlığına sığınalım diye mi yarattı? O karanlık ki bütün kollarıyla sarıyor âdemoğlunu.

29 Ocak 2014 Çarşamba

İnsanoğlu Tuttu Geceye Sarıldı

İnsanoğlu tuttu geceye sarıldı.
Sonra sevişti hiç durmadan.
Hiç durmadan yıldızlarla öpüştü.
Çoban Yıldızı ile sarhoş oldu.
Dionysos yoktu henüz,
Eros lanetli bir çocuktu,
Şimal yıldızına yüzünü çevirmişti insan.
Giderek kayboluyordu,
Sonsuz genişliğinde evrenin.

İnsanoğlu tuttu geceye sarıldı.
Sonra öpüştü hiç durmadan.
Hiç durmadan güneşle sevişti.
Elleri yakıcı güneş sımsıkı sardı insanı.
Hiç bırakmayacak bir el gibi,
Sıcaklığını hissettirdi daima,
Ve ısısını verdi kalbine sevgilisinin.
Giderek kayboluyordu,
Bir kara deliğin içinde,
İnsan.

İnsanoğlu tuttu geceye sarıldı.
Sonra konuştu hiç durmadan.
Hiç durmadan notlar aldı gökyüzüne.
Aldığı her not hep rüzgârla silindi.
Sonunda bomboş bir mavilik kaldı.
Satırları bulutlara yazılmıştı.
Yağmur olup yeryüzüne indi.
Göğe yazılan notlar insanın suratına çarptı.

O gün bugündür,
Yağan her yağmurda,
İnsanı büyüleyen o düşünüşler,
Hep bu göğe yazılan,
Sonsuz satırların neticesidir.
Bilinmeyen bir yerden gelen bu sarhoşluk,
Eros'la Dionysos'un,
Birbirinden habersiz,
Tanımsız ve cansız çocuğunun,
İnsanlığa son mirasıdır.

26 Ocak 2014 Pazar

İdam

"Eğer yağmur yağınca içeri gireceksen, seninle gitmem uzak ülkelere." Umay Umay


Sert rüzgârların estiği bir yer var.
Her hamlesi seni geriye itmekte,
Çamaşırın sökülen ilmiği gibi,
Yavaş yavaş kendini yok etmekte.

Elimden gelse sana dokunan,
Tüm rüzgârları idam edeceğim.

Soğukta üşümüş, renk değiştirmişsin.
Güzel bir aâhenkle, 
Rüzgârla dansa soyunmuşsun.
Canını incitiyor sert hamleleri, son yellerin.

Elimden gelse canını acıtan,
Tüm acı duyguları idam edeceğim.

Şimdi kulaklarına kadar soğukla kaplısın,
Ellerinin arasından kıvılcımlar çıkmakta.
Soğuk yolların, buz tutmuş taşları,
Engel olmamalı sana, gittiğin yolda.

Elimden gelse canını acıtan,
Tüm soğukları idam edeceğim.

Burnunun direği sızlıyor yine,
Sana mı değmekte, nemli havanın,
Hiç gün yüzü görmemiş küflü kokusu,
Sana mı değmekte, rütubetli elleri.

Elimden gelse canını acıtan,
Tüm kış aylarını idam edeceğim:

İçinde kendim de olarak.

21 Ocak 2014 Salı

Mesafelere Dair

       Tüm mesafeler ikiye ayrılıyor, gözümde; Bir uzak var birde yakın. Diğer tüm yönler bunlardan türüyor bana göre. Uzak, çok uzak, en uzak, uzağın uzağı ... Yakın, çok yakın, en yakın, yakınında yakını ... Böyle böyle kendi içerisinde bölünüyor tüm mesafeler, parça parça olup dağılıyor.
       Uzak bir yerde uzak insanlar var. Onların kendileri sanki tüm dünyaya, hayata uzaklar. Uzak bir yerde, herkesten saklanarak, kimi zaman Amazonlar'da bir ağacın gölgesinde, kimi zaman Afrika'da bir göletin içerisinde, kimi zaman Sibirya'da bir mağaranın içerisinde, insanlardan, tüm insanlardan saklanıyorlar. Uzak bir yerde uzak insanlar, kendi içlerinde yaşıyorlar.
       Yakın diye bir yer var. Orada da insanlar var. Kimisi yakınlık nedir bilmeden yakında beliriyor kimisi yakınlığın anlamını oluşturuyor. Çeşit çeşit yakınlık var. Kimisinin yakınlığı sözde başlayıp bitiyor, kimisinin yakınlığı insanın kalbini delip geçiyor. Yakınlığın özünü oluşturuyor, kimisi. Yakınında yakınında birisi var, her insan için her insandan farklı bir şekilde. Oraya sığınan bir dilenci var, sevgi dilencisi, özlem yoksunu, ululuğun mahremiyeti var. Yakınlığıma sakladığım birisi var, her insanın kendine sakladığı birisi vardır. Yakınlığın anlamlandığı yer işte, orada O var.
       Ortada bir yer yok. İnsan ya yakındır ya da uzak. İyi ile kötünün arasında olanlar gibi değildir mesafeler. Bir şeye ya yaklaşırsın ya da ondan uzaklaşırsın. Orta yol yoktur, her zaman. Orta yol, yanlışa açılan bir kapıdır kimi zaman. İnsanın adımları sağlam olmalı, yürüdüğü yolda emin olmalı. Ancak nereye gittiğini bilen insan istediği yere ulaşabilir. Hedefe varmanın sırrı hedefe doğru yürüdüğünü bilmektedir. Yürü, hedefin önünde. Yol senin. Yolundan döndüren şeytandır, yolu göremeyen mel'un bir ahmaktır.
       Mesafeler, uzanıp gidiyor. Ya bir hedefe doğru ya da bir hedefsizliğe. Mesafeler, bir görünüp bir kayboluyor. Gözleri keskin olanlar onu görebiliyor, peki ya gözleri görmeyenler? Mesafeler, ikiye ayrılıyor. Kimisi yaklaşıyor, kimisi uzaklaşıyor. Kimileri ise yakınlığın içinde yüzüyor.

20 Ocak 2014 Pazartesi

İlk Gün Denklemi

En derin denizlerde boğula boğula becerirsin tek bir nefesle yaşamayı.
F.Nietzsche


Uzun, çok uzun yıllar önce,
Günlerin asırlar gibi geçmediği,
Henüz yılanların dört ayak üzerinde,
Tüm yeryüzünde yürüdüğü günlerde,
Sıcak, çok sıcak bir günde,
Henüz güneşin insanı yakmadığı günlerde,
İnsan, âşık oldu,
Bilinmez bir denkleme.
İnsan, afitaba hayran olup bağırdı,
Sesi göklerde.
İnsan, yokluğu öğrendi,
Tüm varlığın içerisinde.

Geçmiş, henüz geçmemişken,
Ve,
Henüz gelecekten bir haber yokken,
Âdem seviyorken Havva'yı, kendinden emin,
Derin, çok derin bir yerinde kalbinin,
Serin, çok serin bir anında gecenin,
Hüzün, hiç bilinmeyen hüzün çıktı,
Âdemoğlu'nun karşısına,
Cennet yerine cehennemden çıkmışçasına.

Yere inince insan,
Kendini buldu bir denizin ortasında.
Dolandı, dolanmak nedir bilmeden kuytu köşelerde.
Seslendi, kendinden başkasının olmadığı,
Ormanın en kuytu yerlerine.
Ne bir ses, ne bir heves kaldı geriye.
Bıraktı kendini, mai denizin sularına.
Her boğuluşunda yeni bir nefes daha aldı.
Öğrendi, çok çabuk öğrendi.
Her nefesle bir hayat daha sürmeyi.
Sevmedi, ama yaşamaya devam etti;
Dünya ona ait değildi,
İnsan dünyada mutlu olmadı.

18 Ocak 2014 Cumartesi

Cennette Yeşil Yaprak

Kendi içimde kendi cinimle boğuşuyorum.
Kendi içimdeki cin beni aldatıyor.
Şeytanın Âdem'i aldatışı gibi.
Eski bir minyatürden dışarı taşıyoruz.
Cetvelci ustalar bizi bir çevçeveye sıkıştıramıyor.
İçimdeki cin, içimde kendi fikirlerini yayıyor.
Kendimi uyaramıyorum,
Kendime sahip çıkamıyorum.
Her geçen gün daha da yerleşip,
Benden beni bir çırpıda söküp alıyor.
Kendi içimde kendimi aldatıyorum.
Her aldatışım kendimi kendimden sıyırmak için.
Yılan olmuş şeytan, kıvrıla kıvrıla girerken cennete,
Ben bir ağaca sıkı sıkıya tutunmuş yaprak olmak istiyorum.
Şeytan uzak dursun benden,
Sürünüp gitsin öteden beriden,
Âdem babamız, bu sefer kanmasın,
Ben sıkı sıkıya tutunayım ağaca,
Cennetten kovulmayalım, bir yaprak olarak kalalım.
İşte böyle çizsin beni bir nakkaş,
Böyle böyle uzun ömürler geçireyim.
Ben bir servi ağacının yaprağı olayım,
Hiç dökülmeden hep bağlı kalayım.
İçimdeki cinle her karşılaşmamda,
Mağlubiyeti tatmayayım artık.
Hiç olmayan yerlerde hiç olmayan bir mahluk;
Derinde, çok çok derin bir yerde,
Benden beni sıyırırken yakmasın canımı,
Ben çok uzak, çok çok uzak bir yerde,
Dünyadan çok uzak bir yerde,
Cennette,
Bir servi ağacının dalına sıkı sıkıya bağlanmış,
Güzel, yeşil bir yaprak olayım.
Nakkaşlar beni böyle çizsin, böyle hatırlasın.
Sen tüm bu hikâyenin ortasında,
Benim sıkı sıkıya tutunduğum o ulu ağaçsın.
Beni kendiyle besleyen, beni bende bırakan,
Sen, benim tutunduğum son dal,
Cennete son tutanağımsın.
Nakkaşlar seni böyle çizsin.
O nakkaşlar, bizi böyle çizsin.

16 Ocak 2014 Perşembe

Karsız Kış

Karsız Kış, Kışsız Kar

Karın olmadığı bir kış günü,
Kış, kışa benzemezken,
En çirkin hâldeyken kış,
Toprak bile beyaz çarşafı fırlatırken,
Kayboldu kış, kar yüzünü göstermedi diye.
Karın yağmadığı bir kış günü,
Yalnız soğuk var, sancılar var,
İliklerime kadar işleyen özlem var.
Karın yağmadığı bir kış günü,
Ölen akbabalar, gülen sırtlanlar var.
Kar, yere düşmeden eridi,
Toprak hasret çekiyor bir parça kara.
Şimdi insanın eline dokunmadan eriyen kar,
Henüz rengini bile giderek kaybedip,
Giderek daha da koyu bir hâl alırken,
Dünyanın bir köşesinde eriyen buzullar,
Susuzluktan ölen çocuklar var.
Giderek soluklaşan beyaz örtü,
Bir kış günü çocukların üzerinden çekilip alınıyor,
Bir 'Kibritçi Kız' misali,
Bir ateş parçasının aleviyle,
Saatlerce ısınıp, en masum hayallerin içerisinde.
Karın olmadığı bir kış günü,
Onu selamlayan kutsal ölümün,
Kollarına bırakmakta kendini.
Karın yağmadığı bir kış günü,
Kundakta ağlayan bebekler,
Dağlarda kurtlara kaptırılan keçiler,
Ve nesil nesil tükenen insanlar,
Tükenmekte, mahvolmakta.
Tükeniyor nefesim, soluğum buhar oluyor,
Ben bu kış günü, kara hasret, sana hasret.

Karsız kış, kışsız kar,
Olmaz, olamaz.

Sensiz ben, bensiz sen,
Olmaz, olamaz.

15 Ocak 2014 Çarşamba

Kış Günü, Şaman Masalı

"Seversem abartırım." /Burak Aksak/


Karın olmadığı bir kış günü,
Kıştan çok uzak bir kış günü,
Kışı kış yapan doğumumdan uzak,
Uzak, çok uzak bir kış günü,
Ben seni sevmeye başladım.
Gelip ezelden, sürüp giden ebede.

Semavi ışıkların olmadığı,
Rüzgarın yerli yerinde durduğu,
Kör baykuşların gece seslendiği,
Şamanın kutsal ayinini yaptığı gün,
Ben bir mecusi dergahında ayinde gibi
Seni sevmeye başladım.
Gelip geçmişten, sürüp giden geleceğe.

Atmosferi delen bir yıldız,
Atlas'ta bir adaya düştüğünde,
Kör baykuş ölümü tadıp
Ayin yapan şaman son nefesini verdiğinde,
Bir rahmet yerden göğe yükselirken,
Kış günü, kıştan çok uzakken,
Bundan çok uzun saatler evvel,
Ben seni sevmeye başladım yeniden,
Gelip kısa anlardan, sürüp giden geniş zamana.

11 Ocak 2014 Cumartesi

Tek Solukta Gece

"Bu gece de sana mutlu uykular dilerken her şeyimi sana veriyorum bir solukta! Benim mutluluğum sende erimektedir. Bence istediğin zaman yalnız kalabilmek mutluluğun en önemli nedenlerinden biridir."

Milena’ya Mektuplar / Franz Kafka



Gece bir solukta türedi.
Güneş kaçıverdi tepelerin ardına,
Şimdi güneş başka diyarları aydınlatırken,
Boğulmakta başka bir yerde; bir insan.
Boğulmakta gecenin içerisinde,
Bir başkasını yaşatmaya çalışırken.

Yaşamak için yaşatmak gerek.
Gece tüketildikçe çoğalıyor.
Oysa sana mahsus, azaldıkça çoğalmak.
Sen ki çoğaldıkça sonsuzlaşıyorsun.
Gece gibi kendini hatırlatıyorsun.

Sana veriyorum gecenin içinde günümü.
Şimdi bir kibrit çakıp,
En küçük kıvılcımlarla geceyi aydınlatıp,
Kendimi yakıp güneşi bekleyerek,
Yaşatmak istiyorum seni.
Tek bir solukta sonsuza dek!

Göğüs kafesimde uyumaya devam et,
Ben geceyi oraya sokmayacağım.
Bir günü bin geceden arındırıp,
Üzerindeki kötülük kokan elbiseleri çıkararak,
En güzel günleri saklayacağım.

Bir Yüzde Bin Hücre, Milyon Hasret

Bu günler belki gelirim sana.
Konuşmak için değil,
sadece yüzüne bakmak için.
Belki senin yüzünde bulurum aradığımı.
Bütün gördüğüm yüzler lakayt,
hissiz.
Senin yüzün nasıl?

Nâzım Hikmet



Bu günler zor günler, puslu günler.
Pusun içinde kaybolduğum günler.
Kaybolmak ne kelime,
Kelimeden kelimeye atladığım günler.

Sessizlik sessizliklerle iç içe,
Bir ses duymaz oldu kulaklarım, nicedir,
Muazzam sesinin yokluğu,
Bir sızıdır kulaklarımda çok uzun zamandır,
Bu hangi lisandır, necedir?

Şimdi bir dolmuşa atlasam,
Bir atın üzerindeymişçesine sana gelsem,
Ak yüzünle beni karşılayıp,
Ağulamadan benimle sarhoş olur musun?

Yolda yüzler var; onlarca, binlerce,
Hangisine baksam bir yara, bere,
Tüm bu yüzlerin içerisinde, bir çare,
Senin yüzünü görebilecek miyim diye,
Her gördüğüm yüzün tüm hücrelerini inceleyerek.

Sahi, kaç hücre vardı yüzünde,
Hücrelerini tek tek saymak istiyorum.
Kaç kirpiğin varsa o muazzam göz kapaklarında,
Her biri için bin ben, kurban etmek istiyorum.

Tüm yüzler seni işaret ediyor,
Gel de irşat et beni, gel de göster yüzünü.
Özlem dolu olduğum yüzünden peçeyi kaldır,
Göster bana o beldeyi,
Sarhoş olmak istiyorum sonsuz varlığında.

Bir yüzde bin hücre, milyon hasretim var,
O yüzde benim ana yurdum, benim cennetim var.

10 Ocak 2014 Cuma

İklimlerin İklimi

“En iyisi düşünmemekti. Kaçmaktı. Kendi içime kaçmak. Fakat bir içim var mıydı? Hatta ben var mıydım? Ben dediğim şey, bir yığın ihtiyaç, azap ve korku idi.”

Tanpınar - Saatleri Ayarlama Enstitüsü


       Benim bir içim var sanırım. İçimin içinde de bir iç var. Onun içinde de bir iç var. Ben katman katmanım! Benim içimin içi var. Her insanın içinde bir başka insan var, insan insana gebe. Ve işte hiç görülmeyen, bir insan bir insana gebe.
       İçimde yığınla duygu var. Her biri farklı iklimlerden geliyor. Her iklim içinde kendi duygu dünyasını taşıyor. Peki öyleyse eğer, ben hangi iklime aidim? Tüm mesele bu, ben kendime ait bir iklim bulamadım. Tüm iklimlerden uzaktayım. Yalnız bir iklim var bana kalan, bana yaraşan, bana benzeyen. O iklim ise, benden uzak bir iklim. Dünyanın dışındaymışçasına, kâinatta kaybolmuşçasına, bilinmemecesine bir iklim. O iklimi anlatacağım işte. İklimlerin en güzelini.
       Bir varmış, çoğu zaman yokmuş. Bir varken çok yokluğunu silermiş. Çok yokluğunu da çarçabuk silermiş. Öyle gelip geçermiş. Her gelişinde âlemi peşinden sürüklermiş. O öyle bir iklimmiş ki kendisinin kısa bir ânı bile tüm ânları doldururmuş. Sanki âlem bir iple kendisine bağlanmış, o nereye giderse alemde onunla birlikte o nereye giderse gidiyormuş. O mu âlemde bir parça yoksa âlem mi onda bir parça, anlaşılmazmış. Günler böyle gelip geçer, vakit hiç durmaz akar, yaşam pınarının suyu çekilirken, ak sakallı bilge dedelerin öldüğü vakit, kötülükleri haber veren kara karga akbabalara yem olduğunda, uyuyan prenses evlendiğinde, işte o vakit bu iklimin çarkı durmuş. İklim artık dolaşmaz olmuş. Konaklamak, yerleşmek istemiş. Tüm bu ânlarda bir yuva aramış kendine. İçerisine koca bir âlemi sığdırabileceği bir yuva. Aslanlara bakmış, pençesine çok güvenir bulmuş. Kartallara bakmış, gözlerinin keskinliğine çok güvenir bulmuş. Yunuslara bakmış, denize esir bulmuş. İnsana bakmış, ... Bir daha bakamamış. O ân insana yerleşmiş. O insan, o gündür bu gündür, o diyardan bu diyara, içerisinde hiç bilinmez katmanlı bir iklimle dolaşmış. İnsan, içinde kat kat bir iklimi saklamış. Sonunda bu iklim, insana ait bir küçük çocuk olmuş. İnsan gebe kalmış.
       İçimde katman katman bir iklim var. Kime ve neye ait? Bu iklim mi beni yöneten yoksa ben mi bu iklime hâkim olanım bilmiyorum. Bildiğim, ben bu iklimdeyim, bu iklim varlığını benle devam ettirmekte. Bu iklim, iklimlerin iklimi. Arapça terkiple iklimü'l-iklim. 'İklimlerin iklimi'
       Bu iklim, yer etti bende. Ben katman katmanım. En derinde bir katman var. Varlığın özü o katmanda, varlığımın. Orada bir saray var. Sarayda bir taht var. Tahtta oturan birisi var. Elinde bir kalp var, henüz kan damlayan. Ve dudakları kıpkırmızı. İşte iklimin sırrı, işte insanın sırrı, işte bilinmeyen bilinmezlik. Şimdi çöz sırrını!

1 Ocak 2014 Çarşamba

Aşk Kervanı

Minel habibi ilel habibi habib. / Sevgiliden gelen her şey sevgilidir.

      Yâr olmak, yâra varmak için düştüm yollara. Tüm yolların sonunda, yolun başında gördüğüm düşü buldum. Her düş, içinde seni barındırıyor. Sadece senin varlığın tüm düşleri güzel kılmaya yetiyor.
       'Aşk imiş alemde her ne var ise' dedi Fuzulî, kervandan ayrılmadan önce. Bu uzun yolda zamanı gelen herkes kervandan ayrıldı. Kervandan ayrılan her kimsenin yerini bir başka kimse alıyordu. Sıra bana geldi, bende katıldım kervana. Aşk kervanı bu, hiç durmadan onca yollar aştık. Nice dağlar, nice ırmaklar ardımızda kaldı. Kervan durmadı, durmak bilmedi. Aşk kervanı durmayı kabul etmedi.
       Gece mi beni korkutan yoksa sensizlik mi? Sensizlik hem geceye hem güne nüfuz etti, tesiri altında tüm gün senin. Bak, bir bülbül aşık olmuş güle, sana benziyor diye. Bak, bir ben aşık olmuş bir başka sen'e (sana), cennete benziyor diye. Cennet; ete, kemiğe bürünüp sen diye karşıma çıktı. Ben bu cennetin peşinde, bu kervanın uzak bir ucunda, koşarak geliyorum sana doğru.
       Yollar uzun, çöllerle çevrili, güneş tepemde, sana ulaşan yol çetin. Cadılar, tek gözler,devler ve cinler... Fersah fersah yol aldım sana doğru bu sonsuz tünelde. Karanlıktı, aydınlığını düşündüm. Üşümüştüm, sıcaklığını düşündüm. Korkmuştum, sarılışını düşündüm. Bu uğurda adımladım bir uçtan bir uca varlık alemini.
       Bir düş gördüm, içinde sen vardın. Bir düş gördüm, düşe sığmayacak kadar büyük. Bir düşten doğup taştın. Bir varlığa sığamadan...
        Aşk kervanı dolup taştı, yola başladığı ilk günden beri. Kiminin yolu kısaydı, kervandan tez zamanda ayrıldı. Kiminin yolu uzundu, sakalları bu kervanda ağardı. Herkes ayrıldı bir gün bu kervandan. Kimisi sıcak bir kucağa, kimisi sıcak bir toprağa; ama herkes ayrıldı bir vakit gelince. Aşk kervanı yürüdü, yürüdü, dur durak bilmeden.