23 Ağustos 2015 Pazar

Keçi Tarihi

Geceyi yırttım göğsünden,
Bildiğim ne varsa kan revan.
Her dudak ihaneti söyler,
Bilinen ne varsa toz duman.

Yıkılan kalelerin altında yatan ölü,
Tırnakları kararmış, sararan dişleri gibi;
Üzerini örten dokuz tahtasıyla sarındığı bezi,
Koruyamaz onu kimse, kendinden bile.

Her şey bir ân için,
Karganın ölüm getiren çığlıkları,
Sahibin köle sırtında şaklayan kırbacı,
Sevgilinin kara atlar üzerinde gidişi,
Her şey bir ân için, tek bir.

Keçi tarihi, hiç yazılamayan,
Doruk noktası, ölümün yıldızı, kayıp giden,
Dolunayın altında çarpışan bakışlar,
Keçi tarihi, adımla başlayan.

Her suspus oluş bir kabulleniş hatayı,
Durgunluğa yer bırakmıyor insan belleği,
Sürekli kendini tekrarlayan bir bilmeceden ibaret,
Durulmuyor zihnin suları, hep bir medcezir.

Önce oğlun seni reddedecek, sonra soyun,
Sonunda toprak reddedecek, başa döneceksin;
Keçi tarihi, hiç yazılmamış,
Özlemiyle kalacaksın, soyunacaksın.




14 Ağustos 2015 Cuma

Kumral

Seni arıyordum sevgilim köşebucak,
Kudüs'e varıyordum bir koşu,
Ağlama duvarını yıkıyordum,
Kovuyorlardı beni.

Yaktılar tüm umutları şehrin uçlarında,
Sen yoksun dediler,
Yollar binbir parçaya bölünüyordu içimde.

Roma'ya vardım sevgilim,
İçimde kırık düşlerle;
Başımda zeytin dallarından bir taç,
Parlayan ayın on dördü gibi;
Avuç içlerim onlara dönük,
Şarap sundum, testi testi.
İçmek için yanaştıklarında avcuma,
Gördüler, kan ırmağındaki şiddeti.
Taşladılar beni sevgilim.
Sen o olamazsın dediler.

Nirvana'ya vardım sevgilim,
Yine seni arıyordum içimde.
Bağdaş kurup oturuyordum Ganj kıyısında.
Durup bekliyorlardı önümde.
Yıllar saatlere parçalanıyor,
Sakalım uzuyordu.
Sen Buda'sın diyorlardı sevgilim, gözlerime bakıp,
Önümde diz çöküyorlardı.

Dublin'e varıyordum sonra sevgilim, Londra'ya;
Yağmuru dinliyip yeşili dillendiriyordum.
Susuyordu herkes,
Sen beklenensin diyorlardı,
Gidiyorlardı.

Nereye gittimse seni de götürdüm sevgilim,
Avuçlarım kanaya kanaya.

Gözlerini bir türlü anlatamıyordum sevgilim,
Boş bırakıyordum;
Kumral.


12 Ağustos 2015 Çarşamba

Keçinin Son Şarkısı

Son şarkısı keçinin, hüzün dolu;
Geçmişin hazinli öyküsü,
-Geleceğin geçmişte tüketilmiş varlığı-
Papatyalar kadar kırgın,
Meşeler kadar susuz, kurak, asırların biriktirdiği;
Titrek, rüzgârda uçuşan yapraklar gibi,
Savrulan kâh göğe kâh yere, hep çarpılan.

Dağda yankılanan uğultu, varlığın acı çığlığı,
Yokluğa karışan inlemeleri tenin;
Bir kayanın üstündeki yalnızlık,
Herkese tepeden bakan.

Yeşil ovanın eşiğinde tunç tırnak izleri,
Boz kayaların üzerinde kahve ağaç çizgileri,
Keçinin dilinde son bulan,
Son şarkısı insanlığın.

Keçi hiç susmuyor, dedi kadın, ozana dönüp.
Ak, berrak, gül kokan odada, dîvânlardan kalan;
Kara, koyu, âşk izi dolu ovada.
Koptu dili keçinin, elinde kaldı kadının.
Sustu ademin ozanı,
Dilsiz kesildi şiiri,
Kırıldı ozanın sazı,
Sustu keçinin şarkısı, ölüm aldı yerini.

Bir keçinin masalı,
Hep kendini tekrarlayan,
Hüzün dolu.

İçimde ölen keçiler var,
Benden de parçalar götüren.
İçimde sürüklenen yanık bir ezgi var,
Kızgın ateşler salan, ruhuma, üfleyen.
İçimde bir hüzünlü keçi var.



5 Ağustos 2015 Çarşamba

Ölüyordum, Gözlerinin Önünde

Doğunun güneşi varmıştı batıya,
Dudaklarından bir kadeh şarap içiyordu,
Dionysos; uyku tüccarı, satılığa çıkarmıştı,
Beyaz çarşaflar içinde,
Seni,
Öldüm, öldüm de geldim.

Nice kuşlar kanatlanıyordu,
Kaf Dağı'nın tuncunu eritirken ben.
Tepegözler avlıyordu insanlar; mezarlıklar,
Dolusu beden yığılıyordu yere, yine de,
Çoğalıyordu insanlar her geçen gün.
Ölüyordum ben de,
Ölüyordum, dirilip geliyordum.

Kar yağıyordu yolunu şaşırıp gökten,
İnerekten merdivenleri, tek tek sayaraktan;
Avucuma konana kadar eriyordu, dilim gibi;
Bir tadımlık sevda diyordu, âşk bir ânlık.
Öldürüyordu beni, göğsüme sapladığı bıçaklarla;
Ölmek bilmiyordum,
Göğsümde bıçaklarla kalkıp yürüyordum.

Kaç hayatı ufaladın parmaklarının arasında,
Yere düşen umutlarının toz bulutu nerede?
Beklerken bir ağaç kovuğunda günü,

Gelmeyeceğini bile bile, kaç kuşla haber yolluyordu;
Habercilerin yollarda avlandığını bile bile.
Kaç türkü söylüyordu o, o geceler boyu dilsiz?
Ben hepsini dinliyor, kör gecelere atıyordum kendimi;
Öldürüyordun, sonra gömüyordun beni, önüne.

Ölüyordum gözlerinin önünde,
Bir karabasan gibi izliyordun beni.

2 Ağustos 2015 Pazar

Göğebakanlar da Kurudu

Ölüm kokuyor bütün anılar,
Bellek denilen kitabın küflü sayfalarında;
Yüzü açılmamış kitaplar sövüyor,
Kan kusuyor karanfiller.
Bir el uzanıyor gözlerini kapatmaya,
Bir diğeri örtüsünü geriyor teninin.
Eller var, ellerini gözlerden koruyor,
Maskeler takınıyor melekler.
Ölüm içimde kol geziyor.

Her sevişmenin sonu sensin,
Yatağımda beni bekleyen,
Boynumun altındaki yastık,
Göz kapaklarıma çöken yorgunluk,
Solan göğebakanlarım sensin.

Şenlik gibi beklediğim ölüm,
Korku dolu düşler kurduğum hayat;
Bugün de ölmedim, aman tanrım,
Bugün de mi ölmedim?