30 Nisan 2014 Çarşamba

İki Kişilik Dize

oysa biz zaten yazgısıydık iki kişilik dizelerimizin...
Ayten Çolakoğlu


Dizeleri alt alta dizince pek bir anlamlı olmuyor.
Asıl anlam, onlara ruh yüklendiğinde oluyor.
Her dizeyi iki kişilik yazıyorum.
Bir yerlerden bir üçüncü kişi çıkıyor.
Oysa ben tüm dizelere iki anlam yükledim.
Her anlama bir perde çektim.
Perdeler, kalın duvarlara döndüler.
Sonunda bakanın da göremediği bir şey oldular.
Bu perdeler böyle kalınlaştı.
Anlam duvarlarından labirentler oluştu.
Ben bu labirentte kaybolan çok kişiyi gördüm.
Ben bu labirentte kaybolduğu için intihar eden,
Çok kişiyi gördüm.
Ben çok kişiyi gördüm, hiçbirini âli görmedim.
İki kişilik dizelerin de bir süre sonra,
Bencil devlere döndüğüne şahit oldum.
Sonunda birbirleriyle savaştı tüm dizeler.
Kopup gittiler, parça parça bireyleştiler.
İnsanlaştılar, dizeler.
Dizeler insanlaşırlarsa içine nefret dolar, 
Sonunda kin kusup, ağıt yakarlar.
İyisi mi siz masum dizeler, anlamınızı kendinize saklayın,
Bu kendine batan vahşi dünya içerisinde.

27 Nisan 2014 Pazar

Günce II -Hangi Gün?-

Günce II
-Hangi Gün?- XXVII.IV.MMXIV
       Günlük. Günlükler, güne dair olmaktan çıktı çoktandır, herhangi bir âna ait olmaktan da çıkalı çok oldu. Günlükler yıllıklara da dönmedi, içine kapanık yazılar olarak kaldı. Bu da günlükten ziyade içine kapanık bir yazı olacak. Günlüğe benzer tek yanı da günü gününe yazılmış olması olarak kalacak.
       Bugün günlerden neydi, nedir, ne olmalıydı; anlamsız. Günü gününe not almakla bir yere varılıyor mu, ben varamıyorum, ben hiçbir zaman hiçbir yere varamıyorum. Yolunu şaşırmış bir vatozum, okyanusta dolanır dururum. Peki, neden vatozum, aklıma ilk o geldiği için. Ben bir garip avareyim, dolanır dururum, kendime kendim de akıl sır erdiremem.
       Nisan, bereketli geçmedi. Giderek daha da kurudum. Susuz kalan İstanbul barajlarına döndüm, üzerime bir damla rahmet yağmadı. Gide gide kurudum ve işte şimdi ben, kurak topraklarım. Nadasa da bırakılmadım, daha gür boy vereceğim şüphelidir. Ben bu Nisan'da, kendi içimde kurumakla meşguldüm.
       Günüm, güne oldukça geç başlayarak geçiyor. Günün sonunda güne merhaba diyorum, güne merhaba deyişim güne elveda deyişleriyle karışıyor. Benim başladığım şeyi onlar bitiriyor, onların bitirdiği şeye ben başlıyorum, beraberce bu zıtlığı paylaşıyoruz. Bazı cümleleri tersten iki defa kuruyorum, sonra üşenip silmiyorum.
       Hangi gün bugün, hangi gün olmalıydı, günler birbirine hiç bu kadar benzemiş miydi? Anlamsız ve cevapsız soru zincirlemelerini daha fazla örmemeliyim.
       Günlüğümü sonlandırırken bu kurak günümde, af dilemek istiyorum tüm son güne bıraktığım sınavlarımdan. Beni bağışlamasını temenni ediyorum, kendim gibi olmakla suçladığım garibim vatozdan. Huzurla yaşa sevgili vatoz, okyanuslar senin olsun, ben kendi bir kaşık suyumda huzursuzlukla boğulurum.

23 Nisan 2014 Çarşamba

Dengesiz Terazi

‎"(...) gerçeği boğanlar ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar onlar onlar onlar... karşımıza oturacaklar.
Ve biz onlara diyeceğiz ki:
Hesaplaşma günü geldi!"

Oğuz Atay - Tutunamayanlar



       Terazinin iki kefesine iki yük kondu. Dışarıdan bakıldığında iki küçük yüktü bunlar, içeriden bakıldığında iki büyük sözdü bunlar, oysa kimse ilgilenmedi. İki yük olarak kaldı.
       Terazi, artık doğru bir ölçeği göstermiyordu. Teraziler bile dengesini kaybetmişti, söylesene, benim kaybetmemem mümkün mü? Ben de dengemi kaybettim, tüm insanlar gibi, artık dengesiz bu yaşayışımız tüm insanlığa kutlu olsun. Dengesiz bir yaşam, merkezi olmayan bir yaşam, yaşamdan uzak bir yaşam... Yaşam işte, ötesi yok, solgun ve kuru.
       Tutunamayanlar yazıldığında gerçek boğuldu, onlar tüm dünyayı ele geçirmişti. Bizler, bir küçük saf hâlinde, kimsenin görmediği ve hatta görmek istemediği, gözlerinin kıyısına iliştirdiği, boğuk bir odaya kapatılmıştık. Bazıları buraya hapishâne diyordu, bazıları buraya çilehâne diyordu, bazıları buraya mezarlık diyordu. Herkes bir şeyler diyordu kısacası, yalnızca biz susuyor, kendi içimizde konuşa konuşa herkesten kaçıyorduk. Kimse bizi dürtmüyor, o bıraktıkları, iliştirdikleri, hapsettikleri köşede zamanımızın gelmesini bekliyorduk. Beklenen zaman tabii ki gelmiyordu: Beklenen gelmez. Bize öyle öğrettiler.
       Oğuz Atay, göçüp giderken bu dengesi kaybolmuş metal dünyadan, miras bırakırken yazdığı sayfaları minik içeriği büyük eserler, işte biz, o vakit, iki bedenimizin iki de ruhumuzun eliyle sarıldık tüm sözlere. İçimizden konuştuğumuz kadar dışımızdan da konuşmak istedik, konuşacak kimsenin kalmadığını farkettik. Herkes ölmüştü, kalanların da kendilerine faydaları yoktu. Faydasız bir yaşamdı bizimkisi, faydası olmaktan oldukça uzak, fazlasıyla.

22 Nisan 2014 Salı

Anlat Onlara

Bir saklı sır gibi / Orda duruyorsun / Kimse söylemiyor / Sen de susuyorsun 

Susma, bizi anlat. Kitaplardan başla anlatmaya, şiirler son durağı olsun hayatımızın. Şiirlerde son bulan hayatlar, kalıcı olacaktır. Öykülerle örülmüş bir hayat bizimkisi, her gününe yeni bir öykü anekdot olarak düşülmüş. Mektupların olduğu bir hayat bizimkisi, edebiyatın yer aldığı bir hayat. Kimsenin bilmediği, içimizde yer eden, saklı bir hayat bizimkisi. Robenson'un adasında gömülü gizli bir hayat. Oblomov'un hırkasına, Dorian'ın yakışıklı yüzüne sakladım ben hayatı, artık kendim de bulamıyorum. Bulunamaz bir hayat benimkisi.

Anlat olanları / Neyi bekliyorsun / Sen hangi oyunu / Kader sanıp oynuyorsun

Anlat olanları, giderek körleşen düğümleri. İnsanların yüzüne bile bakmadan geçip giden kalabalıklara anlat. Dinleyen kimsenin olmadığı, metro çıkışlarında gayda çalan adama anlat, en çok onun dinlemesi gerekir hayatımızı. Sanatla dolu hayatları ancak sanatla dolu olanlar anlar. Vazgeçtim, sadece bana anlat olanları, sadece ben örebilirim böyle bir örgüyü. Bunun öyküsünü, şiirini yalnızca ben yazabilirim. Bir ressamın hayatını yalnızca bir şâir yazabilir.

Söyle onlara / Neden korkuyorsun / Sen hangi yalanı / Masal sanıp büyüyorsun

Söyle onlara, kül oluyor her şey. Herkes, kül olmadan bir parça köz alıyor bu ocaktan. Ocak, harlana harlana yanıyor. Bedenim, dağlana dağlana yaşıyor. Altın maşalar, adi bir demir parçasından farklı olmayan izler bırakıyor rengi yaz günlerinde dahi beyaz olan tenimde. Saçlarım dökülmeli, sakallarıma ak düşmeli, toprak kokusunu hissetmeli ve iki ayağım çukurda son sözlerimi söylemeliyim.

Söyle onlara / Nerden düşüyorsun / Sen hangi yalanı / Hayat sanıp ölüyorsun

Susma, bizi anlat. Biz, bizden önce de vardık. Biz, hep var olacağız. Öyle söyle onlara, her kimse onlar. Ressamın birine anlat, yahut müzisyenin, veyahut bir başka şâire anlat. Sıradan bir insana anlatma, anlamaz. Anlamadığı gibi deli derler sana, veya kimseye anlatma, ben anlatmıyorum, anlayan bulunmaz, anlatmayarak yaşamayı öğren, her gün kanayan yaralarını yeni baştan sil baştan tımar etmesini öğren. Cehennemin içerisinde cenneti düşle, ateşte de yan bir taraftan, o zaman anlayacaksın solup giden beni. Ben, çok yükseklerden düştüm.



21 Nisan 2014 Pazartesi

Çürümenin Şiiri

“hiçten fazla olduğumuzu kanıtlayan hiçbir şey yoktur”

Çürümenin Kitabı - Emil Michel Cioran



Çürü, nefretlik beden.
Akbabalar dadansın,
Yılanlar kol gezsin, ve,
Akrepler avuç içlerinde kan akıtsın.
Çürüyen insanlık,
Tüm günahlarını sayıp dökerken,
Ak şaman ile kara şaman,
Dövüştü Orta Asya bozkırlarında,
Çin Seddi'ne yakın,
Ata-köyüne oldukça uzak bir yerde,
Biri onlara bakıp gülümserken.
Çürüdü varlık,
Çürümek kaderiydi, hepimizin.
Küf kokuyor et,
Tırnaklar kararmış ve dişler sarı,
Ve, ve, ama, ve, ve,
Suskun körleşmiş çakallar.
Artık ulumuyor boz/ak/kara kurt.
Bir vadide yeni bir cinayet işlendi.
Ceset, gömüldü toprağa, karanlık bir gece vakti.
Çürüdü beden, kokusu yayıldı etrafa,
Dikkat eden olmadı.
Artık, küflenmiş et kokusu sardı,
Giderek yozlaşan toprağı,
Toprak kadar yoz dünyayı.
Kirlendi toprak.
İlk günkü kadar ak değil artık.

20 Nisan 2014 Pazar

Mezbahada Katliam

Öfkem bulutlar ardında bugün.
Güneş benden kaçıyor.
Bahar için ülkeme dönen cânım kuşlar.
Gerisin geri dönüyor.
Bugün, pekçok insan katledildi.
Bir mezbahada kıyımdan geçirildi.
O usta kasap, bıçağını bilemeden,
Hepimizin boğazını kesti.
Şimdi hepimiz ölüyüz.
Ardımızdan bir şiir okuyan dahi bulunmaz.
Unutulan satırlarımla unutulurken,
Ve,
Tüm şiirlerim hiç yazılmamış kabul edilirken,
Kan kaybından ve boğazımın acısından,
Gözlerimi sıkı sıkıya kapıyorum.
Cânım kuşlar, artık sizi göremem.
Dilediğiniz gibi girin ülkeme.
Artık ben yokum ve şiirim.
Biz, kasabın kör bıçağından damlayan birkaç damla,
Kan ile yoldaş olup toprağa karıştık,
Güneş duvarlı lacivert gecede, yeşilim benim.

19 Nisan 2014 Cumartesi

Yargılamalar VII

Hakim Bey, Yargılamalar, VII

Duydunuz mu Hakim Bey? Modern zamanın içerisinde son yazarlar da ölüyor ve yazar nesli tükeniyor. Tüm devletler bir yasa çıkarmalı; yazarlar, nesli tükenen canlılar sınıfına alınmalı. Yaşlı kızılderilinin, 'Son nehir kuruduğunda...' diye başlayan bir nutku vardı, o, bir şeyi unuttu, ben ona ilave edeyim: Son yazar da öldüğünde, insanlık sevgiyi unutmuş olacak ve daha tüm duygularını. İşte Hakim Bey, böyle böyle azalıyoruz biz, zaman geçtikçe kendimizden eksiltiyoruz, bizi anlayan kimseyi bulamıyoruz, Yaratan'ın gökten bir melek indirmesini ve bizim her şeyi o meleğe anlatacağımız ânı bekliyoruz, kalemimiz kırıldıkça biz onu birleştiriyoruz, kurşun kalemimizin kömür ucu yassılaşıyor, biz o yassılaştıkça daha da sivrileştiriyoruz, sonra o sivri ucunu kendi bağrımıza batırıyoruz, kendi kendimizi en derin yerimizden kanatıyoruz. Yazar nesli tükenme tehlikesinin altında Hakim Bey, lütfen buna dair bir yasa çıkarın, her şeyi düşünen Devlet Baba, lütfen koru tüm yazarları! Bu yazdığım satırlar içinde, kelime arası boşluklarda kendimi yitiriyorum. En son hangi kelimenin arasında kaldıysam oradan çıkamıyorum. O iki kelime arasında bir köprü yok, ben o uçurum gibi kelime kenarında duruyorum. Çok yakında kendimi o kelimeden aşağıya bırakacağım ve sonunda başka bir kelimenin dibinde can vereceğim. Bu, bir soykırım olmalı. Bir yazar nasıl ölebilir ki? O kadar kahraman/karakter/tip doğura doğura doğurganlaşan bir yazar, nasıl ölebilir ki? Evet, ölüm hepimiz için, en azından bende bir kitabın kıyısında köşesinde adımı bıraksam olmaz mı Hakim Bey? Yasalar izin veriyorsa şâyet, bende adımı bir kelimeye vermek istiyorum. Bir kelime olsun ve insanlığa benden miras kalsın. Yoksa deliriyor muyum, veyahut daha doğru bir ifade ile hep deli miydim, belki hayır belki daha doğru bir ifadeyle kesinlikle evet. Hakim Bey, yine ben beceriksiz öğrencinin, defterine kaleme basa basa yazdığı için kaleminin ucu kırıldı, bir açacak alıp hemen geliyorum, daha doğrusu, size yalan söylemek istemiyorum, bu bahane ile kaçıyorum. Sevgili kalemtıraşlar ama ben onlara hep açacak demesini severim. Sevgili açacak-lar-ım.

#GabrialGarciaMarquez, dün veda etti, Kırmızı Pazartesi'den bozma Cuma'ya.

18 Nisan 2014 Cuma

Yargılamalar VI

Hakime Hanım, Yargılamalar, VI

Yağmur, ıslak yollar, giderek çamurlaşan paçalarım, paçalarımla beraber giderek kirlenen ben. Hakime Hanım, bu dünya kocaman bir batak. İçerisine düşen her şey kirleniyor, neredeyse doğan tüm bebekler kirlenmiş olacak. Saat, kirliliği temizlik geçiyor; bataklığa da çeyrek var. Hakime Hanım, müebbet yemeyeceğimi bilseydim, hatta bir yerlerde bir tanıdığım olsa insanlıktan istifa ederdim. İstifade edemiyorum, bari istifa etmeyi becerebilseydim. Ben yaşama hakkı istemiyorum, barınma ve sağlık hakkımdan da vazgeçiyorum. Bana salt insanlığı versinler Hakime Hanım, salt sevgiyi, salt olanı. Bana tüm insanlığın unuttuğu bir şeyi versinler, bir lale tohumunu, bir kırık aynayı, bir denizatını, bir deniz taşını. Bana bu koca kütle-şehrin içerisinde, benim gibi buralara ait olmayan bir şeyi versinler. Burası, beni daha da kirleten kocaman bir bataklık. Çocukların hayal kurarken kullandıkları 'kocaman' kelimesi kadar kocaman bir bataklık. Bu bataklığın içerisinde tüm vaktimi temiz kalmaya harcamaktan yoruldum, harcandım. Harcandığımla kaldım. Bu bataklık, modern bir kentin içerisinde bir kara delik. Dünyayı yutacak o kara deliği evrenin uçsuz bucaksız enginliğinde aramaya gerek yok; dünyayı, tüm insanlığı yutacak kara delik içimizde. Belki bir kanalizasyon, belki bir geçit, belki bir tünel; bildiğim, o kara delik içimizde. Bazı bazı başımı göğe kaldırdığımda onu tepemde görüyorum. Bana giderek yaklaşıyor Hakime Hanım, sizin yasalarınız, korumalarınız onu benden uzak tutamıyor. Hiçbir yasayı tanımıyor, onunla adil bir biçimde dövüşemiyorum Hakime Hanım. Artık siz ve Hakim Bey'de biliyorsunuz ki bir süredir peşimdeki cellatları atlattım. Ancak o cellatlar bu kara delik sayesinde çamurda yuvarlanan bana, çok çabuk ulaşabiliyorlar. Size neler oluyor Hakime Hanım? Elleriniz giderek kararıyor, hayır, hayır olmaz, hayır olamaz, ellerinizin içerisindeki kara delik giderek daha da büyüyor, Ellerinizle beni yutamayacaksınız, siz beni yutana kadar ben çoktan, çok derin bir yerde, tüm kara deliklerden kendimi gizlemiş olacağım. İşte, Hakime Hanım, kara deliğiniz bana engel olamayacak. Yüksekten düşü-yor-um.

15 Nisan 2014 Salı

Yargılamalar V

Hakim Bey, Yargılamalar, V

Sisten göz gözü görmüyordu, benim zaten görmeyen, görmekten de anlamayan gözüm ise hiçbir şeyi görmüyordu. Bu sisli günde yürürken iki çocuğa, üç kadına ve dört adama çarptım. İçlerinden en çok dördüncü adama çarptığımda farklı duygulara yuvarlandım Hakim Bey. Zaten onunla çarpışmamdan sonra başka kimseye çarpmamamın nedeni budur. Beni bu çarpışmada en çok etkileyen, onun da en az benim kadar bu çarpışmayı umursamamış olmasıydı. Öyleki, dönüp ardına bile bakmadı Hakim Bey. Sarsılıp kakmıştım. Bir insan, ancak kendisinde olmadığı vakit bu türden şeyleri önemsemez. O da kendisinde değil gibiydi, ben zaten kendimde olmadığımdan onun bu hâlini sonradan farketmiştim. Eğer, kendimde olsaydım onu takip ederdim. Hangi sokaklarda yürüyor, bir adımı kaç karış geliyor, gözü kaç saniyede bir seğiriyorsa hepsini not alırdım. Aslında bence tüm bu sayıların toplamı, kâinattaki altın sayıyı verir Hakim Bey. Altın sayı denilen şey, kendisini gizli ipuçları arasında gösterir. Bana kalırsa tüm gizler, sevgilide saklıdır, insanın kendisini unuttuğu yerde. Bir insan kendisinde değilse, muhakkak ki kendisinin olduğu yere gider, cinayet mahaline önünde sonunda giden katiller gibi. İnsanoğlu, genelde kendisini bir kadında unutur, almayı da unutur, bazen de tam tersi. Unutkanlık, tüm gizli kapıları açan bir anahtar. İnsan, kendisini unuttuğunda kendisinin olmayanı hatırlıyor, daha çok da kendisini unuttuğu kişinin unuttuklarını hatırlıyor. Kıyıdan köşeden Hakim Bey, daha önce farkedilmemiş güzellikler fışkırıyor. Bende kendimi unuttuğum yere dönmeliyim Hakim Bey, vakit oldukça geç oldu, size iyice kendimi anlatamadan gitmeliyim. Kendimi unutu-yor-um.

13 Nisan 2014 Pazar

Yargılamalar IV

Hakime Hanım, Yargılamalar, IV

Yine böyle yolda yönümü kaybetmiş yürürken Hakime Hanım, bir bilinmez bilmecenin içerisinde buldum kendimi. Benim bu bilinmez bilmecelerim bitmez zaten. Sevgi yoksunu insanlığın içerisinde, hâlâ bir duyguya esir düşecek kimse kalmamıştı. Yolda, yolu bilmeden yürürken, bir dilenci belirdi izbe karanlığın sokak lambasıyla biraz olsun aydınlanan korkutucu köşesinde. Dilenci bana, ben dilenciye, insanlık da bize benziyordu. Dilenci sıcak bir yuvaya, ben sıcak bir kalbe, insanlık bizim gibi sıcak bir sevgiye muhtaçtı. Yani biz, biz ki tüm insanlık ve tüm insanî davranışlar, onunmaz bir muhtaçlığın esiriyiz. Sevgili Hakime Hanım, bu kadar yozlaşmanın içerisinde biz sevginin dilencileri, bitmez tükenmez bir açlıkla karşı karşıyayız. Bu sevgi açlığı, beni bayıltma noktasına getirdi. Açlıktan midesi derisine yapışmış insanlar gibi sevgi açlığımdan derime yapışan kalbimle bayılma noktasına doğru ilerliyordum. Hakime Hanım, bayılmamam için, eğer sizde varsa, bana bir parça sevgi verebilir misiniz? Ufak bir kırıntı da olur, ben o kırıntıyı kemire kemire geçinir, idareli kullanırım. Sizde de mi yok, kime sorsam yok zaten. Anlaşılan ben yine kalbim sevgi yoksunluğundan derime yapışmış olarak dolanmaya devam edeceğim. Aç olduğundan midesi guruldayan dilenci gibi şimdi kalbim guruldadı Hakime Hanım, hatta gürledi. Kaçıyorum. Bu bir parça sevginin bile bulunmadığı, sevgisizlik kokan kentte, sokak lambasının altında gece ile hemhâl olan dilenciye benziyorum. Ben sevgi dileniyorum, taş kalpli insanlık beni kınayıp önümden geçiyor. Bu cüretkârlığım için beni affedin Hakime Hanım, sevgi diye düşünmüştüm, bir parça, asla çok değil, her şey bir parça sevgi için diye düşünmüştüm. Bir parça sevgi, lütfen. Kendimden geçi-yor-um.

5 Nisan 2014 Cumartesi

Yargılamalar III

Hakim Bey, Yargılamalar, III

Terli terli çay içmek istiyorum. Hayır, bugün çay için değil kahve için daha uygun bir gün Hakim Bey. Bir fincan kahve verir misiniz? Kaçmadan önce beni tutun, en azından kahvemi bitireceğim ana kadar sizinle olacağımdan emin olabilirsiniz böylece, ben kahvemi son damlasına kadar içerim, öğrenmiş oldunuz. Sahi, neden size böyle özel sırlarımı anlatıyorum, artık bu da bir sır değil. Herkes biliyor kahve içtiğimi! Hakim Bey, korkularım biraz azalır gibi oldu, geçen gün Hakime Hanım ile beraberdim. Sizden kaçtıktan sonra ondan da kaçtım, şimdi tekrar kaçacağım anı kolluyorum. Bir başka günahımı daha itiraf etmeliyim. Gece yolca koşarak ilerliyordum. Dolunay vardı sanırım, yarım ay da olabilir, bir şekilde ay vardı, yolumu aydınlatıyordu. Ücra bir yerden geçiyordum, ayağım bir taşa takıldı. Sinirlendim, genellikle sinirlendiğim anlarda düşüncelerimi bu sinire yönlendiririm. Böylece biraz olsun delirmekten kurtulur ve bu sinir sayesinde somutlaşırım. Soyutsal alemde kendimi iyi ifade edemiyorum, tamam tamam doğruyu söyleyeyim kendimi hiç ifade edemiyorum. Çoğu kez anlamsız anlamsız çevreme baktığımı söyleyenler oldu, hatta bir keresinde gözlerimin boşlukta olduğunu söyleyenler dahi vardı. Neyse günahıma gelecek olursak, taşa çok sinirlenmiştim. Tuttum onu, bir süre ne yapacağımı bilemedim. Elimde ağırlığını tartıyordum. Sonunda cebime atıp koşmaya devam ettim. Cebimde bir ağırlık olduğunu keşfediyordum, bir süre sonra dengemi tekrar sağladım ve taşı unuttum. Sonra nereye vardığımı bilemedim yalnız karşımda bir adam vardı, sanırım bana sesleniyordu. O cellatlardan biri olmalıydı! Çok korktum, taşı ona fırlattım, kaşının üzeri açıldı, çok iyi gördüm, kırmızı bir sıvı dudaklarına doğru indi ve o adam kan damlasını dilinin ucuyla yaladı. Sonra peşime düştü, onu atlatana ve buraya gelene kadar neler çektim! Üzerimden de anlıyorsunuzdur, şimdi buraya neden gelmiş olduğumu da anlamış olacaksınız. Saklanmak için, beni bir tek burada aramazlar. Burası onlar için güvenlidir, hep öyle değil midir zaten? En güvenilir yer aslında en tehlikeli yerdir. Orayı kaybedince her şeyi kaybedersin ama orayı güvene almak hiç aklına gelmez. İnsanoğlu işte, oranın güvenliğinden öyle emindir. Hakim Bey, galiba kahvem bitti. Şimdi kaçma vaktim geldi, kaçı-yor-um.

02.03.2014 / 14:58

3 Nisan 2014 Perşembe

Yargılamalar II

Hakime Hanım, Yargılamalar, II

Hakime Hanım, derdimi Hakim Bey'e anlatamadım. Elinde bir bıçakla bana doğru yürüdü, kaçtım hiç durmadan, aradan geceler geçti. Hakime Hanım, adaletin güvenine gölge düşüyor! Hakime Hanım, siz beni dinleyin lütfen. Anlatacağım, bir şeyler anlatmak istiyorum. Kendimle geçirdiğim bir geceden geliyorum, uzun bir geceden. Ne diyeceğimi hiç bilmediğim belki de yaşanmamış bir geceden geliyorum. Sabahın ilk ışıkları doğduğunda mesaiye başlayan insanlar gibi, şeytanlar gibi ve sair zevat gibi düşünmek yordu beni. Sabahın ilk düşünceleri içime işledi, karanlığım giderek büyüyor. Her gün, günümüzü biteren şey güneşin batması değil hayır, benim kötü düşüncelerim. Ben çok kötü düşündüğüm için her yer kararıyor. Sırf bunun için suçluyorum Hakime Hanım, tevkif edin beni, yargılayın, suçlayın ve sonra hakkımda kalemimi kırın! Hayır ama biraz daha anlatacaklarım var. Eğer kaçmazda kalırsam daha çok şey anlatmak istiyorum. Kapıyı neden kilitlediniz Hakime Hanım, bir şey mi oldu, benim güvenliğim için mi, peki öyleyse, kendimi size bırakıyorum. Sanki biraz öteden bir müzik sesi geliyor, sizde duyuyor musunuz bilmiyorum ama söyleyenin sesi çok kartmış, sahi benimkisi de öyle mi acaba, bilmek isterdim. Söylediklerimi duyuyorum ama bu duyduğum benim sesim değil, kendi sesimi tanıyamam. Perdeleri neden çektiniz, çok karanlıkta daha çok karanlık oldu şimdi, fazla bir karanlık. Neyse, karanlık beni daha çok uyandırır. Bugün hiç uyuyamadan uyandım, nasıl olduğunu anlayamamışsınızdır belki ama kelime oyunu yapmıyorum. Tüm o kelime oyunu yapan yazar zevatı gibi değilim, kelimeler benimle oynuyor. Ben başka bir şey söylemek istiyorum onlar başka bir şey söylüyor, anlatamıyorum kimseye derdimi çünkü kelimeler beni anlatmak istemiyor. Herkes benden kaçıyor, cüzzamlı biri gibiyim. O cüzzamlı Kudüs kralı gibi olmalıydım, herkes cüzzamlı da olsam önümde diz çökmeli, beni selamlamalıydı. Sonra o Selahaddin gibi herkes bana saygı göstermeliydi. Nereden geldik buraya, bende bilmiyorum. Görüyorsunuz ya ben başka bir şey anlatacaktım kelimeler beni buraya getirdi. Hakime Hanım, affedin beni, kaçmalıyım. Kapı, kapı bu yüzden mi kilitlendi? Ama hayır, pencere! Atlı-yor-um.

02.03.2014 / 14:48

1 Nisan 2014 Salı

Yargılamalar I

Hakim Bey, Yargılamalar, I

Hakim Bey, çok korkuyorum. Çok korktum, kaybetmekten korktum. Bana savunma hakkı vermediler. İnfaz etmeye kalktılar beni. Yakalasalardı idam edeceklerdi de, ellerinden kaçmayı başardım. Şimdi cellatları her yerde beni arıyor. Delik deşik etmedikleri yer kalmadı. Her yerde muhbirleri var. Hakim Bey, sizde onlardan mısınız? Bir kez olsun beni dinlemeyecek misiniz, korkuyorum, kimse neden anlamıyor, anlamıyorum. Kaybetmekten korkuyorum Hakim Bey, korktuğum kadar kaybediyorum da. İçimde bitmek bilmeyen şeyler var. Aldığım her nefesin hakkını isteyecekler gibi geliyor bana, sanki fazladan bir nefes çeksem bu dünyada hemen ya iadesini isteyecekler ya da o nefesin bedeli olarak beni boğacaklar. Her an ensemdeler, yakamı bırakmıyorlar, bir elleri hep boğazımda, fazladan alacağım nefesi bekliyorlar, diğer elleri tetikte, her an beni boğabilirler. Suçum baki bulundu mu Hakim Bey, delillerle güçlendirdiler mi, ne olur söyleyin bana. Birisi beni bu korkularımdan kurtarsın. Bu eli birisi boğazımdan çeksin. Ayak sesleri mi o duyduğum? Birisi mi var orada? Hakim Bey, geldiler mi, onlar mı geldi, yani cellatlarım. Beni onlara vermeyin. Korkarım ki karanlık bir köşede beni yargılamadan öldürecekler. Hakim Bey, lütfen savunma hakkı verin, sonra öldürün, yaşatmayın. Bu tıkırtılar beni korkutuyor, çıt çıksa ödüm kopuyor. Geceleri uyuyamıyorum, her an geleceklerini seziyorum. Bu korku, bu korku, bu korku ölümden daha beter. Ölüm korkusu ölümden daha yakıcı, daha kırıcı, daha acıtıcı. Benim canım için bu kadar mücadele etmeye değmez, bir bıçakla bitirebilirler bunu, bir kementle, bir yay kirişiyle. Lütfen ama güzel bir ölüm olsun bu, bari öldürürlerken güzel davransınlar Hakim Bey, bari siz bir şey söyleyin. Neden susuyorsunuz? Kalemim kırıldı mı yoksa, lütfen konuşun, susmayın. Çok suskun, sessiz geceler geçirdim. Artık sessizliğe tahammülüm yok, zira en sessiz anlar aslında benim için en gürültülü anlardır. İnsanlar susunca ben konuşuyorum ve güzel konuşamıyor giderek her şeyi mahvediyorum. Her an bir günahımı itiraf edebilirim. Hakim Bey, lütfen susturun beni, susturmazsanız kendi kendimi kendim olmaktan aforoz edeceğim. Hakim Bey o elinizdeki nedir, yağlı bir kement mi yoksa bir yay kirişi mi? Hayır, anladım, çok güzel parlıyor, o bir bıçak, kendimi görüyorum. Niye onu o kadar sıkı tutuyorsunuz, yaklaşmayın, ama siz, siz, bir hakimde cellat olabiliyor-muy-muş. ? .

02.03.2014 / 14:38