27 Nisan 2015 Pazartesi

Cennetini Kaybeden Çocuklara Masal

Cennetini kaybederse çocuk,
Korku salarsa yüreğine kör topal yürüyen,
Ayağı çıplak kadın,
Kime inanır çocuk, inanç varsa eğer?

Kovanını bırakıp çıkar mı arı,
Hüzün dedikleri ev terk edilir mi,
Anneler avutur mu çocuklarını,
Cennetten kovulan çocukların hâmisi kim?

Dili tutuk gönlü kadar,
Dudakları arasından dökülen âhlar,
Birer zakkum olup hayat buluyor,
Ölüyor çocuklar hasat mevsimi.

Bir masal anlatır çocuklarına Büyük Baba,
Hepsinde ölüm olan, cehennem olan,
Saklanan cenneti ve saklayanı,
İçinde gizleyen, ölürken çocuklar uyuma vakti.

19 Nisan 2015 Pazar

Saati Unuttuğum Gün Saçmaladıklarım

         Saati unuttum, öyle yazıyorum. Zamanı unutmak istiyorum biraz. Sonra, zaman kendini gene gösterir. Kaçamam, bilirim.
       Hayat, giderek hızlanmakta. Biz zamanı ne kadar bölersek o, o kadar hızlanır. İnsanalara yetmeyen o koca bir bütün hâlindeki günü bölük pörçük ettik, şimdi bize yıllar bile yetmez. Belki de insanlık tarihinin en kötü icadıydı saat, zaman. Hiç hesaplamamalıydık vakti ve belki de hayatımızı böyle tanzim etmemeliydik. Sadece yaşasaydık olmaz mıydı? Düzenin içinde kaybolduk, en azından ben kayboldum. Büyük bir kurmacan metnin içinde yaşıyorum, belki tipim belki de karakter, ben yazmıyorum, yazılanı oynuyorum. Kurmaya çalıştığımız bütün düzenler, düzensizliğimizin doğallığını da beraberinde götürdü sonunda. İsa öncesinden bugüne, bölük pörçük olmuş bir zaman kaldı, birde bununla beraber vakti ne kadar bölerse kendisi de o kadar parçalanan insan.
       Zaman, intikamı ertelemez. Onu bölenleri bölmeyi sever. Zaman da sever... Sevmez olur mu dünyaya gelmiş olan... Sevgisiz yaşanır mı ki zaman da yaşasın? Zaman, en çok insanı sever; belki biraz da kıskançtır, ertelenmeye gelmez. Benim kadınım, sevgili zaman, ilk günkü kadar yeknesak. İşte şimdi yazıyorum seni, hem de hiç bölmeden, gözüm saate takılmadan, dakikaları ve saniyeleri ve saliseleri bile unutup sadece uzayıp giden sonsuzluğuna göz atarak. Sen ki başlangıcını görmediğim ve sen ki sonunu bilmediğim ve sen ki başlı başına takılı kaldığım.
       Önce saati sonra zamanı unutmak istiyorum. Şamanlar gibi davranıp zamanın ilk bölündüğü âna gitmek istiyorum, belki de geri dönüp ân kelimesine koyduğum şapkayı geri almak, saati bulan kişinin yanına, hayatımızı ilk kez tanzim edip daha sonra doğacak bozuklukları başlatan kişinin yanına, kimin yanına?
Saati unuttum, aslında hiç bilmiyordum. Bilmeyişim unutuşumdandır, demek istiyorum eğer basitleşmeyeceksem. Oysa kimse bir çiftçiyi hep aynı buğdayı ektiği için basitleşmekle suçlamaz. Nasıl suçlasın? O çiftçinin öyle bir buğday ekişi vardır ki... Alnında boncuk boncuk su damlacıkları, gözlerinde güneş ışıkları... Onun öyle bir ...

16 Nisan 2015 Perşembe

Severus

Geçen her gün donuklaşıyorum biraz daha.
Bir acı tırmalıyor göğsümü,
Yarıp tenimi çıkmak için dışarı.
Kızıl bir gün, mürver ağacının ucunda,
Kapalı, sessiz, içedönük bir oda ve
Hiç bitmeyen şarkısı âşkımın.
Lily, gördüğüm bir sır perdesi,
Aralayamadığım.
Bir şato, duvarlarını ölümün ördüğü ve
İçine hapsolduğum duvarlar.
Aştım, gücüm yettiğince surları.
Bilmedim, her duvarın,
Ondan daha yüksek bir duvarla,
Çevrili olduğunu.
Zihnimden yola çıkan trenler,
Tenin boyunca ilerlerken, sevdim;
Sevdim bir kez daha her saç kıvrımını,
Nergislerin suya düşen yansımalarından ötürü.
Ben ki Severus, sevmeye yazgılı,
Sonunda sadece acının olduğu.
Kelimelerin büyüsüne kapıldığımdan beri,
Cümleler arası yolculuklarım,
Yeniden kuşatmaktır hayatı.
Bir dişi geyik, Lily, avuçlarımdan başlar koşmaya,
İner, ormanın derinliklerine,
Hayalimden bir izle, sırlarını açar.
Âşk, yalnızca acıyla yazılır, sınırı olmayan.

13 Nisan 2015 Pazartesi

İçimdeki Uzun İnce Yol

İçimde taşıdığım şey, kana bulanıyor.
Göğsümden bir ses, durma, diyor.
Canım burnumda; nefesini tutup,
Sev, diyor.
İhanet ağacı kurur mu, diyorum.
Sesim boğazımdan çıkmıyor,
Hançerem yarılıyor.

İçimdeki bildiğim şey, ateşe atılıyor.
Sen istemesen de yanacaksın, diyor,
Fitilin ateşlendi bir kere.
Bu kaçıncı medcezir Yaratan'ım, diyorum.
Sessizlik veya ben, aynı.
Döngün boyunca kasıp kavuracaksın,
Kendin kadar, diyor.

İçimde barındırdığım şey, boğuluyor.
Yardım etmezsen öleceğim, diyor.
Ben yanarken hep üzerime üfledin, diyorum.
Vazgeçmeyi bırakıp kendini suya salıyor.
Acı, bir boğum, boğazımda taşıdığım, diyorum,
Bir de içimde benden kopmayan et.
Ben senin beynindeki ur'um, diyor.

7 Nisan 2015 Salı

İnsan Kusuyorum Buruk Buruk

Modern İnsana Hiciv
İnsan kusuyorsam biraz da fikirlerini çamurla kaplamalarındandır bunun nedeni. Hep derinlerde bir özün olduğunu söyleyip de yüzeyde kalmalarından, kusmuğu bal diye tadıp çamuru deniz sanıp yüzmelerindendir. Kapı dedikleri duvarlara çarpıp çarpıp akıllarını yitirmelerindendir biraz iğrentim.
Yoksunlukların birer bedene bürünüp göze sokarcasına ortaya çıkarılmaları ve tüm aidiyetlerin hep sözde kalıp unutulmaları, aslında olmamaları ancak hep varmış gibi yapılmaları, hep dudakların arasında kalması sorun. Ait oldukları haricinde tüm düşünceleri, inançları, görüşleri, farklılıkları reddedip daima kendi kör bakışı içinde onun en doğru olduğuna inanmaları ve her seferinde büyük bir karanlığa giden yolun yalancı aydınlanma ânlarında bildiklerini düşündükleri şeyleri kusmalarıdır. Tüm insanlık kusuyor işte, kimse görmüyor mu? Benim insan kusmam biraz da bundandır, içimdeki kusma isteği, reddetme ve ait olamama. Tüm aidiyetlerin birer maskeden ve gizli yüzlerden ibaret kalışı gibi tüm duygular da sır olarak saklandığı o kızıl sandıkta kalmalı artık, çünkü insan, geçen her gün bitaz daha yitiriyor yaratılırken Yaratan'ın sandığına koyduğu o güzellikleri. Önce azar azar kaybetmeye başlandı, sonra giderek çoğalan bir şekilde.
Yok oluşun bedelini kim ödeyecek? Yalnızlaşan bireyi ve kalabalıklaşan toplumu kim görecek? Yitirirken varolduğunu iddia eden ve elinde olduğunu düşündüklerinin aslında birer yanılsama olduğunu insana kim, ne zaman, nerede söyleyecek? Susmak ve dahi bununla beraber cezbeye kapılmak istiyorum. Adımımı attığım her sokakta üzerime yürüyen hortlakların varlığından iğreniyorum. Hepsi, herkes, daima ve sonsuzcasına birer karabatak gibime geliyor. Öyle geliyor bana, yanılıyorum kendi içimde, yanılsıyorum belki, yine de böyle kalıyorum.
Bu modern insan; taraftar, fanatik, gülme hastası, acı özürlü, tüm duygularını kalabalığın içinde yaşayıp kıyıya herhangi birini ayıramayan, yalnızca insanlarla var olup kendi başına kaldığında tümden ölen, sadece ama sadece yaşamaya tutkulu, hep bir mutluluk sanrısı çeken, sahip olduklarını da olamayıp olmuş gibi yaptıklarını da aynı elden bir oyunmuş gibi gösteren, günden güne anlamsızlaşan... İğrentim, büyüyorsun içimde ve ben seni büyütüyorum içimde ve içim senden başkasını kaldırmıyor.
Bunlar insan değil ve ben burkularak kusuyorum. Her sokak başından biriyle daha vedalaşıyorum. Vedalaşmak istiyorum tüm insanlarla, hoş sedamı kendime saklamak istiyorum. Uğurluyorum her gün milyarlarca insanı içimden, her seferinde yeni baştan. Tüm ümitlerin kırıldığı yerde yaşıyorum. İçim hep bir hoşçakal ülkesi.*

5 Nisan 2015 Pazar

İnsan Kusuyorum Damla Damla

 Modern İnsana Hiciv
İnsanların kusmuğa bulandığı ve temiz kalan hiçbir yanlarının olmadığı bir yerde, içimde biriken tüm hüsranları kucaklayarak yazıyorum, çünkü yazmak, bazen kendi gerektirdiği eyleminin de dışına çıkıp insana başka kapılar açıyor, her zaman aydınlığa değil.
Bildiğim, gördüğüm ve anladığım; bana ilham olan ne varsa onların dönüşümü, tıpkı bir kurbağanın metamorfozu gibiydi. Çoğu zaman umut diye açılan kapılar kedere götürür; pencereler içeriye her zaman temiz havayı değil, bazen de kirliyi davet eder.
İnsanlık, içi boş bir kelimeden başka bir şey değil ve sevgi, insanoğlunu çoktan terketti. Kim olsa giderdi. Bu insanlar sevilir mi, derdi tekrarlaya tekrarlaya. İnsanlar sevilmez ki, onlardan kaçılır, dedim ben de. İnsandan daha büyük bir canavar yaratmadı belki de Yaratan, belki de bu modern insandır, dedim sonra. Modern insan kustum ben de, kusmuğa bulandı insanlar.
Yol, ki varsa eğer, sadece bir güzergâh. Sadece başlangıcı var, sonu olmayan. Korkaklar sürüsünün içinde hücuma geçen bir aslan, filin hortumu, gergedanın boynuzu, sırtlanların dişi ve akbabaların gagaları arasında can verdi. Tek olan her zaman hür olandır, derse biri, bu yalnızca onun gözlerinin kendisine oynadığı bir yanılsamadan başka bir şey değildir. Bilmeyen göremez, gördüğü sadece aklının oyunlarıdır ve insan, yalnızca hücrelerinin kendisine gösterdiği kadarını algılayabilir. Geri kalanı, duygular yani, hisler, avuntular, ümitler; hepsi terk etti bu toprakları. Kim olsa terkederdi, dedim, kim olsa.
Yalnızlık, bir bağbozumunda kim bilir kimin bulduğu eşsiz bir hazineydi belki. Biraz da lanetti, dedim ben sonra. Lanetti biraz yalnızlık, eski bir korsan hazinesi gibi. Sahip olan hem çok değerli bir şeye malikti, hem de onun için bir bedel ödemek zorundaydı. Sonra, dedim kendi kendime, bu modern insan kusmuğu içinde yalnızlık gömleğini yırtacak kimse var mı, dedim ben ve cevabını yine kendim buldum, kimse yok ki, kimsem, dedim kendi kendime, usulca, sesleri kendi içimde tekrarlayıp harflere aktarmayarak.
İnsan kusuyorum ben hergün, biraz daha. Damla damla kusuyorum. Yalnızlığın salıncağında elimde tuttuğum bir avuç yaşanmışlıkla gidip geliyorum, her yaşanmışlığın aslında yaşanmamışlıkları ve yaşanamamışları hatırlattığını da bilerek. Zaten anılar bir düşman olmaktan başka nedir ki, dedim sonra, belki susarım da sonra.

4 Nisan 2015 Cumartesi

Sır

Bir daha gelmeyeceğimi bilsem,
Dönmeyecek olsam hayata, döngüsüzlüğü bilsem,
İntihar etse insanlık ve gelmese evine,
Her şeyi geride bırakıp gitsek.

Bilinir içimizdeki kötülüğün nedeni, şeytan değil,
Biraz da bizde var belki kabahat,
Niye söylenceleri değiştirme yolunu tuttuk,
İçimizde büyüttüğümüz şeytanlar var, oğullar kadar.

Ben söyleyeyim sana hayatın gizini, anlayacağın ânı;
Gözlerin açık uyuduğunda,
Uyanacaksın gözlerin kapalı olarak, anlayacaksın.

Oysa dikerken bir anne kızına,
Kırmızı kurdeleli bir hayatı, bilmezdi,
Önce mahremiyet söküğünü dikmeyi.

Aforizmalar IX

  • Ak kanatlı kuşların üzerinde geldi ölüm. Biz ölümü de sevenlerdeniz.
  • Bence senin ömrün benim ömrüme ekleniyor, ben iki ömür yaşamış gibi oluyorum.
  • Yine de ben senin için bir boşluktan ibaretim, bir anlamım yok. / Yine de insan bir boşluktan ibaret, bir anlamı yok.
  • Çok sancılı bir süreçti. Sonunda edebiyat parçalandı. Ben doğdum.
  • Yüzümde olmayan her şey içinde. Güzellik.
  • Ben öldükten sonra da intihar etmek isterim, sevinçle. / İntihar ettikten sonra da şiirler söylemek isterim, umutla. 
  • Kışın ölüm demek olduğunu söyleyenler, onun beni getirdiğini bilmez mi? 
  • Bir mevsimin gelişi bir başkasının sonu, neden hiçbiri iç içe geçemiyor, sen yaz mısın ben de kış, kavuşamıyoruz birbirimize, niye böylesine ayrıksı duruyoruz? 
     
  • Şiir yazamıyorsak kelimeler neye yarar?
  • Kimsenin inanmayacağı uzun hikâyeler anlatacağım.

3 Nisan 2015 Cuma

Göğümü Kapatan Çatılar Var

Dur sevgilim ve dinle:
İçimde sana doğru göç eden kuşlar var.
Sessizliğin engin ırmağında,
Nefesimi çek içine bir doruktaymışçasına.
Senin için bir kucak sevgi toplayıp geldim;
Huzuruna, huzur bulmaya;
Uzun, puslu ve yoksul yollardan.
Uzun yolların Yeni Hayat'ı canlandırdığı kadar,
Canlandırdın içimde varoluşu.
-Tüm fikirler bir başkasını doğurur.-
İçimde sana yolculuklarımdan doğan,
Sonu gelmeyen fikirler var.
Duyuyor musun sevgilim,
Damlayan suyun sesini?
Aynı göğü paylaşan insanlar,
Aynı çatıyı da paylaşır mı?
-İçimde göğümü kapatan çatılar var.-
Sesimi yoran sözler,
Ellerimi bağlayan gözler,
İçimde her gün doğup ölen biri var.
Güneş doğdukça doğacak, battıkça batacak:
İçimde benle yaşayacak biri var.