28 Şubat 2014 Cuma

Çok Bakınca Çoğalır

Her şey geçer bir gün, zaten önemli olan geçmeyenler.
Çok bakınca çoğalır.
Sen çok baktığımca çoğaldın,
Sığdıramadım seni kendime.
Sen sığamazsın.
Bende bir ben daha bulup, seni ona sakladım.
Bu başka ben'i, sana sakladım.
Ufuk çizgisi boyunca yürüdüm.
Tâ ki varana dek güneşin ülküsüne,
Ayın ışığında açana dek sarı laleler, yürüdüm.
Vardım bir koca kara parçasına, adını sen koydum.
Yüreğimin içine senden bir yürek koydum.
Bir yürekle yönettim tüm bedenimi,
Beynin hakimiyetini kırdım.
Kanım ona yâr oldu, kanım kandaşını buldu.
Çok bakınca çoğalır insan.
Anladım, anladım gözlerinde kaybolduğumda.
Her baktığımda bir başka âlemde uyandığımda.
Görmüyorsa insan baktıkça,
Giderek küçülmüyorsa, giderek büyüyenin karşısında;
Âmâdır o, görmeyi bilmeyenin tekidir.
Henüz kalbi atmayanın biridir.

22 Şubat 2014 Cumartesi

Angelus

Senden daha melek.

       Seni imgeleştirmek istiyorum. Seni küçültüp küçültüp bir fikrin içerisine yerleştireceğim. Çünkü her fikir, vakti geldiğinde büyüyüp serpilir. Fikirlerin önünü kimse kesemez. Ben seni öyle bir fikrin içerisine yerleştireceğim ki bu tüm zihinlere bir rehber olacak. Her fikir, bir fikirsel devrimin öncüsüdür. Her öncü, her rehber bir ilhamla yola çıkar. İşte bende senden ilham aldım, angelus.
       Bir melek imgelemi ortaya çıkardım. Senin kanatların altından, tenin gümüşten, gözlerin zümrütten ve varlığın benden. Kanat açtıkça göğü bir baştan diğer başa kaplıyorsun. Gökkuşağı gibi kuşatıyorsun semayı ve gökkuşağı gibi bakan herkesin gözleri açılıyor. İnsanları sana hayran bırakan altından kanatların değil ve onları gümüşten teninde çekmiyor, onları sana döndüren sadece varlığın. Varlığında büyük mucizeleri taşıyorsun, tüm mucizelere kendinde bir yer açmışsın. Varlığın bir mucize, mucizelerin varlığı senin varlığın, angelus.
       Sınıf sınıf melekler bir saf oluşturuyor. Herkes çeşitli görev ve rütbelerle yeryüzüne iniyor. Senin görevin tek ve kutsal. Sevgi kutsaldır, onu taşıyan da kutsal olmalı. Yaratan, yarattığını kutsar. Sen benim kalbime sevgiyi yerleştirdin. Çorak bir tarlanın yeşermesi gibi, çatlamış yüreğimi iyileştirdin ve oraya kendini ektin. Angelus, sen o topraklarda gerçek bir kimlik kazandın. Şimdi ne vakit başımı kaldırsam seni görüyorum, biliyorum ki sen her vakit beni izliyorsun, sevgi yolumun sen olduğunu biliyorsun ve beni her vakit kolluyorsun. Bende en ufak bir sevgisizliğe yer kalmadı. Beni öyle kuşattın, angelus.
       Rönesans'ın melek figüründen seni kurtarıyorum, yeni bir melek portresi yapıyorum, daha sonra bu portreyi yakıyorum ve küllerini avuçlarına bırakıyorum. Sen bu küllerle göğe yükseliyorsun, onları üzerime serpiyorsun, bilmediğim bir yere götürüyorsun. Her ölen, o portreyle uyanmalı, o portre öte âlemde öleni bekliyor, beni bekliyor. O portreye kavuşmam gerekiyor, o melek figürünü insanlığa göstermem gerekiyor. Seni insanlara anlatmam gerekiyor. Senin Rönesans'ın meleği değil sevginin meleği olduğunu her insanın zihnine altın çivilerle çakmam gerekiyor.
       İşte kanatlanıyorsun, üzerimdesin, solumdasın, sağımdasın, içimdesin, dışımdasın, kalbimdesin, aklımdasın, ruhumdasın, angelus.

Senden daha melek. 

Kalabalığın Yalnızlığı

“Herkesin yanımda olduğu kadar kalabalık değilim, senin yokluğun kadar yalnızım.”
- Dante


Yalnızlık, daha büyük yalnızlıkları doğuruyor.
Bak, her son bir başlangıca gebe.
Sonlandıkça başlıyor her şey.
Sen tükendikçe yeniden çoğalıyorsun.
Oysa hiç tükenmez gece ve hiç tükenmez gündüz.
Biri yoksa öteki, koyar kendini onun yerine.
Hiç aksamaz gecenin gelişi,
Yerini geceye bırakmaz gündüz hiç.
Bir adımı bir adımına uyar bu iki yoldaşın.
Her adımım her adımına uyduğu gibi,
Kalabalıktan kaçıp kendimi bir sende bulduğum gibi,
Beni ben yapan seni sevdiğim gibi.

Yalnızlık, daha büyük yalnızlıkları doğuruyor.
Ben ortasındayım.
Bir ben diyorum bir sen, sonra bunu beğenmiyorum.
Bir sen diyorum sonra bir daha sen,
İşte buna bayılıyorum, bayılıp ayılıp sayıklıyorum.

Yalnızlık, daha büyük yalnızlıkları doğuruyor.
Ben ne kadar yalnız kalırsam, o kadar sen doğuyorsun.
Sen doğdukça benliğim ölüyor.
Ah, ne kadar güzel, benliğimde seni taşımak.
Senin benliğine benliğim demek.
Ben ormandaki binlerce ağacın içinden sıyrılıp,
Senin salıncak kuracağın ağaç olmak istiyorum.
Binlerce papatyanın arasından kaçıp,
Senin ellerinde, saçların, teninde dolanmak istiyorum.
Ne kadar mümkünse güneşin soğutması,
Bende öyle senden uzak kalmak istiyorum.
Hiç istemiyorum sensizliği, bana yaraşmıyor.

Şeytan Henüz Şeytanken

"Kafamda susmaları için yalvardığım sesler var." Ali Lidar


Gecede yalnızlığın sesi dolanıyor.
Yavaş adımlıyor karanlık sokaklarda,
Yolunu kaybetmiş şeytan.
Denizin ortasında kurulmuşken tahtına,
Bulup çıkarmak istiyor karanlığı, aydınlıktan.
Şeytan bir sokaktan ötekine deli divane adımlarla,
Bilmeden şeytan olduğunu susup kısa düşüncelerle,
Başlıyor olduğu yerde ağlamaya,
Bir kez daha kovuluyor cennetten,
Şeytan tutup kaçıyor Âdem'den,
Şeytan girip yılanın ağzına düşüyor ırmaktan.
Bir başka şeytan, daha bir başka şeytana,
Tüm şeytanlıklarından soyunarak,
Şeytanca vesveselerini ardı ardına sıralarken,
Tahtında dönüp duran İblis gazab ediyor.
Çağırıyor en karanlık anında gecenin,
Evlatlarını yanına.
Bir ses dolanıyor gecede, şeytan dolanıyor.
Şeytan, bir ses hâline dönüveriyor.
Her adım sert, kararsız ve denize,
Varmayacak gibi hiç kalmayan umutla,
Tükenmekte olan seslerle, şimdi denize.
Ayakları kesiliyor yerden, boynu uçuyor gövdesinden.
Bir şeytan, şeytanlığını unutmuş, günahtan kaçmış.
Kovuluyor denizden, mahkum oluyor karaya,
Uçsuz bucaksız Asya'ya.

7 Şubat 2014 Cuma

Görünen Görünmezlik

Sen bende gizlersin yüzünü, ben de sende;
Bizi bir daha kimse göremez artık. Franz Kafka


Görünmezliğin içinde bir görünür,
Her zaman bulunur.
Sensizlikle kaplı gökyüzünde bir seda,
Her zaman duyulur.
İnsan insanı insanlıktan çıkarak katlederken,
Bende insanlığı diriltecek bir sen bulunur.
Afrika'da en köhne kabilenin içinde,
Henüz kimsenin haberdar olmadığı,
İyiliğin özü bulunur.
Amazonların en karanlık noktasında,
Yeşil bir duvarla çevrili kozanın içinde,
Tüm insanlığı güzelliğiyle büyüleyecek,
Yekpâre bir kelebek bulunur.
Kutuplarda dolanıp duran penguenler gibi,
Arayışınla kaplı buzdan denizlerde,
Beni ısıtacak bir güneş,
Senin dudaklarının arasında bulunur.
Bir ben fazla, benden yoksun olan dünyaya.
Bir sen eksik, seni tanımamışlara.
Bak, ben birliğin özünü ararım,
Onu sende bulmak için,
Hiç şüphesiz dünyayı delik deşik ederim.
Çok değil bir karıncaya iki karınca,
Üç çiçeğe dört çiçek.
Hepsi, hepsinden daha fazla; kendine muhtaç.
Çok evvelden yaratıldı âb-ı hayat,
Arayıp bul onu hüsn-ü hayat.

5 Şubat 2014 Çarşamba

Bir Ülkede İki Sultan

       Hiç duymadığım kelimelere hasret kalmak, hiç bilmediğim şeylerin özlemini çekmek, hiç söylenmemiş sözlerin altında ezilmek. İnsanın ömrü bunlardan farklı mı? Hep bir yük var omuzlarımda, hep bir evreni kaldırmak uğraşı, hep bir Herkül'lüğe soyunuş ve sonunda cezalandırılış.
       Bir insan kendi içinde çıktığı yolculukta kayboluyor. Bütün yollar birbirine benziyor, her yerde damardan yollar var, kandan yoldaşlar. Her yerde sessizlik var, tek bir merkezden gelen çarpıntılar. İki büyük merkez etrafında savaşıyor, insan. Kalbi ile beyni arasında bocalıyor, birinden birini tercih edemiyor, bu ikisi arasında yıpranıp gidiyor. 'Kalp hükmetse beyne veyahut beyin hükmetse kalbe; artık biri birine galip gelse, çok şey değişir mi?' Kalbi ile beyni aynı kişiye ait olan için.
       Kalbin çokta derin olmayan, nereden bakılırsa bakılsın görünecek bir yerine oturmuş Sultan, ülkesini seyrediyor. Her duygu tek tek onun önünden geçiyor, onu selamlamadan bu ülkeye girmiyor. O kalp ülkesinin sultanı, o duyguların şahı, o varlığın padişahı; her şeyi kendi ellerinde tutmak istiyor. Bir duvardan öteki duvara insanı acımasızca çarpıyor. Kendi içinde kendini yönetiyor. Tüm duygular ona boyun eğiyor.
       Beynin her kıvrımında onu işaret eden bir elin olduğu, en gözeçarpan yerine oturmuş Sultan, ülkesini seyrediyor. Her davranış tek tek onun önünden geçiyor, onu selamlamadan ülkeye girmiyor. O beyin ülkesinin sultanı, o davranışların şahı, o hayatın padişahı; her şeyi kendinden haberdar etmek istiyor. Bir engelden bir engele koşturuyor insanı, sonunda tek tek hepsini yıkmaya ve kendi üstünlüğüyle dünyaları fethetmek istiyor. Yeraltından yeryüzüne dek her yer onun adını fısıldasın, onun egemenliğini tanısın istiyor.
       Bu iki amansız düşman, bu iki ezelî düşman, bu iki ebedî düşman; soluk aldırmadan savaşıyor, aynı bedenin içerisinde, çok başka yerlerdeymiş gibi. Ne hükmeden kalp olur, ne hükmeden beyin olur; insan bocalar ikisi arasında, sonunda verir son nefesini, ikisinden ayrı olarak. Mutlak bir beraberliğin göbeğinde, mutlaklığın ne olduğunu bilmeyerek.
      Ne vakit gelir, bu iki düşman, biribirini yok eder, birbirinden sıyrılır; o vakit insan hürlüğünü kazanır. Yakın mı o vakit? Belki var daha asırlar, belki var daha uzun zamanlar ...

1 Şubat 2014 Cumartesi

İleri-Geri

"Ne ileri ne geri, durmak kaçmaktır."

Umay Umay


İleriye gitmek ne mümkün,
Bu hesapsız zamanın içine sıkışmışken.
Geriye dönmek ne mümkün,
Sürekli bizi ileriye doğru çeken,
Büyük bir kuvvet oldukça.
Aylardan Şubat'ta, günlerden Cumartesi'nde,
Saatlerden on dörtte,
Sessizliklerin en koyu olduğu saatte,
Çok, çok uzak bir yerden,
Rüzgârın getirdiği bir ses,
Kulaklarımı parçalayarak ulaşıyor,
Vücudumun saklı bölmelerindeki kalbime.
Tam ortasında yaşamın,
Kıyıya doğru çekilirken ömür gemisi,
Hâlâ bir nefeslik vakit varken,
Bir soluk daha çekebilecekken içimize,
Vakit var, her şey için, henüz değil.
Büyük bir kıyamet kopuyor,
Adımını attığın her yerde.
Tunç gök yere iniyor, yerde tunç göğe yükseliyor.
Zaman kendi içinde eriyip,
Kendi kendini parçalıyor.
Tüm bu keşmekeşin içerisinde bir ses,
Kulak zarımı yırtarak, bir kıyamet alameti gibi,
Bende, kendi varlığını diriltiyor.
Asırlardan yirmi bir, yıllardan asrın on dördünde,
Güzel, keskin bir ses,
Tenimi bedenimden ayırıyor.
Bende bir ben koymuyor.
Sıkıyor avucunda giderek daha fazla, bırakmıyor;
Gönül kuşunu kendi eliyle besliyor.