31 Mayıs 2014 Cumartesi

Kentin Son Nefesi

"Biz yürüyelim kent güzelleşsin.." Ahmet Telli


Zira bu şehrin güzelleşmeye çok kere ihtiyacı var.
Artık ölümsüzlükten faniliğe doğru akıyor,
Bu şehrin kutsal suyu.
Kilise avlularında artık yer yok.
Kutsal suyun adı bu topraklardan silindi.
Tarihimizi unutturuyorlar bize bir bir.
Tüm izler kirli bir ceketten silinir gibi temizleniyor.
Onlar şehri böyle temizledikçe biz kirleniyoruz.
Üzerimizdeki Beyaz Manto artık kirlerimizi gösteriyor.
Bir sarhoşu bulunur mu artık bu kentin,
Âşktan olanı?
Ben Boğaz'da kendimden geçerken,
Kuytu köşelerden ölenler dirilse artık.
Bu şehrin betona değil, güzelleşmeye ihtiyacı var.
Adımlarıma, adımlarına ve adımlarımıza gerek var.
Yalnızlaşan adımlarla daha da kirlenmeye değil,
Çiftleşen ve çoğalan adımlarla,
Sonsuzluğa ihtiyacı var.
Ölen kentlere bir yenisi eklendi, böylece.
Kentler de ölürmüş insanlar gibi.
Onlar da eksilirmiş dünya sayfasından bir bir.
Nice eksilen insanlar gibi, şimdi ölen kentler.
Ölüyor, iyileştiren bir hekim bulunamıyor.
Bu şehrin bize ihtiyacı var, son nefesinde.
Adımlarına, adımlarıma, adımlarımıza.

Gönül Dergâhı

Gönül han değil, dergâhtır.
Mevlana

Gönül dergâhının kapısı kapalıydı.
Yol yoktu bu esaretten kurtulmaya.
Bu handa kalıcı değilim.
Ben, kendi hanesinden kovulanlardanım.
Benim sorunum kovulmuşluk.
Dışlanmışlık, iblisin kendisi gibi.
Belki şeytanlaşan insanlarla,
Melekleşen mahlukat arasında bir yerde,
Sessiz ve sakin beklemekteyim,
Neyi beklediğimi bilmeden.
Beklenen de gelip geçiyor insanın önünden.
Beklenenler ile bekleyenler farklı uçlarında,
Çemberin.
Sahi ya çemberin bir ucu yoktu,
Ve de bir köşesi, kenarı.
Öyleyse bu bekleyen ile beklenenin aykırı ayrılığı,
Nedendir, çözmeli eşref-i mahlukattan biri.
Gönül dergâhının kapısı kapalı olamaz idi.
Kim nasıl kapattı ise içerisini kendisi ile doldurdu.
Bu dergâhta ondan başka bir şey söylenmez.
Sevgili, bu dergâhın kapısını kapattı.
Ne bir öz ne de bir söz kaldı geriye.
Ne han kaldı ne de hamam.
Hepsi kül, hepsi gül şimdi.

Rakamlar Arttıkça Boğulmak

Bazı rakamlar arttıkça boğuluyor insan.
Ben boğuluyorum belki de rakamlar çoğaldıkça.
Haneler artınca,
Rakamlar birden dokuza doğru seyahat ederken,
Çok kere acı çekiyorum.
Acıyı, sayılardan öğreniyorum.
Bir abaküsün renk renk sayılarından.
Boncuk boncuk ezberliyorum.
Bazı rakamlar insanın canını yakar.
Canını yakar insanın artan özlem rakamları.
Kim icat etti bu lanetli özlem sayılarını?
Basamakları böyle kim çoğalttı,
Adını söyleyemeyeceğimiz kadar çok?
Bazı sayılar hiç artmamalı, belki de hiç olmamalı.
Sayılar bazen sözcüklerle ifade edilmemeli.
İşte sıfır o zaman bir anlam ifade eder.
Yokluğu simgeleyen sıfır,
Bir kez olsun da özlemin yokluğunu anlatsa.
Kısacası rakamlar azalsa artık bir bir.
Önce on desek, sonra doğrudan sıfıra atlasak.
Arada hiçbir sayı olmasa, rahatlasak,
Hiç rahat olmamışçasına.
Ben artan rakamlar karşısında boğulmamalıyım.
Zira bu deniz çok derin.
Ben yüzme bilmeyenlerdenim,
Belki hiç öğrenmeyeceklerden de.
Ben su üzerinde yürümeye çalışanlardanım.
Yürüyemedikçe batmakta,
Batarken rakamları sayıklamakta olanlardan.
Ben büyüyen rakamlar karşısında küçülenlerdenim;
İroni ile ifadesi, ezilenlerden.

Kızıl Güneş Sarhoşluğu

Güneş ufala ufala cebime girdi.
Terazinin boş küfesi ağır geldi.
Sarı / Kırmızı birbirine girdi.
Güneşle kanım birbirine çok yakıştı.
Kanım, güneşi kızıla boyadı.
Görürsen bir akşam vakti güneşin kızıllığını.
Kanımla sıvadığım duvarları seyret.
Görürsen bir sabah vakti güneşin altından sarışınlığını.
Kan tabakamı güneşin bedeninden sıyırışını seyret.
Suskun şehir haritadan silindi.
Güneş, onu da lanetledi.
Kaldı mı bir gemi yolculuğu yapan,
Gelen, umutsuzca bir yolculuğun sonuna.
Serseri mayının patladığı gün,
Dünyada hayatta kalan birisi kaldı mı?
Duruyor âlem kocaman bir boşlukta.
Elektronlar / Protonlar
Sevgili Pisagor / Öklit
Tüm masumiyetimle sesleniyorum.
Size ihanet edişimi bağışlayın.
Şeyh Galib / F.Kafka / Oscar Wilde
Size gelişimi kutsayın.
Şimdi terazinin boş küfesini dengelesin biri,
Mavi-beyaz pençelerini kullanarak.
Hâlâ elleri tutan kimse kalmadı,
Son el, şefkatle uzanırken koparıldı.
Ölüm geldi, her şey bitti.

30 Mayıs 2014 Cuma

Dilsiz Günahlar Saati

Her biri başka dilden,
Bir günahını haykırıyor insanlığın,
Bu kimliği belirsiz mahluk.
Son nefesinde de affolunsa ne olur insanlık?
Tükenmez kalemlerimiz tükeniyor.
Yazıkdıkça çoğalır gibi yanlışlarımız.
Sahi, yanlış kelimesini kim, nasıl türetti?
Sussun artık saatin tıkırtısı.
İçimde atmayı bıraksın artık vicdandan uzak.
Sesleri kulaklarımda yankılanırken delireceğim.
İlk delirttiği ben değilim.
Son delirttiği de ben olmayacağım bu saatin.
Zaman, tutsaklığımıza bir son vermeli.
Ya öldürmeli ya da bağışlamalı artık.
Delicesine kıpırtısı ve koparılışı,
Saatin ve takvimin benden uzak anlaşması,
Beni içine çekmekten de oldukça uzak,
Hiçbir şeye ait olamayıp her şeyle biraz daha azalmak.
Azalmak, azalmak ve tükenmek.
Son nefesi dahi alamayıp hâlâ belirsiz nefeslerde kalmak.
Her biri başka dilden,
Bir günahımızı haykırıyor insanlık.
Ne kadar çok günah işlemişiz,
İşledikçe kendimizden geçerek.

Adem'den Havva'sına XXIV

Havva'ya;
Güneş giderek uzaklaşıyor mu yoksa ben giderek çöküyor muyum Havva?
Güneşin ışıkları bana giderek daha da geç dokunuyor, yoksa bana dokunmaktan iğreniyor mu dersin?
Ben bile kendimi sensiz görmeye tahammül edemiyorum, güneşin etmesini beklemek saçma olur.
Artık güneş bile tenimi okşamıyor, rüzgâr küs, yağmur benim olmadığım yerlere yağıyor, bulutlar beyazı bırakıp kara elbiselerini giydi, ağaçlar ben yanlarına gelince yapraklarını döküyor, sincaplar benden kaçıyor ve hatta fındıklarını bile yanına almadan kaçıyor, neredeyse ona yaklaştığımı gördüğünde okyanus bile suyunu çekecek Havva; bu halim imkânsız gibiydi.
Doğayla bu kavgamın nedeni sensin, aslında her şeyin nedeni sensin, benim kısır döngüm. Yine caretta carettalar geliyor, kumlar onlarla doldu taştı, hepsi çift çift yuvalandılar sahillere. Gidip bir tanesine sarılsam o da sarılır mı bana yoksa iter mi doğadaki herkes gibi, bilmiyorum.
Tüm mevsimler yok olup tek ve koca bir sezon geldi. Yaz, kış, ilkbahar ve sonbahar ayrımı ortadan kalktı.
Bana sürekli hazan, hüzün; süzgün, üzgün, kuru ve kirli bir mevsim kaldı.
Baharı bile ikiye bölen unsurlar varken beni binlerce parçaya bölen şeyler var.
Bedenime kıymıklar battı, ben çıkarmaya çalıştıkça etimde daha da derinlere ulaştılar.
İşte tüm bunların olduğu sırada, oluşumların temelinde büyük bir yoksunluk yatıyor.
Mevsimlerle zıtlaşışım ve doğayla süren büyük kavgam hiçbir zaman tükenmeyecek.
Yine dolu yağıyorken onların benim bastığım yerlere dokunmadığını farkettim, nereye adımımı atsam sonu kuraklık.
Havvasızlık böyle bir şey Havva, sen bilmezsin. Senin, sensizliğin sonuçlarını anlayacak hâlin yok. Zira sen yoksun.
Birisi çıkagelirse eğer, bir caretta caretta, bir sincap, bir kurbağa ve hatta bir deniz atı;
Sadece gözlerinin içine bakmak istiyorum, birde artık bu sonsuza dek sürecek gibi duran savaşın neticelenmesini.
Netice ne diye soracak olursan eğer Havva, bu yalnızlığın tek bir sonucu olur, zira başka bir yaşam söz konusu değil henüz buradayken ve muhtemelen oraya ayak basıldığında.

Caretta carettalar benim olduğum limana çıkmaz, bastığım her yer kuraklıkla imtihan olurken.
XXIV

17 Mayıs 2014 Cumartesi

Adem'den Havva'sına XXIII

Havva'ya;
Doğa her sabah yeniden yeşile boyanıyor, daima yeşile boyanıyor.
Buralarda ağaçlar en çok yeşili seviyor Havva, oysa yeşili sevişlerinin bir anlamı olmalı.
Seni sevişimin bir anlamı olduğu gibi, çünkü Yaratan böyle istedi, seni yarattı, sev dedi, sevdim.
İşte ağaçların da yeşili sevişinin bu kadar kesin bir nedeni olmalı, belki onlar da bu türden bir nedenle yeşili sevmişlerdir, bilmek isterdim.
Bir anlamı vardır yeşilin, yeşili bilenler seni severler, yeşilim.
Her sabah yağmur uyandırıyor beni, ağaçların hışırtısı günaydın diyor.
Yağmur, bu coğrafyada su gibi, toprak gibi gerekli bir şey, senin gibi gerekli.
Oysa eminim bu dünyada sudan, topraktan nasibini almamış coğrafyalar da vardır; susuzlukla kavrulan yerler, sensizlikle kavruluşum gibi.
Böylesine büyük bir okyanusun karşısındayken suyun olmadığı bir yeri düşünmek çok zor; ama biliyorum; bir zamanlar sen varken sensizliği düşünmek de bu kadar zordu.
Sen varken sensizliği düşünmek çok zorken şimdi okyanusa karşı susuzluğu düşünmeyi kavrayabiliyorum; oysa bir başkası olsa kavrayamazdı, biliyorum, kavranması çok zor bir şey.
Neden tüm ağaçlar ayrı sesler çıkarıyor bilmiyorum, ama hiçbirisi senin sesine yakın bir ses çıkaramıyor.
Hatta bazı geceler duyduğum o garip sesler dahi senin narin sesine benzemiyor, yaratılışın eşsiz; aslında her şey eşsiz ama sen daha eşsizsin; eşsizliklerin içerisinde çarpık bir eşsiz.
İşbu yeşilin hakim olduğu ormanda ben giderek kararıyorum, kararışım yeşile hasretimdendir.
Bunca yeşilliğin içerisinde yeşile hasretim, nedenini belki anlarsın Havva, bence anlamazsın, anlamıyorsun.
Havva, cânım, yeşilim, dünya giderek kararıyor, farkında mısın?

Yeşilin içinde yeşilsiz kalış, cennette olup da hiçbir şeye el sürememek gibi; delirtici.
XXIII

Adem'den Havva'sına XXII

Havva'ya;
İnsan kendinden önce başka ölümlere şahit olmak zorunda mıdır Havva?
Ben evvelce kendi ölümümü görmek istiyorum, sonra başkalarınınkine şahit olurum.
Toprağın altında yeterince vaktim olur diye düşünüyorum, toprağın üstü daha sıkışık.
Ölüler toprağın altında daralır gibi geliyor bazen, bence toprağın üstü daha dar.
Ben buralara sığamıyorum, darlığı ondandır. Toprağın altı geniş gibi geliyor artık.
Sahi unuttum galiba, bu topraklarda benden başka yaşayan yoktu.
Var mı Havva? Sen yaşıyor musun? Oysa Havva hep Âdem'ine koşardı, demek ki yoksun.
Ya yaşayan birileri olsaydı nasıl olurdu halim? Halsizim.
Herkesten önce uçmağa varmak istiyorum, herkesten önce adımımı atmak istediğim gibi.
Bu saplantılar içerisinde tüm bıçakları kendime yönelttim Havva.
Demiri buldum ve onu işledim, sonunda etimi kesebilecek kadar sivri bir demir parçası icat ettim.
Şimdi bununla ne yapmam gerektiğini kestiremiyorum. Zira henüz intihar keşfedilmedi.
Belki henüz ölüm bile keşfedilmedi Havva, oysa ben ölümü istiyorum.
Bu kadar keşifsizliğin, icatsızlığın arasında yaşamak çok zor. Aslında yaşamak her zaman çok zor.
Yaşamayı icat eden sanırım benim, bu topraklarda yaşamaya ilk mecbur edilişimden dolayı.
Ben aslında icatsız bir âdemim, ondan kondu adım Âdem, mahzun bir âdemim.
Anlatmak isterdim sana Havva, ancak sen dinlemezdin, dinlemiyorsun.
Millerce yolu aşması gereken benim hep, oysa sen hiç yorulmazsın, ben yorgunluktan düşüyorum.
İleride de yorgunluktan kaleler düşecek, köprüler düşecek, oğullarımız düşecek.
Bu dünyada her şey bir bir düşüyor, düşmeden de yaşanmıyor. Yaşamanın diğer adı düşmek.
Hiç düşmeden tırmanmak, bana nasip olmadı, belki birine olur.
Ben hep düşe kalka yürümeyi sevdim, belki kalkmayı sevişimdendir düşüşüm, belki düştüğümde dizlerim kanadığı içindir kalkışım; öyle düşe kalka yürüdüm.
Çok yürüdüm, yıllarca yürüdüm, yıllarca da yürüyeceğim, kaderim böyle yazılmış, duydum.
Âdem'in defterine Havva'sız bir ömür yazılmış. Ben de kendimi sildim, seni var ettim.
Havva yoksa Âdem olamazdı, o yüzden adını adımla yazdım. Seni yazdım.

Henüz hiçbir şey keşfedilmedi Havva, her şey keşfedilmeyi bekliyor; yaşam, başlangıç ve son, her şey seni bekliyor, gelişini.
XXII

9 Mayıs 2014 Cuma

Yıkıcı/Yapıcı ve Yakıcı Gönül

Gönül yıkıcı/yapıcı ve yakıcı.
Hangisini aldıysan bu kadehten,
Şimdi tekrar bırak olduğun yerden.
Ses verirken kirli ellerinle,
Bu kadehin artan çınlama sesine,
Kendine yönel, kaldığın yerden.
Yaktıkça ateşini körüklediğin,
Su içtikçe daha da acıkan,
Bu düşsüz geceyi artık sonlandır,
Uyanmaya çalış, uyuduğun yerden.
Kollarındayken hülyâlı bir dilberin,
Gönlüme hücum ederken neferi,
Boynumda duyuyorken nefesi,
Uyandırsın bir mahkûm beni,
Bu hapis-hâne köşesinden.
Şimdi tutsak düştüm bu âlemde,
Âlemden ziyâde kendi elemimde.
Kurtarmalı bir iyimser beni,
Bu kanlı savaştan.
Ölüyorum, ölüyorum, bak ölüyorum.
Öldükçe doğup, suyu gördükçe harlanıp,
Rüzgâr estikçe gürleyip, geliyorum, sana.
Biri sevsin beni, kaldığı yerden.
Sen sev beni, doğduğum yerden,
Dudaklarının ucundan.
Gönül yapıcı/yıkıcı ve yakıcı.
Benimki sevici, sarılıcı, öpücü.

Günce III -Kime Yazıyorum?-

Günce III
-Kime Yazıyorum?- IX.V.MMXIV
       Geceden sesleniyorum; kime olduğunu bilmeden. Hatta kendimin de kim olduğunu bilmeden. Bir ara kimliğime bakmalı, kendimi öğrenmeliyim. Belki bir köşesinde bu kırık kaldırımın, dinleyen bulunur; belki bir ânında bu lacivert gecenin, konuşan bulunur. Oysa bilirim ki bir ben varım bu sessiz odamda ve hatta kitlemişimdir kapıları kimse girmesin diye içeri.
       Kendimden sesleniyorum; bir kitaba üfürür gibi konuşuyorum. Nefesim kitabın sayfaları üzerinde dalgalanıyor; bu yapraklar artık okunmuş, makam mevki sahibi olmuş varlıklara dönüyor. Artık son soluğuma kadar okunmuş kitaplarım var, eğer üfürükçülükten beni içeriye almazlarsa. -İçeriye almalarının bir önemi var mıdır, ben zaten yeterince içteyim, bilmiyorum.-
       Tütsülerin kokusu ciğerimi yakıyor. Hep bir ciğerin yanmasından bahsediyorlar. Bende bahsedeyim dedim, belki tütsülerle bu kadar uğraştığım için Hindu olduğumu düşünüp beni içeriye alırlar ama olsun, yeterki tütsüler ciğerimi yaksın ve ben yaşadığımı hissedeyim. Acılar da olmasa insan yaşadığını hissetmiyor.
       Bir gün bir yakın akrabamın düğününde oynadığımda veyahut yarı samimi arkadaşlarımdan biriyle gerçekten samimi bir sohbet yapabildiğimde, işte o zaman, rol yapabildiğimi ve Romeo rolünde tiyatroya ilk adımımı atabileceğimi biliyorum. Şimdilik bunların hiçbirisini yapamıyorum ama olsun, tiyatroya inancım sonsuz, kendime hiç olmasada. Belki ben Romeo rolüne soyunamam ama Romeo soyunup benim içime girebilir. Bugün, bir içe girmedir tutturmuş duruyorum, içimde dinmeyen acılardandır. Ey Capuletler, ne olurdu işleri bu kadar güçleştirmeseydiniz ve sen Paris, ne olurdu bu huzurlu geceyi kana bulamasaydın ve sen sevgili Romeo, ne olurdu yaşamsal öpücüğün bu kadar kısa olmasaydı? Olmazdı, o zaman tiyatro mutlu sonla biterdi. Oysa mutlu sonla biten şeyler gerçekçi değildir. -Bazen mutlu son vardır, ama bazen.-
       Günlüğümdeki karalamalar artarken affımı dilemek istiyorum, Türkiye Türkçesi vizesinde fiilden isim yapım eki dediğim -ma/-me'lerden. Ne olur affedin beni cânlarım, finalde hepinizin hakkını vereceğim, verebilecek bir hak bulursam.