30 Eylül 2012 Pazar

Yıllanmış Şarabın Tadı

Dilimin hissettiği tattı, geçmişi anımsatan.
Beynimin film ruloları tekrar tekrar döndü başa.
Bozuk plak gibi sardı en başa, sonra tekrar sardı, sonra bir daha.
Anımsadıkça içine düştüm.
İçine düştükçe tarihin tozlu sayfalarından perdeler kalktı.
Ve işte oradaydım.
Geçmişimde, aslında hiç geçmemiş olan zaman diliminde.
Bazı şeyler günden güne değerlenmektedir.
Yıllandıkça pahalılaşan bir kadeh şarap gibi.
Ve geçmişimde, geleceğe doğru yol aldıkça dahada pahalılaşmakta.

Bana soracak olursanız eğer; Hiç yıllanmış bir şarabı tattın mı diye?
Hayır, olacaktır cevabım. Tatmadım amma velakin, ben bizzat o şarabın kendisiydim.
















29 Eylül 2012 Cumartesi

13. Boyut

Yepyeni boyutlar getirdim yaşamıma.
Her boyutta farklı kılıklara büründüm.
Değişen sadece giysilerim oldu.
Yeryüzü değişse dahi içiminyüzü hep aynı kaldı.

Yepyeni boyutun getirdiği yepyeni şeyler var artık hayatımda.
Bu boyutta var olan her şey yok gibi.
Yok olarak düşündüğümüz her şey ise varlığa sahip.
Vücuda sahip, ete, kana, cana sahip.
Hâyallerimiz gerçeğe dönüşmüş, gerçeklerimiz uçup gitmiş durumda.

Yepyeni boyutun duyguları ise daha bir saf.
Her şey olması gerektiği gibi.
Katıksız halde bulunuyor bütün varsayımlar.
Yapmacıklardan arındırılmış bir yaşam bu.
Her davranışa mantıksal bir açıklama gizli.
Her adımda hedefe yürünen bir düşünce var.

Yepyeni boyutun içinde olmak dışına çıkamamayı gerektiriyor.
Girdapmışcasına içinde bulunmak anlamına geliyor bu.
Adak olmak, adaklar adamak, adağa ait olmak gerekiyor.
Hümanizm duygusuyla yoğrulmak isteniyor.
Rüyâ görmek değilde onu bizzat yaşamak demek oluyor bu
Bir adımınla uçurumun kenarında, bir adımınla O'nun kollarında olmak gibi.
Ateş buzu eritemiyor, buz ateşi söndüremiyor.

13.Boyut.
Var olanı yok saymak, yok olarak telakki edilenleri varlığa dönüştürmek.



28 Eylül 2012 Cuma

Sana Sarı Laleler Aldım

Sana sarı laleler aldım.
Tek tek seçtim milyonlarcası arasından.
Her birini özenle seçtim, seçilmiş olana.

Adak gibi adadım her birini sana.
Öyle bir sardım ki, bağcıklarını yüreğimden saldım.
Her çiçek verişinde senin için heyecanlandım.

Mücevhermişcesine değerli bir biçimde korudum.
Kapalı kapılarda değilde gökyüzünde barındırdım.
Bulutlara ektim tohumlarını.
Yağmurlarla suladım diplerini.
Güneşle sıvazladım yapraklarını.
Senin için büyüttüm fidanlarını.

Yolladım dünyanın dört bir yanına, her köşebaşında seni göreyim diye.
Seni gören herkes farklı bir duyguya kapıldı.
Ne senden kopabildiler, ne de sana ait olabildiler.
Ben ise tamamen sana adadım her şeyi, her nesneyi.
Rengarenk hâle getirdim, senin gibi karmaşık yapıda olsun diye.
Kırmızının en koyusundan, sarının en hafifine kadar renklendirdim.
Her bir tanesini kendi ellerimle boyadım.
Topraktan aldım renklerini, sulu boyayla boyar gibi boyadım senin için.
Fırçamla her vuruşumda güzel kokulu yapraklarına daha farklı renklere boyandılar.
Teninin kokularını verdim onlara, senin gibi harikülâde bir boyuttalar artık.
Senin rengini verdim onlara, sana daha bir benzesinler diye.

Sana sarı laleler aldım.
Her bir tanesini alırken topraktan; yepyeni bir tebessümle.
İpliklerini saçlarından sardım, saçlarımdan bağladım.



27 Eylül 2012 Perşembe

Zaman Kavramıyla; Beklemek


Herkes istediği kadar koşsun. Beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur. Oturacağım ve bekleyeceğim.
Oğuz Atay , Tutunamayanlar

Beklemek, çok uzun soluklu bir yolun ilk adımlarını emekleyerek geçmek gibi aslında.
Zaman orada sadece bir kavram olarak karşımıza çıkar.
Varlığını ifade etmek o kadar zordur ki.
Nice saniyeleri asır uzunluğunda, nice yılları saniyeymişcesine yaşarız temelde.
Zaman, insanoğlunun çözemeyeceği bir bilmecenin parçasıdır.
Beklemekde zaman olgusunun anlamsızlaştığı bir başka konu.

Beklemek güzeldir, beklenen güzelse. 

Koşmak, zamanı bize daha fazla yaklaştırmaz.
Zamandan kaçamayız.
O varlığını hissettirir bize, biz o dursun diye dua ederken, veya durmaması için yalvarırken.
Koşarak pekçok insanın peşinden, sürükleniriz fırtınan içerisindeymişcesine.
Bizi anlayacak bir insan için yıllardır sürdürdüğümüz bir arayışımız vardır.
Bir türlü bulamadığımız.
Ben arayışı kendi içimde yapıyorum.
Kaderimizden farklı bir şey yaşamayacağız şüphesiz.
Bulacaksak birbirimizi her halükârda yollarımız çelişecektir.

Koşup durmak, dönüp durmaktır aynı eksende.

Bekleyeceğim onu, oda beni beklerken.
Kavuşacağız birbirimize, oturduğumuz yerde.
Dolanırken ellerimiz birbirine, bizde dolanacağız birbirimize.
Sevgiyle, bir kupa kahveyle.

Mabel Matiz - Kara Sevda
Mehmet Erdem - Herkes Aynı Hayatta


23 Eylül 2012 Pazar

Yapmacık Tavırlar Tiyatrosu

‎" Gelin vazgeçin.
Çıkartın şu üzerinizde iğreti duran bakışları.Kalbinizin zembereğini her türlü ayardan boşaltın ve içinizin ritmine ayar tutmasını sağlayın.
Takının kendi bakışlarınızı, kuşanın kendi kalbinizi."

[ Nazan Bekiroğlu - Mor Mürekkep ]

Yapmacık bir asaleti sergilemekte günümüz toplumu.
Eller bile titremekte, yapmacık bir nezaket gösterisinde.
Ama bir türlü becerilemiyor, üstüne bir de doğallığı kaybediyoruz.
İnsanlar yüzlerine taktıkları yalancı gülümseyişlerle aşağılıyorlar kendilerini.
Bir kere aynaya baksalar, ne kadar iğreti durduklarını farkedecekler.
Kalplerini, sakladıkları o bedenden sıyırmalılar evvelce.
Sonra o giyinip kuşandıkları giysilerin onlara asalet katmadıklarını kavramalılar.
Unutmamalılar ki; görünen sadece giysi.
Ondan sıydıldıklarında giysi yerine kendilerini sergileyecekler.
Kendini sergileyen insan, yüzünde tebessümün varlığını hissettiren insan;
Asalete doğuştan sahip olan insandır.
Kendimize ait olmayan tavırlarla insanları etkilemeye çalışıyoruz.
Konuşmamıza bile bir farklılık katma amacı güdüyoruz.
Duruşumuzu değiştiriyor, durmadan yalandan bir kahkaha koyveriyoruz.
Bakışlarımızı kısıyor, genişletiyor, onu bile değiştirmeye çalışıyoruz.
Daha sonra yapmacık tavırlara bedensel ögeler ekleniyor.
Dikkat çekme isteği tavana vuruyor, delip geçiyor adeta.
Saçlar boyatılıyor, şekillendiriliyor.
Yani doğuşumuzda bize verilen her şeyi değiştirme ihtiyacı duyuyoruz.
Temiz, tek tondaki vücudumuza işlemeli kumaş havası veriyoruz.
Dört bir yanını mantıksızca kuru kafalarla, örümcek ağlarıyla donatıyoruz.
Kendimizi döve döve, işkence çekme pahasına dövmeciye paraları memnuniyetle sayıyoruz.
Bundan birkaç asır önce ise bunu vahşet olarak değerlendirirdi insanlık.
İnsanlık tarihine hep korkunç olarak geçen olaylardı günümüzün normal olayları.
Günümüz toplumunda doğal kalmış bir kaç şey bulmak paha biçilemez değerde artık.
Tiyatro sahnesindeymişizcesine içinde bulunduğumuz oyunu oynuyoruz.
Ve piyes burada son bulmuyor, her gün yeni seanslar ekleniyor ona.
Her geçen an, geleceğe bir yapma tavır daha eklenen bir zaman dilimidir.
'Yapmacık Tavırlar Tiyatrosu' perdelerini açıyor ve oyun yeniden başlıyor, hiç bitmeyecekmişcesine.

21 Eylül 2012 Cuma

Üşüyorsun

Ve sen hâlâ üşüyorsun.
Nemli bir havada dalgalanmakta saçların esintilerle.
Gökyüzü giderek kararmakta an ve an.
Dudaklarında titrek bir mırıldanma duyulmakta.
Ramelin yağmurun tanecikleriyle akmakta yüzüne.
Boyamakta kirpiklerini, alnını, yanaklarını; katran karası siyaha.
Soğuk giderek hissettiriyor varlığını.
Buzdolabında hissettiğin gibi anlık bir hissiyat bu.
Cehennem ne kadar sıcaksa, sende o kadar soğuksun işte.
O ne kadar yakıcıysa, sende o kadar üşütüyorsun işte.
Kalbin hızlıca, delice, hırsla çarparken;
Kanının ulaşmadığı tek bir hücren dahi kalmazken;
Vücudunda soğuk bir ürperti var;
O bir hayalet gibi dolaşıyor;
Ve sen hâlâ üşüyorsun.
Ayakların yolunu bulamıyor, ellerin kahve fincanını tutamıyor.
Gözlerin bakıyor ama göremiyor.
Kulakların buz kesilmiş, sessizliği dinliyor.
Dokunuyorsun ama hissedemiyorsun.
Bu bir lanet olmalı ancak ve ancak.
Sadece 1 kişiyi saracak büyük bir lanet.
Vücut ısın artmakta giderek, giderek çoğalmak ter damlacıkların.
Vücudundaki sıcaklık arttıkça sen daha bi üşümektesin.
Sen üşürken ben yanmakta, ben yandıkça sen üşümekte.
Küllerimiz savrulur gökyüzüne, göğün rengine, göğün esintisine.
O anlar gelip geçerken bile;
Sen hâlâ üşüyor olacaksın.

18 Eylül 2012 Salı

Güneşe Kavuşmak

Yağmur gitti. Bütün getirdikleriyle.
Öyle bir gitti ki;
Ardında ne bulut bıraktı, ne karanlık, ne de sonbahar.
Sonbaharıda koynuna alıp gitti.

Yağmur gitti.
O kadar hızlı gitti ki;
Akşamı sabah, sabahı akşam gibi yaparak.
Damlaları koynuna alıp gitti.

Ve şimdi güneşe kavuştuk.
Güneşin sıcaklığına.
Sonbaharı ilkbahar yapan sıcaklığa.
Turunç renklere boyalı güneşe kavuştuk.


Yağmur Gibiyim

Yağmur gibiyim şu günlerde.
İçimde kasvetli bir hava var.
Sonbahar yapraklarımı döküyor.
Yağmur suyu boydan boya varlığını belli ediyor.

Yağmur gibiyim bu günlerde.
Kâh sellerle coşuyorum.
Kâh tanecik olup kayboluyorum.
Bir gürleyip bir susuyorum.

Yağmur gibiyim o günlerde.
Esintiler bile ferahlatırken içimi.
Bir sağa bir sola savrulurken bedenim.
Yağmur suyu damlıyor göğsümden ayakuçlarıma.

Yağmur gibiyim onsuz günlerde.
Sonbaharda daha bir anlamlı oluyorum.
Bulutlarım kapatıyor gökyüzünü.
Güneşi örtüyorum ellerimle.

Yağmur gibiyim, bir siyah, bir beyaz.
Bir zifiri, bir berrak.
Bir tatlı, bir tuzlu.
Bir coşkun, bir durgun.

Yağmur gibi değilim belkide.
Yağmur bizzat benimdir.

Gripin- Durma Yağmur Durma


15 Eylül 2012 Cumartesi

Elimin Sıcaklığını Hisset

Elimin sıcaklığını hisset.
Hislerimin yoğunluğu terletiyor acuçlarımı.
Ter damlacıkları ıslatıyor zemini.

Yeni bir dünya doğuyor bu yoğunlukta.
Filizcikler boy gösteriyor sessizce.
Tohumunu terk ederken ilk doğanlar.
Hızlıca yükselmenin arzusunda taneciker.

Yeni dünya yeni bir atmosfer içeriyor içinde.
Katmanlarla korumakta tohumunu içinde.
Matruşkalar gibi dünyam; başka bi dünyanın içinde.

Aforizmalar



14 Eylül 2012 Cuma

Sesimi Kontrol Etsene

Sesimi kontrol etsene.
Hani ilkokulda öğretmenimizin tırnaklarımızı tek tek kontrol ettiği gibi.
Bakalım senin adını söylerkenki tonu farkedebilecek misin.

Sesimi kontrol etsene.
Hani ilkokulda dişlerimizi kontrol edip, fırçalamadıysak azarlayan öğretmenimiz gibi.
Bakalım seni anarken kelimelerin anlamlarındaki farklılıkları anlayacak mısın.

Sesimi kontrol etsene.
Hani ilkokulda öğretmenimizin saç kesimimizi eleştirdiği gibi.
Bakalım sözcüklerle dans ederken kendi güzelliğini farkedebilecek misin.

Sesimi kontrol etsene.
Bakalım senleyken ne kadar titrek?
Bakalım senleyken ne kadar heyecanlı?
Bakalım senleyken ne kadar itaatkâr?
Bakalım senleyken ne kadar içten?
Bakalım senleyken ne kadar anlamlı?

Sesimi kontrol etsene.
Sesim titrekçe senden bahsederken.
Sesim notalarla oynayıp seni anarken.
Sesim bilmişlikleri yıkıp sana gelirken.
Sesim koşarcasına hızlıca sana yetişmeye çabalarken.
Sesim her nefeste senin için çıkarken.
Sesim içerisinde yaratılmışlıkları barındırırken.

Sesimi kontrol etsene.
Sesini duymak için çıkan bu ses, aslında sana ait.




13 Eylül 2012 Perşembe

Elinin mürekkebiyle bana karışıyorsun.

Elinin mürekkebiyle bana karışıyorsun.
Tozlu sayfalarda dolaşıyorsun, kütüphaneleri toz duman ediyorsun.
Saatlerce şiirler, yazılar yazıyorsun.
Sürekli test kitaplarıyla boğuşuyor, itişip kapışıyor ve kavga ediyorsun.
Ellerinde ojeler yerine mürekkepler dikkat çekiyor.

Elinin mürekkebiyle bana karışıyorsun.
Destansı bir çekimle bağlaşıyoruz.
Elindeki mürekkep içine sinmiş ve dudaklarından şiirler akıyor.
Saçlarından yazılar süzülüyor.
Gözlerinden harfler parça parça salınıyor.

Elinin mürekkebiyle bana karışıyorsun.
Mürekkebin karası saçlarına işlemiş.
Ojelerinin rengini değiştirmiş, rameline ilham vermiş.
Mürekkebin karası gözlerine işlemiş.
Katran karası bir varlıkla beni süzüyor.

Elinin mürekkebiyle bana karışıyorsun.
Tutuyorum o mürekkep dolu elleri; öpüyorum, öpüyorum, öpüyorum.


8 Eylül 2012 Cumartesi

Ah Bu Şarkıların Gözü Kör Olsun

'Her aşkın bir şarkısı var.'  derler.
Benim yalnızlığımın şarkısı olduğu gibi.
Duygularını ifade edemeyen insanlar şarkılara sığınıyor genelde.
Benim ise öyle bir şarkım var ki;
Kelimeler onu söyleyemez, kulaklar onu duysa zevkten ölümler olur, insanlar onun verdiği duygu yoğunluğu karşısında kendinden geçer.
Benim yalnızlığımın şarkısı bütün aşk şarkılarından geride bırakalı epeyce oldu.

Ah bu şarkıların gözü kör olsun.
Bütün insanlar neden şarkılara sığınır ki?

Ah bu şarkıların gözü kör olsun.
İnsanlar kendilerini neden kelimelerle ifade edemezler ki?

Ah bu şarkıların gözü kör olsun.
İnsanlar neden duygularını illa kelimelerle anlatamaya çalışır ki?

Ah bu şarkıların gözü kör olsun.
Anlayana bir tebessüm bile yeterli değil midir ki?

Ah bu şarkıların gözü kör olsun.
İnsanlar şarkılarla hayata tutunuyor, şarkılarla hayattan kopuyor.

Ah bu şarkıların gözü kör olsun.
Milyar kere.


6 Eylül 2012 Perşembe

İnsan Doğası Üzerine

İnsan doğası gayet basit aslında. Onu zorlaştıran ve zor kılan bizleriz.
İnsanın hissettiği duyguları karmakarışık hale hep bizler getiririz.
İnsanın duyduğu sevgiyi hep insanların anlayamacağı şekillerde ifade etmeye çalışırız.
İnsanın var oluş hissini hep kendi lehimize kullanmak isteriz.
İnsanı yüzyıllarca kendine köle olarak kullanan kilise gibi günümüzdede köleleştirmekteyiz insanı.
İnsanı değersiz gören haçlılar gibi yabani hayvan muamelesi yapmaktayız ara sıra.
İnsanı tek bir tohumdan oluşmuş sıradan bir yapı gibi nitelemekteyiz.
İnsan sayısı biraz azalsa, bi kaç tanesi yok olsa kim umursar ki? mantığı sarmış heryeri.
İnsan nesli o olsada olmasada devam eder, fikri yerleşmiş zihinlere.
İnsan için hakaret sayılan resmi kölelik kaldırılmış, paranın getirdiği zincirler gelmiş.
İnsanı hapseden kelepçe yerine görünmez kumaşlar kullanılmış.
İnsan dört duvar yerine kendi beyninin içine hapsedilmiş.
İnsanın temel amacı efendisinin ona verdiği amaca dönüştürülmüş.
İnsanoğlu sınıflara ayrlmış, hemde herkes sınıflandırmayı inkâr ederken.
İnsan için özgürlük verilmiş ama buna sadece bir dayanağı olanlar kavuşmuş.
İnsan için özgürlük denmiş, Afrika açlığa terkedilmiş.
İnsan için yaşam denmiş, Arakan'da insanlar katledilmiş.
İnsan için mutluluk denmiş, Filistin'de çocuklar yetim doğmuş.
İnsanoğlu dünyaya hükmediyor yalanına inandırılmış herkes.
İnsanı insan yönetiyor, yönetebileceğini sanıyor, yöneten bambaşka iken.
İnsan insan eliyle ölüyor.
İnsanoğlunun sayısı arttıkça, insan olarak kalma olanağı azalıyor.
İnsan ile başladım her cümleme, insanın değerini anlatabilmek için.
İnsan ile bitiriyorum cümlelerimi, Yaratıcı'nın en büyük tasarısını olanı anlatmak için; insanı.












Denemelerim

3 Eylül 2012 Pazartesi

Schizophrenia

İki gerçek yaşantının ilkini süslüyorsun.
Rüyalarımı gerçek, gerçekleri rüya olarak algılamak istiyorum.

Her rüyamda ya bizzat seni, ya vekil olarak senden gelen varlıklar görüyorum.
İzlerin yansıyor yüzüme.
Nazik ellerini tutuyorum, merdivenleri tırmanmak istediğimde.
Yaratıcı'nın (c.c.) boşluklu olarak yarattığı parmaklarımı senin parmaklarınla süslemek istiyorum.
Sol yanıma mühürlemek istiyorum seni.

İki gerçek yaşantının ikincisini süslüyorsun.
Rüya dışına çıktığımda varlığını katilimmişsin gibi ensemde hissediyorum.
Gözlerin beni izler her yerde, sözlerin beni anlatır bütün diyarlarda.
Nefesin takip eder beni evrende.

Sen iki yaşantımda da gerçek olansın.
Gerçekliğin gerçekleşme ümidisin.

Ş arapsı bir tonda
İ simsiz bir ülkede
Z akkum olanın tadıyla
O yunun bir parçası olup
F ener gibi aydınlatsan geceyi
R üyalarıma sevinç
E vrene mutluluk saçıp
N acizane benliğime teşrif eder misin?

2 Eylül 2012 Pazar

Sevginin Fiziksel Denklemi

E= m.c²

Sevgi kelimesini fiziksel kavramlar çerçevesinde bir sayısalcı olarak anlatmak için uğraşacağım.
Matematiksel formüller ile felsefi düşünceleri edebi kavramlara bürümeye çalışacağım.

Albert Einstein bu formülü bulmak için koca bir ömür tüketti, geleceğe bir ışık saçtı.
Bugün onun izlerinden ilerlemekte Fizik.

Ve bende geleceğe bir çizik atacağım,  karanlık olarak görünen gelecek aydınlanacak.
O attığım çiziği genişletmek ise sizin ellerinizde.

Fizik bize şunu öğretir: Doğadaki bütün olaylar arasında doğru veya ters olarak bir orantı ve ilişki vardır.
Hiçbir nesne düzensiz olarak hareket etmemektedir.
Rakamlar pekçok şeyi ifade edebilirler.
Pi sayısı, öglit, pisagor v.s. gibi pekçok formül insan zihnini kaplamaktadır.
Bir insan ömrünü bir rakamı bulmak için adıyor ise bizim hayatımızı mutluluk ve sevgi formüllerine adamamız çok mu saçma acaba?

Fizik'in bize olan öğretisinden yola çıkarak bence insanlara olan sevgimiz arttıkça dünyadaki mutluluk katsayısıda artıyor.
Bir insanı sevdiğinde onun getirdiği bütün nesneleri sevebiliyorsun.
Bir şarkıyı sevdiğinde onu dilinden düşürmüyorsun.
Bir filmi sevdiğinde herkese o filmi izlemesi için baskı kuruyorsun.
Yani bir şeyi sevdiğinde insanlarında onu sevmesini istiyorsun.
İnsanlar ise önerilerini sevdikçe sende doğru orantılı olarak daha mutlu oluyorsun.

İnsanoğlu sevme içgüdü ile beraberdir.
O sevmek için yaratılmıştır ve onun sevmesi için pekçok ilave şey yaratılmıştır.

Sevgi, mutluluğu peşinden sürükler.
Ona halatlarla bağlıdır.


Saçmalamalar Kitabım II

1 Eylül 2012 Cumartesi

Hayatı Kimyasallaştırmak

Hayatımızda Kimya'da öğrendiğimiz gibi sürekli bir dengenin sağlanması üzerine kurulu aslında.
Çift taraflı bir denklem bu.
Eşitliği sağlamamız gerekiyor, her şey eşit olmalı.
İki tane konu seçtim bende bu denklemle ilgili olarak.
Birbirini tamamlayan ve birbirine dönüşen iki temel unsur.
Sevgi ve nefret.
Dün Murat Menteş' ile de paylaştığım gibi ikisi birbirini tamamlayan zıt kutuplar bence.
Sevgi varlığın amacı, içeriğin asıl gücüdür.
Kalbinde sevgiyi taşıyan insan bambaşka bir psikolojiye sahiptir.
Sevgiye zıt olarak nefret yaratılmıştır.
Nefret sevginin farklı bir versiyonu gibidir.
Sevgi nefrete, nefret sevgiye dönüşmektedir hayatımızda.
Bunu emsalleştirecek olursak;

Charles Dickens'ın İki Şehrin Hikâyesi romanında Sdyney Carton isimli bir karakter mevcut.
Dünyaya karşı umursamaz ve nefret türevinde bir görüşü var.
Bir gün ise her şey değişiyor; hayatına bir kadın giriyor ve dünyaya olan nefreti sevgiye dönüşüyor.

Batman Kara Şövalye filminde bir karakter var; adı Joker.
Sevginin nefrete dönüşmesinde de onu konuşacağım.
Onun hikâyesi şöyledir:;
Çok sevdiği eşi kumar düşkünüdür ve borcu yüzünden yüzünü jiletle mühürlerler.
Joker ise karısına tutkundur ve onu hâlâ sevdiğini göstermek için yüzünü bildiğiniz haline sokar.
Sonra eşi onun bu hâline dayanamaz ve onu terkeder.
İşte buda bir kadına olan sevginin dünyaya olan nefrete dönüşümünün parçasıdır benim için.

Evren zıtlıkları barındırır ve dönüşümdedir.
Formülleştirecek olur isek;

Sevgi (g) <-------> Nefret (k)
              

İki taraflı ve dönüşümlü reaksiyondur bu; benim için.
Sevginin olduğu yerde nefret, nefretin olduğu yerde sevgi barınabilir.

Hayatımızı kimyasallaştırmak mümkündür.