30 Nisan 2016 Cumartesi

Yusuf'dan Züleyha'sına V

Züleyha'ya;
Lir mi çalıyorsun yoksa yüreğimi mi Züleyha, sesler tellerden mi yoksa ruhumdan mı geliyor?
İnliyorum yaralı bir hâlde, kapanmış içime her şeyim; sakladım senden kalan ne varsa.
İnsanlar, insanlar Züleyha, geçmeye çalıştıkları nehirlerde boğuldukça, ben hayata döndüm.
Kaç kişi öldüyse boğularak denizlerinde, o kadar dirilerek geldim.
Korku içindeyim daima, sığınacağım bütün kayıklar alabora oldu.
Nil eskisi gibi gülmüyor yüzüme, Nil her kulaç atışımda biraz daha esirgiyor suyunu benden.
Ben senden evvel günü bekleyen bir gece, baharı bekleyen bir kış, hayatı bekleyen bir ölüm olduğunu bilmezdim Züleyha;
Ben senden evvel "anlam"ın bir insana hapsolup kalabileceğini düşünmezdim.
Yitik benliklerin içinde sana dipdiri bir ruh sundum Aton tapınağında, sana firavunlar sundum.
Amon'u Ra'ya, Osiris'i İsis'e bağladım, Seth'i kurban ettim varlığına.
Kaç tanrıya yaraştı bu tören, kaç hükümdar tanık oldu, ben sana büyük bir dünya bıraktım.
İlk emirle yola çıkışım gibi âşkına düştüm, istemsiz ve bilinçsiz.
Her şey sonra başladı Züleyha, her şey sonra başladı, bilinenleri bilinmeyenler kovaladı.
Tek Olan'ın sözleri ve sözlerindeki özlerin karşılığı sende hayat buldu.
Kitaplar ve sözler unutuldu Züleyha, her şey sende hayat buldu ve ete kemiğe büründü.
Bana, Tanrı'dan bir nişan göster, dediklerinde seni göstereceğim.
Bana, Tanrı'dan bir söz söyle, dediklerinde seni söyleyeceğim.
Bana, Tanrı'ya nasıl ibadet edeceğiz, dediklerinde sana olan sevgimi anlatacağım.
Gezdiğim bütün tapınaklar ruhsuzken, ben gözlerinde ibadeti bulurken, olacak her şey.
Şimdi bilmediğim bir kuraklığın içindeyim, tatmadığım yoklukların haznesinde.
Şimdi hiç duymadığım bir sessizliğin ortasındayım, yaşamadığım bir yalnızlığın kucağında.
Şimdi kurumuş bir soyun ucundayım, kül renginde bir ağacın damarlarında.
Şimdi Züleyha, adına hayat dedikleri bir günün tam ortasındayım.
Şimdi yine Züleyha, bilmeli ki âlem, her peygamberi var eden, bir kadın vardır özünde ve yalnız düşünülemez hiç kimse.
İnsanlar bana yitik hayallerinden bahsettiklerinde kırık hayatımı göstereceğim,
Karmaşadan söz ettiklerinde kalbimi, acılardan dem vurduklarında ruhumu;
Bana neden bahsederlerse bahsetsinler, susacağım.

Şimdi yine Züleyha, bilmeli ki âlem, her peygamberi var eden, bir kadın vardır özünde ve yalnız düşünülemez hiç kimse.
V

26 Nisan 2016 Salı

Güneş Yok Artık

"Bir zamanlar, bir ülke vardı."
Emir Kusturica, Yeraltı

Güneşin olmadığı zamanlar dünyayı aydınlatan,
Bir ülkesi vardı belleğinde,
Tohum saçan yeryüzüne, insanın.
Hüzün vadisinde kendisiyle karşılaşınca kişi,
Uzaktan duyduğu her sesi Tanrı'dan,
Gördüğü her şeyi gözlerinden bildi;
Sözlerin ötesini bırakıp,
Berisinde yokluğa daldı.
Bir zamanlar, bir ülke vardı, dediklerinde,
Yeryüzünü parçalamışlardı sözlerinde.
Kayıp kıtası yeryüzünün,
Sekizinci kıtası,
Yüzüp durur sessizliğin gölgesinde,
Dünyanın kör noktasında.
Her şey geçti işte,
Bir kuyu dibinde sonlandı tüm masal,
Bir ülke daha silindi işte,
Yarası kalır, izi kalır, çürüyen bedenlerde.
Yaşayanlar birer ölüden ibaret,
Yaşayanlar birer ölüden.
Güneş yok artık,
Aydınlık yok.
Sonunda kardeş kardeşi öldürdü,
Herkes kendini
ve tüketti insan, kendi soyunu,
Kardeş kardeşi öldürdü.
Güneş yok artık, ne dünyada,
Ne de sözlerinde insanlığın.

19 Nisan 2016 Salı

Benmişim Beni Sınırlayan

Ateşten bir havuzun içinde kulaç atıyorum,
Garbın silik hayallerine ve şarkın,
Hiç susmayan efsanelerine.
Yüzme öğrendiğim o ilk günden beri,
Kaç deniz gördüm ufku belirsiz,
Kaç dip gördüm sonu deliksiz;
Bir efsane vardı dağ yamacında anlatılan,
Kıyıda bir göl içindi hepsi:
Dipsiz göllerin efsanesini dinledim.
Masallar denizinde eriyen kayıklar,
Us'uma sığmaz oldu sonunda.
Akşamın en kızıl vaktinde,
Söylenen sözler bir bir yalan oldu sonunda.
Ateşten bir havuzdayım,
Denize bir türlü varamayan.
Attığım kulaçlar faydasız ve beni hep,
Daha da geriye itiyor.
Ne bir sonu var bunun ne de hatırımda ilk ânı,
Bitmeyen hesapların ortasındayım.
Hangi yanda kurtuluş, ceza ne zaman başladı;
Kendimi mi kandırdım verdiğim sözlerle;
Duvara çarpar gibi çarptım kendi kurallarıma,
Benmişim beni sınırlayan:
Us'um, bitmez tükenmez çilelerin kaynağı;
Us'um, sonsuz mutluluğun kaynağı;
Şimdi bir kulaç mesafede,
Tutamaç,
Sonsuz bir kulaç.

15 Nisan 2016 Cuma

Gördüğün Şey Değilim Ben

Gördüğün şey değilim ben,
Gördüğün, benim için ördüğün.

Ölüyorum her gün;
Soyum ne lanetler taşır ben bilmezken.
Soyu insanoğlunun,
Ne cinayetlere kurban,
Ne zulümler işlemiş kendi kendine;
Baba oğluna, oğul babaya;
Herkes birbirine düşman.
Kendini yarına miras bırakarak,
Cinlerle doluyken gece,
Kimsesiz bir pınar başında,
Ağu damlarken incir ağacından suya,
İçtim tüm susamışlıklarımla;
Mezarlık içinde yürürken,
Uzanmış bir el gördüm,
Toprağın içinden hayata;
Dedim kendi kendime:
Hangimiz daha ölü ey medfun?
Lanetler taşarken içimden,
Ben kendimin babası ve oğlu,
Ben soyumun başı ve sonu,
Ben cennetin ve cehennemin kesişişi,
Ben, ben, ben;
Ben her şeyin sahibi,
Zamanın ve mekânın.

Gördüğün şey değilim ben,
Gördüğün, benim için ördüğün.

9 Nisan 2016 Cumartesi

Her Tarafta Işık Vardı

Her tarafta ışık vardı, kimsesizlik;
Yokluk vardı bir yanda, diğer tarafta korku;
Belirsizlik içten içe kemiren,
Anlamdan uzak,
Anlayıştan.

Her tarafta ışık vardı, karanlığa bulayan;
Umutları acımasızca söken,
Yalanlar, kin kusmalar,
Merhametini yitirmiş,
Dakikalar.

Her tarafta ışık vardı, seslere karışan;
Kesik kesik çınlamalar,
Demire karışan,
Tel örgüler ardından gülümseyen,
Güneş.

Her tarafta ışık vardı, her tarafta ışık;
Koyu, gözümü kör eden;
Her tarafta ışık vardı, dört bir yanımda;
Süzgün, gözlerimi kamaştıran,
Karanlığında.

#msgsü

4 Nisan 2016 Pazartesi

Bostan

Eskiköy Üçlemesi: III

Yeşile boyanmış pencerelere gün yüzünü göstermiyor bir türlü,
Gidenin ardından bakanlar içlerindeki boşluğu dolduramıyor.

Binlerce gül kurudu çatlak avuçlara ekilen umut diye,
Beklenen yağmur gelmedikçe kurudu süt veren göğsümüz.

Kaç tütsü yakıldı taş kaldırımlarda, bitsin diye bu lanet,
Kalpte bukağıyla kaç kuş salındı özgürlüğe, bitsin diye bu sürgün.

Yan yana uzanmış yatmakta başlangıçla son, ölüyle diri;
Baş başa vermiş düşünmekte çözümle düğüm, seninle ben.

Kış otağını kurduğunda geniş ovanın orta yerine,
Geriye kim kalır kemiklerden başka, kim bakar ardına?

Zaman, kuşun boynunu vurdukça içimde bir feryat kopar;
Ellerin tohumlarını saçtıkça bostanımda hayatlar biter.

Bir su kuyususun, en tepeden köklerime bakan durmadan,
Bir mezarlıksın, daha girerken beni karşılayan, kimseye bırakmadan.

Bostanım, üç beş ağacım, soyumun tanığı, köyümün toprağı,
Bostanım, geçmişin kırık dökük parçası, atalarımın mirası(sın).

3 Nisan 2016 Pazar

Buğday Tarlası

Eskiköy Üçlemesi: II

Alev almış yanıyor buğday tarlası,
Alev almış yanıyor soyum,
Yaşamak için toyum.

Bütün çarpıntılarım zorla,
Hayat isterse dursun,
Zaman geçiyor kendinden büyük susuşla.

Kurak topraklarda ne biter,
Savaş, ölüm, vahşet, korkudan başka,
Kurak gönüllerde ne biter?

Eriyişini gördüm kuşların dallarda,
Yılanların su kuyularında,
Ölümünü gördüm insanların yorganlar arasında.

Asırlar birikip kalmış tahtamaç aralığında,
İncir ağacı dikilmiş ocaklar,
Çoktan yüz tutmuş yosunlara.

Örtün kapıları, örtün pencereleri,
Buz tutan sarkıçları çözün,
Çözün buz tutan yürekleri.

2 Nisan 2016 Cumartesi

Vişne Ağacı

Eskiköy Üçlemesi: I

Kırılgan ruhumuzu incittiler,
Güneş kokan tenimizi.
Bizi dünyanın içinden ittiler.
Bizi kendimizle baş başa bırakıp,
Gittiler.

Vişne topladığımız ellerimizi çizdiler.
Ağaç dallarını yüzdüler,
Hiç acımadan kör bir bıçakla.
Bizi daha "biz" olamadan yaşamdan,
İttiler.

Sarı kumların üstünde ayağımızı kaydırdılar.
Köy mezarlığının önünden geçerken,
Atalarımızın adını kazındıkları yerden sildiler.
Dirilerimizi de ölülerimizle beraber yokluğa,
Gömdüler.

Biz daha ne yaptığımızı bilmeden âteşimizi söndürdüler.
Şeytan diye taşa tutup,
Melek diye göğe yücelttiler.
Kimin yoluna uyduklarını bilmeden bizi dalımızdan,
Kopardılar.

Vişne ağacına tırmandılar.
Gökyüzünü yere serdiler,
Bir kilim açıp.
Ekinlerin öte yanındaki kızıl taneleri,
Seyrettiler.

Kırılgan ruhumuzu incittiler,
Yokluk kokan bedenimizi.
Bizi dünyanın içinden ittiler.
Bizi ölümle baş başa bırakıp öteye,
Çekildiler.

1 Nisan 2016 Cuma

Ateş Kaval

Yine de payına benimkinden daha fazla mutluluk düştüğünde,
İçimin bir yanı ağrıyacak,
Uzun koridorlarda yakıcı bir kavalın sesini duyarken,
Giderek yaklaşan.
Kölenin kulağındaki inci küpe titreşiyor,
Alev almış kilimler yanıyor duvarlar boyunca,
Sessiz ve buğulu bir yağmur yağmakta baştan ayağa.
Güneş eridi ve doldurdu dişlerinin arasını,
Gülüyorsun, aydınlanıyor gündüzüm.
Kulaklarımdan içeri alevler akarken,
Erimiş sesleri duyuyorum.
Bir çoban, çok uzaktan bana bakarak,
ve ovada keçileri ululayarak kurban ederken,
Abasına sımsıkı sarılmış bir hâlde,
Kavalını üflüyor, ateşten bir kaval,
Dinliyorum, boğuk bir ses;
Gözlerim kapalı ve alışmış yoksunluğa.
Yosun tutmuş ellerimi tuzlu sudan çıkarıyorum,
Damla damla rüzgar düşüyor saçlarından,
Deniz kokusuyla geliyorsun,
Geçmişimden toplanmış yeşil.
Geliyorsun, ki gerçek değil bu,
İnemez cennet dünyaya;
Yine de senin payına daha fazla mutluluk düşüyor,
Benimkinden.
Sürüldüğüm coğrafyaların hüznü yuva yaptı oyuklarıma,
Kovandan çıkıyor acılar.
Bak, görmeni isterim güneş batarken;
Göğe kızıllığını veren âhların,
Bin bir dumanla bürünmüş tepelerin,
Her karışına binlerce din gömülmüş Anadolu'nun,
Özüsün sen.
Koridorlar üstüme gelirken gecenin sonunda,
Yolun sonunu göremiyorum.
Her taraf alevler içinde,
Kavalın sesi yakıyor beni, aman Allah'ım:
Cehennem bir sesten mi ibaret?
Her şey gibi, dünyadan mı ibaret?
Melekler sırtını dönmüş bana,
Sen benim incilimi oku en iyisi:
Ki daha değişken değildir Yuhanna kadar,
Matta ve diğerleri kadar.
Benim incilimi oku ki anlatayım sana,
Bir kavalın bana neler yaptığını,
Dünyayı baştan sona acıya gark eden.
Benim incilimi oku ve ateşten kavalı dinle,
Ki anlatayım sana,
Nice yaralar aldığımı,
Her biri senin elinden.

Iı.ııı