26 Haziran 2013 Çarşamba

Gözlerimi Sana Diktim

''Ben senin gelmen ihtimali olan yola gözlerimi dikmişim.''
Sait Faik Abasıyanık, Havuz Başı

Gözümü hiç ayırmadan bakıyorum o yana,
Senin geleceğin anı kolluyorum.
Gelsen de bir an önce sana koşsam diye düşünüp,
Yokuşun başından ötelere bakınıyorum.
Yokuşun ucu giderek kararıyor benim içim,
Sen gelmedikçe daha da yüksekte görünüyor.
-Yollar uzuyor hiç durmadan.-
Senin gelme ihtimalin doğunca yaklaşan yollar,
Birer batak yokluğunda.
Bütün yollar aynı yere çıkıyor,
Bütün kapılar ayrı yere açılırken.
Pencerelerimin hepsi sana bakıyor
ve hepsinin açıldığı yerde Rönesans gibi sen.
Boğazın suları gibi huzur veriyorsun bakan gözlerime,
Sana dair bir iz görsem de uçabilsem diye.
Kanatlarım olsaydı da gökyüzünde senin yanına varabilseydim,
Seni bulutların üzerinde görebilseydim.
Sen gelsen ve artık mutluluğa kavuşsak diye bir kurgu,
Bu sıcakta yanarak sana atılsam derdindeyim
Yanarken suya kavuşmuş bedevi gibi sana kavuşma.
Sen gelirken geliyor bahar,
Tüm şâirlerin söylediği gibi,
Her kışı bahar hissiyatıyla geçiriyorsun,
Bahar bekliyor seni gelmek için.
Sen, ki huzuru ruhuma salıverensin.
Sen yokken huzuru bulmak mümkün değil, mutluluğu.
Kanatlar mühim değil sana uçmadıkça,
Eskilere dair göndermeler.
Yollar kısalmış anlamı yok, sana çıkmadıkça.
Bulutlar yeryüzüne yaklaşmış, uzaklaşmış, değerli değil;
Seni bulutların üzerinde görmeyince.
...ve baharın gelmesi, ancak seninle anlamlı,
Gözlerim o zaman yollara takılı.
Her kaldırımda seni arıyorum, her yüzde senin yüzünü.
Seninle yaşayınca güzel bu hayat, huzurlu.
Sen olunca, seninle, sonsuza dek.


Yeter alev alev yandırma beni.
Ala gözlerini sevdiğim dilber,
Ecelimden evvel öldürme beni.

25 Haziran 2013 Salı

Hikâye Döngüsü

"Bir hikâyeyi tekrar anlatamazsın. Her anlattığında başka bir hikâyeye dönüşür."
Kaybedenler Kulübü- Kaan Çaydamlı

Bende seni her anlatmaya kalkışımda yeniden buluyorum seni.
Yepyeni bir sen çıkıyorsun ortaya.
Her seferinde eskisi kadar güçlü.
Pardon, her seferinde eskiyi eskide bırakacak kadar güçlü.
Temelinden öyle büyük yapılar inşaa ediyorum ki herkes hayran.
Seni anlata anlata ciltler eskittim.
Yepyeni hikâyeler çıkardın ortaya.
Seni anlatarak tüketemedim.
Sen anlatıldıkça daha da türedin.
Her seferinde bir kez daha anlattım.
Seni her anlatışımda yine.
Hiç olmadığı kadar güzellikler içerisinde çıktın karşıma.
Saçlarında denizin kokusu vardı.
Gözlerinde uzanan denizim.
Gökyüzü gibisin benim için, öyle berrak, öyle sevgi dolu.
Öyle sevimli, öyle yakın, hep üzerimde, hiç kaybolmadan.
Hikâyelerimin ilk satırlarından son satırlarına kadar.
Bütün kahramanlar senden geliyor.
Bütün satırlarda seni gizledim bir yerlere.
Bir noktanın arkasına, bir virgülün önüne.
Her şeyi değiştirdim zamanla.
Kahramanlarda her zaman değişir.
Bütün hikâyelerde farklı bir kahraman çıkar ortaya.
Hepsinden başka bir yapıya sahiptir.
Hiçbiri birbirine benzemez.
İyiler hep iyi olarak kalmaz.
Kötüler birden bire kötü olmamıştır.
Bu da döngünün bir parçasıdır.
İyiden kötüye, kötüden iyiye doğru bir döngünün.
Aslında benden sana doğru olan bir döngü bu.
Sürekli dönüyoruz birbirimize doğru.
Hep yüz yüzeyiz, öyle kalmalıyız.
Hikâyeler hep birbirinden ayrılır.
Biz ise hiç ayrılamıyoruz, bağlanmışız, kopamıyoruz, kopmamalıyız da.
Ayrılacak bir nokta bulur herkes.
Bizim birleşimimiz bütün noktaların başlangıcında.
Ötesindeyiz artık varlığın, yokluk gibiyiz.
Kavramsız, anlatımsız bir durumdayız.
Çoğu zaman içeriğiyle ayrılır hikâyeler.
Kimi zaman ise karakterlerinin hisleriyle.
Hepsi farklıdır, farklı olmaya mecbur.
Senin hikâyeni sürekli değiştiriyorum.
Sürekli bir başka güzel yanını anlatıyorum.
O kadar çok güzelliği kendinde barındırıyorsun ki.
Her seferinde ötekinden çok daha farklı bir hikâye çıkıyor.
Sen bütün yazdıklarımın içindesin.
Hepsi senden türüyorlar.
Seni anlatmak için yazıyorum, anlatabilmek için.
Bu senin hikâyen, öyle içten, öyle derin.

22 Haziran 2013 Cumartesi

Hiç Uyandırma Beni

"Ne yaptığımı bilmiyorum. İnan bilmiyorum. Yanına uzanmak istiyorum, yanına uzanayım; geçsin artık." 
(Umay Umay)

Yanında uzunca uykuya dalmak istiyorum.
Hiç uyandırma beni.
Uyanmaktan korkar oldum.
Hep bir kâbusun içindeyim.
Ne kurtulmak mümkün ne de uyanmak.
Beni uyandıran birinide bulamıyorum.
Soğuk terler akıyor alnımdan.
Hepsinde bir parça karanlık var.
Siyaha boyanmış gibi rüyalarım.
Yanımda sen yoksun, biliyorum.
Sen olsan uyandırırdın usulca beni.
Sonra dizlerinde uyuturdun muhakkak.
Her uyanışımda aynı korkuyu duyuyorum.
Beni kimsenin uyandırmayacağı bir uyku istiyorum.
Yanıbaşında uyumak istiyorum.
Soluk almadan, kımıldamadan.
Sadece senin yanında olduğumu bilmek istiyorum.
Rüyalarımda da seni yaşamak istiyorum.
Her uyanışımda sana anlatmak istiyorum.
Yanına uzandığımda her şey bitecek gibi geliyor.
Senin gibi olmalıyım belki de.
Sen olsam biter mi bu acılar?
Diner miyim bende sana benzesem.
Artık hiçbir bildiğim yok.
Bilinmezler arasında bilinen birkaç cümle arıyorum.
Hep sana sarılıyorum.
Sende hep benimle kalmıyorsun.
Yanıbaşımdan gidiyorsun.
Bu kâbuslarda hep artıyor.
Yenileri ekleniyor onlara daima.
Sadece senin olduğun bir uyku çok mu zor?
Yanıbaşında uyumak sadece.
İsteklerim kadar sınırsız belki de.
Sadece yanında uyumak istiyorum.
Hiç uyanmamak için.
Hiç uyanmazsam hiç korkmam.
Hiç korkmazsam hep güzel rüyalar görürürüm.
Sadece seninleyken, yanıbaşında uyursam.
Başucumda olursan.

Elimi tutan sen olsan, beni kurtarsan.
Yeni doğmuş bir bebek gibi ağlarım.
Düşünüyorum aşka dair, ne yapsam?
Acaba beni öldürsen mi? Ne yapsam?
Yoksa ben sen mi olsam?


21 Haziran 2013 Cuma

Seni Anlatmak

“Bütün şarkılarda senden bahsediliyormuş, onu fark ettim...”
Murat Menteş

Bütün filmlerde seni anlatıyorlarmış.
Her filmin başrolünde sen oynamışsın.
Titanik'te sen varmışsın, Mathilda senmişsin.
V senin peşinden koşmuş, İngiliz Hasta senmişsin.
Sevdiğim bütün romanlarda seni görmüşüm.
Maria Puder senmişsin, Nuran senin karakterinmiş.
Bütün sevdiğim şarkıları bana sen söylemişsin.
Kulaklarım sadece senin sesini işitmeye alışmış.
Senin elinden yedim en sevdiğim yemekleri.
Suyumu avuç avuç sen içirdin bana.
Bir türlü doyamayışımın nedeni bu olmalı.
Senden yola çıkmış bütün fikirler.
Eflatun gibi, Sokrates gibi, Aristo gibi.
Hepsinin fikirlerine sen ev sahipliği yaptın.
Şimdi de benim fikirlerime ev sahipliği yapıyorsun.
Senden kaynaklanıyor her şey.
Bütün şiirler senin için anlamlı geliyor.
Bütün kelimeler ancak sana söylendiğinde bir anlama bürünüyor.
Yoksa sözcükler yetersiz.
Yollar boş, kaldırımlar yok, yürümek yorucu.
Yokuşları çıkamayışım sonunda senin olmayışından.
Ve yolculuklar can alıcı.
Sen olmayınca.
Hepsi bin beter bir yere sürüklüyor.
Filmlerde sen yoksan hiç onları izleyebilir miyim?
Sen söylemezsen şarkıları nasıl dinlerim?
Kitaplarda sen çıkmazsan karşıma onları neden okuyayım?
Sen olmadıktan sonra niçin fikirler üretip hayal kurayım?
Hepsinin kaynağı sensin.
Sen gidince hepsini kaybettim.
Bundandı bütün direnişler, baş kaldırılar.
Sana dair bildiğim ne varsa.
Bende ne varsa hepsi sana dair.


20 Haziran 2013 Perşembe

Her Yerde Seni Görüyorum

I see you everywhere, in the stars, in the river; to me you’re everything that exists; the reality of everything. Life, I tell you, would be impossible without you. 
"Her yerde seni görüyorum, yıldızlarda, nehirde; benim için var olan her şey sensin; her şeyin gerçekliğisin. Yaşam, sana söylüyorum, sensiz imkansız olurdu." 
— Virginia Woolf

Şimdi seni daha güçlü görüyorum.
Sende kendimi görüyorum her an.
Gözlerinde gözlerimi görüyorum.
Gözlerim kan çanağına dönmüş.
Kıpkırmızı olmuşlar sana bakıyorlar.
Sana bakan gözlerimin rengi hoşuma gitmedi.
Kendimde hoşa giden bir şey yok zaten.
Bir tek sen vardın bende güzel bulduğum.
O da sadece zihnimde bir köşeye çekildi.
Yürüyen yüzlerin tamamı sana benziyor.
Bana elini uzatan herkesin eli sana benziyor.
Yolda yürüdüğümde burnuma senin kokun geliyor.
Herkes ve her şey sana benziyor.
Bunların hepsi bir işaret olabilir mi?
Bunların hepsi yalnızlığıma giden yolda bana çelme takmak belki de.
Yalnızlık bana kavuşmadan önce benimle oynamaya karar verdi.
Her fırsatta senden bir parça çıkarıyor karşıma.
Güneş yatağıma doğuyor ve yakıyor.
Bu yakmasındaki amaç içimi yakışını hatırlatmak olmalı.
Gece olurken ilk önce odam karanlıklar içinde kalıyor.
Bu kararma sensiz karanlıkta kaldığımı hatırlatmak için.
Bulutlar yağmurda ilk önce herkesin içinde beni ıslatıyor.
Bu ıslanış sensiz akan pınarların anısı olmalı.
Bütün doğa olayları beni içine aldı.
Kopan fırtınalar, depremler, seller, felaketler.
Hepsi önce benim içimde gerçekleşiyor.
Önce fırtınalar koptu içimde, iç organlarım parça parça oldular.
Sonra gönül dağımı seller bastı, tuzlu sular tırmandı tepelerine.
Kalbimi lime lime ettiler.
Sonrasında depremler geçirdi vücudum.
Tamamen sarsıldım kemiklerimle, kıkırdaklarımla.
Acılar tırmandı tepeme kadar, beynime kadar ulaştılar.
Yayıldılar tüm vücuduma.
Bütün felaketler benden kaynaklandı.
Her yerde seni gördüm, hep sana doğru yürüdüm.
Senin kokunu izledim daima, sana ulaşmak için.
Senin olduğun yöne yöneldim hep, sana yakalaşabilmek için.
Şimdi kapıda kaldım, kapı suratıma kapandı.
Her yerde seni görürken seni hiçbir yerde bulamadım.
Kahroldum, beter oldum, beterim.

Antika

Başkalarına benzemeyenlere antika derler.
Sabahattin Ali

Bu yüzdendir antika denilmesi bazı insanlara.
Yılların değiştirdiği bütün değişimlere karşı çıkmak.
İnsan kendisini muhafaza ettiğinde antikalaşmaya başlıyor.
Antika olmak sanırım farklı bir olgu.
Toplumun reddettiği ve içerisinde olmak istemediği bir durum.
Buna karşın herkesin antikalara karşı bir düşkünlüğü var.
O halde hem buna karşı olup hemde bunu istemek bir çelişki değil midir?
Zaten sürekli olarak kendimizle çelişiyoruz.
En büyük sorun insanın kendisiyle çelişmesidir.
Kendisiyle çelişen insan varmak istediği yerin çok uzağındadır.
Arasında sürekli engeller vardır.
Bu engellere yenilerinin eklenmesiyle engeller bir zincir olur.
Zincirleme bir şekilde sürekli artarak gelişirler.
Antikalar ise bütün sorunları aşmış olmalıdır.
Çünkü artık o bir zaman sorunu değildir.
Bir biçim sorunu da değildirler.
Zamana bir başkaldırıdır.
Zamanın eskitemediği ve yeninin anlayamayacağı bir durumdur.
Antikanın bir vakti zamanı yoktur.
O bütün zamanları içerisinde barındırır ve köşe bucak korunur.
Oysa insanın antikası pek rağbet görmez.
Çünkü antika insanın düşüncelerinin de antika olduğu varsayılır.
Oysa antika insanın duygularıda değişmemiştir, yaşam olgusuda.
Duygularınıda koruyabilmiştir antika insan.
Zaten temelde yatan problem bu olmalıdır.
Varsayımlar bizi iyi bir yerlere götürmüyor.
Çünkü daima iyi bir istek üzerine varsayımlarda bulunuyoruz.
Oysa bu varsayımlar aksi durumları kapsamıyor.
Bu yüzdendir antikaların varlığını yok saymaktaki amaç.
Antika olmak istiyorum bende.
Antika fikirlere sahip olmak.
Antika olarak sevmek istiyorum ben.
Antika olarak sevgimle yaşamak, yaşadıkça yaşatmak, yaşayabilmek.
Bir antika gibi zamanın dışına çıkmak istiyorum.
Zamanın eskitemediği, yeninin yerini dolduramadığı bir anlam ifade etmek.
Antikalaşmak istiyorum.
Başkalarına benzememek, kendim gibi olabilmek.
Kendimce antikalaşmak istiyorum bende.

19 Haziran 2013 Çarşamba

Geleceğine Koş

Her şeyin bir hayal, aldatıcı bir rüya, tam bir vehim olduğu ortaya çıkınca ne yapılabilirdi?
Sabahattin Ali

O zaman sadece geriye dönülebilirdi.
Bazen geriye dönüş yolları da kapanıyor.
Arkanda sadece kapalı kapıları görüyorsun.
O zaman ileriye doğru gitmek gerekiyor.
İleriye, daima ileriye, uçuruma ulaşana kadar ileriye.
İnsan hep ileriye gitmek için doğmuştur.
Doğumdan ölüme dek, sadece ileriye.
Kendine ileriye doğru yön veren insan rüyalarından sıyrılır.
Rüyalarının, sayıklamalarının birer vehim olduğunu anladığında kaybolur.
Kaybolan insanın geçmişi yoktur.
Bir geçmişe sahip olmayanın ise bir geleceği olamaz.
İçerisinde bulunduğumuz an bir paradoks.
Bu paradoksun duvarlarını yıkmak gerekiyor.
İçinde bulunduğu anı yaşayanlar zamanı elde ederler.
Ancak korkaklar içerisinde bulunduğu an'dan bir beklenti elde etmezler.
Onlar hep geleceği düşlerler.
Bu onların hem bugünlerini hem de yarınları kaybettirir.
İnsan zamanla elinde hiçbir gücün olmadığını farkeder.
Beklemek aptal insanların hülyalarında bir anı olarak var olur.
Sürekli geleceğe tutunmak insanı hapseder.
Bu hapis sonu olmayan bir yolda amansızca koşmaya benzer.
Peşinden tazıların, çakalların koştuğunu sanmaktır bu.
Oysa arkanda kimse yoktur, kimse seni kovalamaz.
Kimse sana tenezzül etmez.
İnsan sadece bulunduğu ana sahiptir.
Geleceği meçhul insanın geleceğe çokça yüklenmesi bir kayıptır.
Bu yüzdendir bütün bir insanlık geleceği yaşayamadan ayrılır.
Bu yüzdendir bütün insanların öldüklerinde önemli işler yapamamış olması.
Bugünü olmayanın yarını olamaz.
Bugüne gelen yol ise dünden geçer.
Dün bugüne hizmet etmek için geçen bir gündü.
Bugün ise geleceğe hizmet ve temin için bir fırsattır.
Bugün gelecek için mücadele vermiyorsan gelecek mamafik boş bir uğraştır.
Ve sadece kavram üzerinde olan bir kelime.
Gelecek, bekleyenler için hiç gelmeyecektir.
İnsanoğlu geleceğine kendisi koşmalıdır.
Ancak o zaman sahip olur istediğine.
Dün, bugün, yarın.
Hepsi zamanın içerisinden birer parça, birbirinden kopamayan.
İnsan zamana hapsolmamalı, geleceği beklememeli.
Ve beklemek insanı yorar, bekleyenler aptaldır.
Bekleyenler birer vehim içerisindedir.
Boş ve gereksiz birer hülyanın içindedir.
Aptallar dünyadan sürgüne yollanmalı.
Bekleme, koş, özgürlüğüne!

18 Haziran 2013 Salı

İnsanoğlunun Yabancılaşması

Hayatta en güvendiğim insana duyduğum bu kırgınlık adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi. Sabahattin Ali

Bütün insanlığı yok etti.
Geride insanlık adına hiçbir iz bırakmadan.
Keops Piramidi çöktü bir anda, İskenderiye Feneri'nin ışığı söndü.
Denizler karaları yok etmeye başladılar.
Eriyen buzullar kıtaları sular altında bıraktı.
İnsanoğlunun bütün eserleri suların altında.
İnsanoğluyla beraber.
Dünya bir anda Atlantis'e dönüştü.
Kayıp şehirle beraber sular altındayız.
Hepimiz kaybolduk, yolu bilen yok.
Hepimiz kayıp şehrin kayıp mensuplarıyız.
Aztek Piramitleri suyun altında ihtişamını kaybetti.
Firavunun lahiti artık yüzmekte.
Mumyalar dolanıyor suyun üzerinde.
Floransa yıkılmaya başladı gözlerimin önünde.
Big Ben Kulesi insanlığın üzerine çöktü.
Can çekişmeye başladı bütün insanlık.
Geriye bir parça bile insanlık bırakmadı.
Bütün insan nesilleri adeta gözümün önünde yok oldu.
Ne Mısır kaldı gözümde, ne Floransa.
Ne Londra artık büyülü olan ne de İsviçre Alpleri beni çeken.
Hepsi yıkıldı, sular altında şimdi.
Yabancıyım hepsine, yabancılaşmaktayım dünyaya, insanoğluna.
İnsanoğlunun yabancılaşması bu.
Bütün insanlıktı gözümün önündeki.
Somut olan insandan soyut olan insanlığa kadar.
İnsanüstünü meydana getiriyordu.
Yok edişi bir fikrin de sonunu getirdi.
Bütün fikirleri idam etti.
Astı ait olan ne varsa bana ait.
Artık yolda gülen insanlar göremiyorum.
Birbiriyle konuşan insanlar çok yabancı gibi geliyor.
Ne konuşuyor olabilirler diye düşünüyorum, bulamıyorum.
Bütün insanlar yabancı zaten.
Hepsi ölmekteler birer birer.
Bütün bireyler tadıyor işte bu ölümü, günden güne, an ve an.
İnsanoğlu yabancı geliyor artık.
Tanıdık kimse yok yaşayan.
Yaşayan kimse yok ki tanıdık birileri olsun.
Ama orada birileri var.
Onun olduğu topraklar üzerinde, birileri hep olmalı.
Ben bütün insanlığa yabancıyken.
İnsanoğlu bana yabancıyken.
İşte insan böyle yabancılaşıyor.
Günden güne, adım adım, saniye saniye.

17 Haziran 2013 Pazartesi

Can Çekişen Kelimeler

"Şimdi kimse için hiçbir şey düşündüğüm yok; sözcük aramak gibi kaygım bile kalmadı." (Jean Paul Sartre)


Ne de yazı yazmakta mucizeli bir anlam.
Bütün kelimeler can çekişiyor.
Hepsi intihar ediyorlar bir bir.
Bir kitabın son sayfasından bırakıyorlar kendilerini aşağıya.
Beyaz sayfayla buluşmak istemiyorlar.
Boşluğa bırakıyorlar özgür olmak için kendilerini.
Şimdi bütün harfler kayboluşun eşiğinde.
Kimsenin onlara dokunmasını istemiyorlar.
Okunmak istemiyor artık kelimeler.
Unutulmak istiyor, yok olmak istiyorlar.
Sümerler'e lanet okuyor şimdi bütün harfler.
Bulundukları günü hatırlıyorlar.
O günden beri geldikleri bu noktada mahvoluyorlar.
Can çekişiyor bütün kelimeler.
Mürekkepler onlara acı katıyor.
Devam ediyor canlarını acıtmaya.
Bütün kelimeler acı veriyor.
Mürekkebin bıraktığı her iz sonsuza dek sürecek bir acıya işaret ediyor.
Ölümsüz kılınıyor bütün acılar.
Mürekkep beyaz kâğıt tomarlarını dövüyor.
Onlara saldırıyor en acımasız şekilde.
Harfler saldırıya uğruyor masum oldukları hâlde.
Kelimeler hiçbir yanlışa bulaşmadan doğruluklarını kaybediyorlar.
Günah işlemeden günahkâr ilan edilen bir keçi gibi.
Bütün sözler beyinlerde çınlıyor.
Can çekişirken kelimeler, dillerden yeni sözcükler dökülüyor.
Her sözcük yaraya basılan bir avuç tuz.
Her kelime köleye vurulan fazladan bir kırbaç.
Bıraktıkları izlerin hepsi kalıcı.
Sözler beyinde çınlamaya devam ederken.
Kelimelerde kitaplarda savaşmaya devam etmekte.
Şimdi bütün kelimeler ölmek istiyor.
Geride hiçbir iz bırakmadan.
Kaybolmak istiyorlar artık.
Yazıyı bulan Sümerler'den sonra yazıyı yok edecek birini bekliyorlar.

16 Haziran 2013 Pazar

Dipsiz Kuyu

Dipsiz bir kuyudayım belki.
Hiç bir yanda gördüğüm birisi yok.
Kimsesizliğin dibindeyim belki de.
Kuyunun birindeyim, ıssız ormanlarda.
Su içmek için elini uzatan dahi yok.
Bu kuyularda geceleri çok serin oluyor.
Yukarılardan rüzgarın sesini işitiyorum.
Çok heyecanlı olarak bir yerlere yetişmeye çalışmakta.
Belki mutlu insanlar görmüştür.
Rüzgarda mutluluğun yanına koşuyordur.
Öyle ya, benim olduğum yerde olmamalı.
Yukarılardan bir taş yuvarlandığında bu kuyuya.
Akisleri büyüdüğünde gözümde.
Giderek büyüdükçe suda oluşan çemberleri.
O vakit o taş beni allak bullak ediyor.
Duyduğum tek sesin o olduğunu anlıyorum.
Başka hiçbir ses duyamadan yaşamak bu.
Bilinmez bir odadayım.
Kapatıldığım günden beri buradayım.
Ne bir haber var ne bir yardım.
Ne de elini uzatan var bu kuyuya.
Tutup ellerimden çeken yok yeryüzüne.
Bu kuyudayım ben hep.
Kuytu bir köşede, yapayalnız, çaresiz.
Her yanım yalnızlık, yalnız bırakılmışlık.
Dipsiz kuyunun dibindeyim.
Dibe ulaşmakta mümkünmüş.
Bu kuyununda dibi varmış.
Dibi olmayan, sonu olmayan tek şey acı çekmek.
İnsan o noktaya varınca öğreniyor.
Öğreniyor zamanla varlıktaki bütün gizemleri.
İnsanoğlu neticede, öğreten bulunuyor.
Herkesten öğreniyor.

15 Haziran 2013 Cumartesi

Can Kırıkları

İçimizde şeytan var. Can kırıkları var. Nefret var. Yalanlar var. Bir yanımız bizi çoktan terk etmiş kaçıyor. Melankoli ve hüsran var.
Sabahattin Ali

Can kırıkları var her yerde.
Hepsi benden arta kalan.
Bütün insanlığa yetecek kadar kırılmışlıklarım var.
Haddi hesabı olmayan sızılarım, ağrılarım, baş dönmelerim.
Başımı döndüren bir şey var.
Sesi uzaktan, zihnimin bir yanından gelen daima.
Korkuyla yürümek var artık yollarda.
Başı boş bir insan gibi adımlamak var kaldırımları.
Yüzünü gökyüzüne kaldırmaya korkmak var artık.
Boğuk bir gökyüzünü kabul edemiyorum belki de.
Sadece maviyken güzeldi gök.
O zaman büyüleyiciydi, daha güzeldi, canlıydı.
Can kırıkları gibi battılar ruhuma.
Ruhum dolanmaktan vazgeçti artık.
Hapsoldu bedenine.
Çekildi artık en ücra bir köşeye.
Ve zikretti bütün acıları tek tek.
Her bir acıyı zikredişinde bir can kırığı daha battı ayağına.
Yürüdüğü yollarda meğer can kırıkları toplamış.
Şimdi biriktirdiği bütün can kırıkları ortada.
Bu karanlık hücresinde onunlalar.
Bu karanlık hücre şüphesiz hapsolduğu beden olmalı.
Artık mecali yok yürümeye ve aslında sevdiği koşmaya.
Rüzgarı hissedercesine, rüzgarla yarışırcasına koşmaya.
Yırtınırcasına, O'nun için koşmaya.
Artık özlem var içinde, giderek büyüyen.
Gelmeyecek bir geleceği beklemek değersiz belki de.
Değerli olanlar yıkıldılar.
Cam kırıkları kadar acı verdiler, hiç bırakmadılar, sürekli battılar.

14 Haziran 2013 Cuma

Yeni Dünya

"Yeni bir dünya var, anlıyor musun? Her şeyi geride bırakmak gerekiyor. Bir sabah kalkacaksın, arkana bakmadan." Oğuz Atay

Yeni bir dünya var uzaklarda,
Hiç bilmediğimiz şekillerde ve hiç bilmediğimiz şeylerden oluşan;
Ufukta özlemini duyduğumuz bir dünya,
Kimsenin olmadığı;
Yaşamak için arzunun kutbu,
Kimse yokken yaşanmak için güzel bir yer.
İstediğin gibi davranabileceğim, mecburiyetlerin olmadığı bir yer,
Aramaktayım, aramayı öğreneli beri,
Hiç kimse yok, hiç kimsen olmadan.
Oraya varmak sorunsalların başlangıcı,
Yola çıkmak.
Bırakmak burada seni tutsak eden ne varsa,
Benliğimi.
Bütün zincirleri kırdığında dünyaya merhaba der insan,
Bütün mecburiyetleri yok saydığında.
İnsan ancak istediğinde elde eder her şeyi,
Gemisinde rotayı belirledikten sonradır hızlanışı.
Yol alması yön vermesine bağlıdır insanın,
Ancak gideceği yönü belli olan gemiler varır hedefine.
Yolunu bilmezsen kimse yardımcı olamaz sana,
Ey insanoğlu, âdemoğlu.
Kâhinlerin söyledikleri fenomenlerde yaşamaya devam eder,
Ulaşmak için yeni dünyaya.
Sadece arzularına tutunmalı insan,
Yok saymalı onu bundan men eden her şeyi,
Hiçbir şeye bakmamalı ulaşmak için oraya.
En değerli yer yeni dünyadır,
Açlığını çeken için aşkın.
Yepyeni bir masalın, hiç bilinmeyen bir masalın ülkesi orası,
Daha hiçbir çocuk bilmez orayı,
Hiçbir masal onu paylaşmaz,
Hiçbir kitap ondan bahsetmez,
Hiçbir anne anlatmamıştır başucundaki çocuğuna bu ülkeyi,
Daha yenidir orası, yepyeni,
Tüm düşler gibi,
Bütün özgürlükleri barındıracak kadar.
Sadece inanmalısın yoluna,
ki inanmakla başlar her şey.
Dönmelisin arkanı,
Dünyaya.
Koş yeni dünyaya, özgürlüğe,
Nefes nefese kalarak, tıkanarak, kızararak,
Hiç duraksamadan,
Bir sabah, arkana bakmadan.

"Bir gün kalkacaksın ve hep hayal ettiğin şeyleri yapmaya vaktin olmayacak. Şimdi tam zamanı. Harekete geç!" - (Paulo Coelho)

13 Haziran 2013 Perşembe

Adem'den Havva'sına III

Havva'ya;
Bugün güneş nasıl doğdu bilmiyorum.
Nereden doğdu ve neden doğdu onu da anlamıyorum.
Kendisi gibi her yerin aydınlık olmasını istiyor olmalı, oysa ben karanlıktayım.
Hep geceye sığınmaya çalışıyorum.
Bir yerlerde, köşelerde, yamaçlarda saklanacak yer arıyorum.
Senden sonra hep siyah bir karanlıktayım Havva, karanlığın başka rengi yok.
Beyaz hiç olmadı, bir parça gri bile yok hayatımda.
Bütün desenler siyah, bütün meyveler siyah, bütün gün siyah.
Yürüdüğüm yollar siyah, ellerim siyah, nefesim siyah, gelecek siyah.
Başka renk bilmez misin sen, dersen bilmediğimi söylerdim.
Bütün renkleri unuttum artık, ne renklerden haberim var ne de yaşamaktan.
Bilmiyorum ki artık ne yapmalı, neye sığınmalı, neye tutunmalı?
Azapların en acımasızından bu, sevgiden en yoksun olanından.
Konuşacak kimse yok, görülmeye değer bir şeyde yok.
Ne de görmek istediğim, duymak istediğim, koklamak istediğim.
Buralarda karıncalar var. Birbirleri peşleri sıra dolanıp duruyorlar.
Hepsi kalabalıklar, bir barınakları var, girip çıkıyorlar.
Mutlu olmalılar, mutluya benziyorlar, çünkü hiçbiri yalnız değil.
Yalnız değillerse ve birbirlerinden kaçmıyorlarsa demek ki birbirlerini istiyorlar.
Ne mutlu onlara ki, birbirlerini yalnız bırakmıyorlar, hep beraberler.
Mutluluğun ne olduğunu artık karıncalarda görüyorum.
Yarın belki başka bir yerde başka bir şeyde göreceğim.
Bugün karıncalar bile mutlu, güneş mutlu, mutluluğu tadamayan bir tek ben varım.
Artık mutluluğu sadece izleyeceğim, onu yaşamak çok uzakta.
Dünyanın öbür ucunda, hiç ulaşamayacağım yerlerinde.
Ve etrafımı çeviren sonunu göremediğim sular.
Ve içerisinde mahkum bulunduğum bu ada, acaba ne kadar yaşlıdır?
Bu topraklarda benim kadar yorgun mudur, bitkin midir ağaçlar?
Yorulmuş mudur artık ağırlaşmış dalları yere değerken ve onu zorlarken.
Dallarına hiçbir bülbülün konmadığı güller mahzun şimdi.
Bir elin uzanmadığı laleler şimdi yas içerisinde.
Hiçbir arının konmadığı çiçekler artık solup gitmek istiyor.
Kaybolmak istiyor, yalnızlığa mahkum bu beden.
Yoksa Havva, yoktur dünya, yoktur yaşamak, yoktur gayrı.
Bütün kargalar dolanmıştır etrafımda, sarmıştır akbabalar etrafımı.
Bir korkuluk gibi kalakalmışımdır ortalarında, kımıldayamadan.
Kımıldamak istemeden, çağırmaktayım onları, gelsinler artık.
Bitirsinler bugünü, bitirsinler yarını, bitirsinler geleceği.

Hiçbir yere kımıldayamadığım bu adada mahkumken, bir korkuluk gibi yalnız, dünyadaki üçüncü günden.
III

12 Haziran 2013 Çarşamba

Adem'den Havva'sına II

Havva'ya;
Bak bir gün daha eklendi koca esaretime.
Bir gün daha geçti burada senden mahrum. Oysa seninle geçebilecek bir gündü.
Şimdi böyle sonsuza kadar senden uzakta kalacağım.
Buz gibi her yer ve ben donuyorum. Oysa içim, dışımdan daha soğuk.
Uzak olacağız, dünyanın güneşe olan uzaklığından daha uzak.
Işık hızıyla hareket edemeyeceğim artık Havva, bende yavaşlayacağım.
Giderek hantallaşacağım, artık hiçbir şeyi istemeyeceğim.
Bu dünya denen yer çok ıssız ve bu beni korkutuyor.
Zihnimde var olan şeyler ise beni kalabalıklar içerisinde bırakıyor.
Sensizken beynim giderek boşalıyor.
İsimsiz topraklara ayak basıyorum, benden önce kimsenin ayak basmadığı yerler.
Henüz daha kimse yok buralarda benden başka.
Buraları ben görüyorum, oysa seninle beraber görmek isterdim buraları.
Şimdi güneş ışıklarıyla sana gülümsüyordur, bana kan kustururken.
Sana rüzgarlar şarkı söylerken beni inlettiriyorlar.
Kim bilir -ben bilmem- belki bir yerlerde bir salıncakta sallanıyorsundur.
O ipek saçların rüzgarla savrulurken gökyüzüne, ben göremezken, görmeyi dilerken.
Ve hiçbir zaman göremeyecekken, rüzgarlar yalnız bırakmasınlar seni.
Yağmur hiç yanından ayrılmaz, güneş senin muhafızın olsun.
Seni korusun yeryüzünde güzellik içerisinde ne varsa.
Sadece sana koşsun içerisinde iyi bir şeyler olan her şey, benden uzak olup sana koşsunlar.
Senin etrafını bu dünyada var olan en güzel çiçekler sararken şüphesiz, benim etrafıma dikenler dolanmakta ve bu canımı yakıyor.
Hiç bilmediğim şeyleri öğreniyorum dünyada.
Acı çekmek denen bir şeyle karşılaştım, senin olmayışına 'acı' adını verdim.
Burada artık bilmediğim şeylerle karşılaşıyorum.
Pekçok şeyi keşfettim ama bu keşfettiklerimin tamamı acı.
Benden sonra eğer bir insanlık gelecekse onlara acıyı miras bırakacağım.
Çektiğim acılar miras kalacak onlara.
Adem şimdi çok güçsüz, ne yapacağını bilemez.
Oysa kim bilir -ben bilmem- Havva ne kadar güzeldir, her zaman olduğu gibi.
Onun olduğu topraklar ne kadar güzeldir şimdi, ne kadar sevgi doludur.
Benim olduğum yerler bilinmemezlik içerisinde en çokta acı.
Yoruluyorum Havva, cennette bilmezdim yorgunluğu.
Artık hep yorgunum, yorgunlukla beraber ızdırap içerisindeyim.
Çok dayanamayacağım Havva, dayanıklı değilim.
Yorgunum, permeperişen., hep böyle kalacağım.

Issız bir yerlerde terk edilmişken, karanlıkta bir başıma, yalnızlığımla baş başa, dünyadaki ikinci günden.
II

Her Yan Boşluk

Yalnız içimde müthiş boşluk hissi vardı. Hayatımın en dolu, en manalı zannettiğim bir devresi birdenbire boşalmış, bütün manasını kaybetmişti.
Sabahattin Ali


Geriye ne olduğunu bilmediğim bir çok şey kaldı.
Ve nerede olduğumu bilmeden yaşama mecburiyeti.
Ne düşüneceğimi bilmeden düşünmeye çalışma.
Nasıl yaşanacağını bilmeden yaşamak zorunluluğu.
İnsanı en çok bunlar yoruyor belki de.
Müthiş bir boşlukta esir oluyor insan.
Nereye yürüyeceğini bilmiyor.
Bilse de zaten fark etmiyor.
Her yan boşluk.
Her yer boşluk.
İnsanlardan çok uzakta olunca dilediği gibi düşünme özgürlüğünü elde ediyor insan.
Oysa bu nasıl kullanacağımızı bilmediğimiz bir özgürlük.
Ve bu körelmekte olan bir özgürlük.
Sıkça tekrarlanan şeyler gibi.
Aynı filmi defalarca izlemek gibi de diyebiliriz aslında.
Sürekli başa dönmek aslında bu.
Bu filmi en başa kim sürüklüyor bilinmez.
Birden bütün duvarlar yıkılıveriyor.
Bütün bir şehir gözlerimin önünde çökmekte.
Yok olmakta gördüğüm her şey.
Gözlerine ter boğumları kaçarak çalışan işçilerin.
Yıllarca emekleyerek inşaa ettikleri bu yapı, işte yıkıldı.
Şimdi geriye hiçbir şey kalmadı.
Bir yığın şey kül oldu.
Ağzına kadar dolu bir şöminede.
Bir kibritten çıkan ufacık bir kıvılcımla.
Kocaman bir kütle yok oldu, kayboldu.
Şimdi geriye masallarda anlatılanlar kaldı.
Oysa ben bütün masalların gerçek olmasını istemiştim.
Onları da elimden aldılar, şimdi ellerim bomboş.
Ey insanoğlu! Çocuklarınıza masal anlatmayın.
Bazı ahmaklar (benim gibi) onları gerçek sanıyorlar.
Ve onlara kapılıyorlar.

Sadece boşluk var.
Zihnim boş, gönül toprağım küçük.
Dar, batık, karanlık, menfi,siyah, boğuk, yoksul, yalnız, körelmiş, çökmüş, bitmiş, bitirilmiş, azapta sonsuzcasına -cesine.

11 Haziran 2013 Salı

Gökkuşağı Öldü

Bazen bitmek bilmeyen dertler yağmur olur üstüne yağar. Ama unutma ki, rengârenk gökkuşağı yağmurdan sonra çıkar. - Hz. Mevlana


İngiltere'de yağmur hiç diner mi?
Ve gökyüzü kara bulutlarla kaplıyken hep.
Güneş yüzünü hiç göstermez.
Gökkuşağını beklemiyorsam.
O zaman gökkuşağını görmenin de bir anlamı kalmaz.
Gökkuşağı da herhangi bir şey olur.
Gökkuşağı ölür.
Can çekişerek ölür hemde, ıstırapla.
Ve anlamını kaybettikçe her şeyini kaybeder.
Anlam her şey demektir.
Onu kaybeden çırılçıplak kalır.
Tepemde büyük bir yağmur var.
Ben şemsiyeleri sevmem.
Korkmam ıslanmakta bu yağmurdan.
Üzerime dolu dolu dertler yağsada.
Yine kabulümdür, ıslanırım bu yağmurda.
Yeter ki yağmur hep böyle yağsın.
Ama bir vakit gelir.
Yağmur en güzel hâline bürünür.
O gün yağmuru hiç hissetmezsem.
Ve yağmasının bir anlamı kalmazsa.
Bir gün bir şemsiyenin altına girersem.
Saklanırsam o şemsiyenin altında.
Başımı çıkarmazsam hiç oradan.
Ve görmezsem tepede gezen ak bulutları.
O zaman anlamsızlaştığını anlarım.
Bende muhayyilemde bir yağmur kurarım.
Siyah bulutlar olduğunu düşünürüm tepemde.
Yağmurun anlamının olmadığını.
Hiç güneş açmayacağını fısıldarım.
Sonra gökkuşağının artık öldüğünü.
Güzel hiçbir şeyin kalmadığını anlarım.
Anlayınca, saklanırım.
Saklanırsam eğer, beni kimse bulamaz.
Hiçbir yerde.

10 Haziran 2013 Pazartesi

Yaralarla Dolu Bir Hasta

“Yaratıcı madalyalarınıza, derecelerinize veya diplomalarınıza değil, yaralarınıza bakacak." (Elbert Hubbard)


O zaman benden memnun olur.
Her yanım kanarken.
Ve vücudumda sağlam bir yer bulunmazken.
Vücudum her darbeyle dünyanın bir köşesine savrulurken.
Ve hiç kapanmayacak yaralar oluşurken.
Doktor yaraları deşiyor.
Ve kan kendini her yerde gösteriyor.
Kıpkırmızı bir desenle vücudumu kaplıyor.
Adeta bir şelalenin dinginliğini göstermekte.
Suları önce yavaş akmakta.
Giderek daha fazla hızlanmak ve sertçe savurmakta.
Önüne gelen her şeyi kendine toplamakta.
Kaplamakta bütün yaşamı.
Her saniyeye işlemekte kusursuzca.
Sarmalamakta her yeri yara bantlarıyla.
Yaralarla baş başa kalmakta.
İltihap kapıyor vücudumda her nokta.
Tek bir boşluk yok.
Yara olmadan yaşanmıyor.
Yara aldıkça düzen değişiyor.
Değişen şeyler daha farklı yaralıyor.
İnsan kör gibi etrafında dolanıyor.
Topallayarak yürüyor bir zaman.
Nefes almakta zorlanabiliyor bazen.
Yorgunluktan ne yaptığını bilmiyor.
Bazen düşünceler yaralıyor.
Akla hep hücum ediyor.
Bazen bütün yaraları saran birine ihtiyaç duyar insan.
Ona ulaşmak ister.
Bütün yaralarını iyileştirmesini ister.
Doktor zaman tanır, oysa zaman seni tanımaz.
Her şeyi zamana bırakmak güçsüz kalmaktır.
Neşteri zamanın eline vermektir.
Ne zaman kullanılacağı belli olmayan bir neşterle.
Ne zaman iyileşeceği belli olmayan bir hasta.
Her şeyi zamana teslim etmiş ve köşesine çekilmiş.
Deva bulunur mu bu şartlarda bilinmez.
Arayan bulur, bekleyen değil.
İsteyen yapar, köşesine çekilerek değil.
Hasta iyileşir, doktor elini uzatırsa.
Yaralar kapanır, kapatan bulunursa.

9 Haziran 2013 Pazar

Buz Gibi Soğuk İnsanlık

İnsanlardan buz gibi soğudum, İşte yalnız sen varsın.
― Cahit Külebi

Sen varken yanımda.
Ben ısınıyorum sürekli.
İnsanlar buz gibi gözlerle bakarken.
Alev alev yanıyorum ben.
Gözlerinden akan yaşlar daha dudaklarına varamadan buz tutarken.
Sımsıcak yanaklarında eriyorum ben.
Buz tutarken senin olmadığın bir kıta.
Senin olmadığın iklimlerde soğuk rüzgarlar eserken.
Alçalırken senin olmadığın vadilerde refah seviyesi.
Seninle sıcacık artık içim, dışım.
Sen yanımdayken ben soğuk nedir bilmiyorum.
Bilmiyorum ki zaten başka bir şey.
Bildiğim sen, yalnız sen varsın.
Senin olmadığın iklimlerde soğuk hakim.
Her yer Antarktika, her yer buzul.
Titanik'ler batmış her metrekarede.
Her kulaçta yeni insanlar batıyorlar.
Buz gibi soğuk sulara kapılmış sürükleniyorlar.
Ve şimdi dünya buz kesildi.
Hiçbir sıcaklık yok.
Ne yana gitsem buz tutuyorum.
Dünyayı buzullar kaplamış.
Ben hep güneşi arıyorum.
İçimi ısıtacak olanı arıyorum.
Ben hep seni arıyorum.
Her yerde senin peşindeyim.
Dünya buz tuttuğundan beri.
Dünya yanana kadar seni arayacağım.
Sen gelince ısınıyorum.
Sen gelene kadar donacağım.
Dondukça titremelerim artacak.
Hep üşüyeceğim ben sen olmayınca.
Bu iklim dönene kadar artık yaza.
Artık bu buzullar eriyip yerini sıcaklığa bırakana kadar.
Bu karanlık artık aydınlanana kadar.
Ve sönmüş olan ateş tekrar yanınca.
Ve sen gelince her şeyden ötede.
İşte iklim bir anda değişecek.
Gün gelecek, güneş gelecek.
Sen gelince.

8 Haziran 2013 Cumartesi

Binbir Renkte Sevgi Ağacı

Benim yolum sevgiden geçer, sevgi senden.
Senden olanlar güzel olur, sevgiyle güneşlenir.
Sevgi sürekli artarak kendini yeniler.
Kendini yeniledikçe dibe batar, güçlenir.
Büyür, büyüdükçe büyütür insanoğlunu kucağında.
Yani henüz kök salmış bir fidan gibi.
Artık tohumundan ayrıldı.
Onun dallarında yaşamaya başlarsın.
O dallarda sallanır, huzuru bulur, rüzgarı hissedersin.
O zaman dünyanın en yaşlı ağaçları kadar köklü olsun.
Köklerinin her bir ucu dünyanın öbür ucundan çıkıversin.
Birde böyle bütün meyveleri versin.
Her dalı farklı bir renge boyansın.
Her yaprağı farklı bir desende olsun.
Ve her daldan dünyada başka bir ağaç meydana gelsin.
Bütün ağaçların kökeni olsun, atası olsun.
Bütün ağaçların kökü sevgiden türesin.
Bütün tohumlar sevgiden gelsin meydana.
Hepsi sevgide buluşsun.
Sevgi ağacından kök salsınlar.
Bir dalında nar bir dalında elma olsun.
Her meyvenin atası olsun.
Bütün güzellikler sevgiden türesinler.
Sevgiden türeyenler güzel olurlar.
Kokusu uzaktan sarar insanı.
Besler, güç verir, ayakta tutar.
Sevgi yaşatır insanı mutlulukla.
Her dalından dünyanın başka bir meyvesi.
Renk renk olsun.
Binbir renge boyansın sonunda.
Gökkuşağı kadar renkli olsun.
Ve ortaya çıkmak için yağmuru beklemesin.
Her daim merkezde bulunsun ve hiç kaybolmasın.
Sevginin kökleri kalbini sarsın.
Kalbini sardıkça sevgiye dolan.
Dolandıkça, güzelleşeceksin.

Benim ellerim dermansız.
Onları sen tutup yazdırıyorsun bana, yine.


7 Haziran 2013 Cuma

Sana Tutunmak

Boşluktaydım karanlık ve derin.
Sen yoktun daha.
Kalbim tanımıyordu kalbini.
Kimsesiz ıssız ve tekbaşınaydı gözlerim.
Tanıdıklardan uzak ve sevgisiz.
Kimsesizlikten boşlukta daha çok düşüyor insan.
Sonra en umulmadık anların.
En umulmadık yalnızlıkların ortasında.
Dünyada gülümseyen bir çift göz.
Gözlerden kalbime inen sıcaklık.
Tanımıyordum oysaki.
Daha önce hiç görmemiştim yüzünü.
Adını bilmiyordum öğrenmiştim sonra.
Telaffuzu en güzel isimdi.
Haşim'in dediği gibi sesten çok musikiye yakın.
Sen anlattın ben anlattım.
Anlattık günlerce anlaştık hep.
Gezdik dolaştık.
Sonra karıştı zamanlar.
Karıştı yalnızlıklar.
İç içe geçti her an her saniye.
Bağlılıktan sonra bağımlılık oldu.
Belki de bir hastalık en devasızından.
Aramazken sormazken saat geriye dönmeye başladı.
Kimsesizlikten en çok kimseye.
En değerliye sohbetlerin derinine indik.
Ben anlattım sen anladın.
Sen anladın ben yine anlattım.
Söylemeden duramadık.
Hep uzun cümleler kurduk belki.
Her adımımı takip etti adımların.
Sen okudun ben okudum.
Zaman da bağladı bizi.
Sarmaşıklar sardı etrafımızı.
Çelik halatlar zincirler ördü kopmamacasına.
Artık istesem de yalnızlık uzakta uzak en uzak.
Boğazıma kadar varlıkla doluyum.
Ben senleyken.
Sen benleyken.
Biz bizleyken herkes değersiz şimdi.

6 Haziran 2013 Perşembe

Dünyayı Yakmak Arzusu

Neron sadece Roma'yı yakabildi.
Oysa ne kadar basitmiş.
Ben bütün dünyayı yakmak istiyorum.


Bütün dünyaya hakim olmak istiyor insan.
Bütün dünyayı tek bir kişide topladığında.
Bütün dünya o şahsa munhasır olduğunda.
İşte o zaman insan hükmetmek istiyor.
Ucu görünmeyen ülkelerde.
Sonunu bilmediği diyarlarda dolaşmak istiyor.
Hakim olmak için yaratıldık.
Dünyada tek bir ülke kurulmalı.
Tek bir kişiden doğan bir ülke olmalı.
Medeniyeti doğurmalı o.
Medeniyet doğmalı ondan, en güzel biçimde.
Yakmak her şeye başlamak içindir.
Yaktığında aydınaltırsın yolunu.
Yakmalısın yola çıkmak için kalbini.
Kalbinden çıkan ışık aydınlatmalı yolunu.
Diğer bütün ışıklar sönecektir.
Seni terk edecektir, karanlığa bırakacaktır.
Bir kere yanmaya başladın mı kalbinden.
O zaman sönmeyecek bir ışıkla baş başa olacaksın.
Ve o zaman bütün dünyayı yakmak isteyeceksin.
Her yer senin yandığın gibi yanmalı.
Bütün dünyaya bunu haykıracaksın.
Bütün dünyayı bir kişide toplayacaksın.
Her şey onun çevresinde olacak.
Sen ışığınla onu aydınlatacaksın.
Dünyayı yakmalısın.
Neron gibi değil ve Roma kadar küçük bir yeri değil.
Koca dünyayı yakacaksın.
Yaktıkça koca dünyanın küçüldüğünü göreceksin.
Dünya yandıkça sönecek ateşi, küçülecek, ufalacak.
O zaman bir kandildeki muma benzeyecek.
Eriyecek, eriyecek, bitecek.
Yakacaksın dünyayı, kendinden başlayarak.
Ve sonrasında en baştan inşaa etmek için.
Bir kez daha ve bir kez daha.
Herkesten daha güçlü olarak.
Yakacaksın, dünyayı.

5 Haziran 2013 Çarşamba

İnsanlığa Bürünmüş Yalnızlık

''Ben yalnızlığın insan haliyim.''

Friedrich Nietzsche


Yalnızlıkta bazen ete ve kemiğe bürünür.
Sırtına bir pelerin geçirir.
Düşer yollarda onun gibileri aramaya.
Siyah bir gecede başlar bu arayış.
Gündüze asla yer yoktur.
Gündüzler hep kalabalıktır.
Kalabalıkların olduğu yer ise ona uzaktır.
Hep tenhaları sever aslında.
Severiz yalnızlıkları çokça belkide.
Ve asla bulamaz, ona benzeyen şeyleri.
Yalnızlık, her şeyin dışında.
Her şeyden apayrı olabilme durumu aslında.
İnsana bürünmüş geziyor işte sokaklarda.
Kimse uzakta sanmasın onu.
O ki, öyle bir ruhaniyettir ki, aslında yalnızlık kendimizizdir.
Yalnızlık ön adıyla doğmuşuzdur aslında.
Farkında olmadan gittiğimiz her yere onu da götürürüz.
Ve ben insanlığa bürünmüş bir yalnızlığım.
Kökten beri aynı su ile sulanmışım.
Ne ekildiğim toprak değişti.
Ne üzerime doğan güneş.
Ne de soluduğum hava değişti.
Her şey ilk günden beri aynı, apaynı.
Rüzgarın estiği yön değişse ne olur?
Neyi götürür uçuşan tozlardan başka?
Ve ne kadar etkiler kök salmış koca çınarları?
Yalnızlığı bilen insanlığını bilir.
Ve olduğu yerde dalar en derinlere.
Kökü uzanır en dip yerlere.
En ıssız yerlere doğru gider kimseye göstermeden.
Ve kimse bilmeden beslenir köklerinden.
Gözleri görmez çınarın.
Sadece hisseder koca gövdesinde yaşamı.
Yalnızlık, bir kere insanlığa büründü mü.
O vakit ayrılamaz etten, kemikten.
Beslenir benden.
Beslenir candan.

4 Haziran 2013 Salı

Yazmak Ölümsüz Kılmaktır

Aptallar bilmez ama, yazmak ölümsüz kılmaktır.

Kimse bilmez ama hecelemek ilk adımı atmaktır.
İlk önce adını hecelerim tek tek.
Sonra tek tek harflerini yazarım.
Ayrı ayrı milyonlarca kere.
Yazı yazmayı yeniden öğrenir gibi.
Bütün sesleri en güzel yerinden vermeye çalışırım.
Bütün çizgileri için saatlerce çalışırım.
Yazdıktan sonra silinemez artık.
Seni saatlerce boyunca yazarım aralıksız.
Kimse bilmez ama.
Her cümlem seni ölümsüz kılmak içindir.
Her kelime senin içindir.
Ve dilimden düşen bütün kelimeler senin içindir.
Bütün kelimeleri yere değmeden tutmalısın.
Her harf sana ait cümleler kurmam içindir.
Hepsini tutarım havada ve sana dair bir şeyler yazarım.
Yazmak.
Senin için olunca anlamlı.
Ve seninle olunca harikulâde.
Aptallar henüz yazmaktaki anlamı kavrayamadılar.
Ve kimse yazmanın değerini bilmiyor.
Yazıyorsam varsın işte, var olanı yazıyorum.
Sadece seni yazıyorum.
Senin için.
Yazmak anlamlıdır, sana ait oldukça
Her harfi ve her çizgisiyle.
Bütün noktalama işaretleri.
İmla kılavuzunun tamamını dışlayabilirim.
Yeter ki sana ait olan bir şeyler olsun.
Yazarım, daima, senin için.
Yazmak, ölümsüz kılmaktır.
Seni ölümsüz kılacağım.
Adımdan daha fazla adını duyuracağım.
Sadece seni yaşatacağım.

3 Haziran 2013 Pazartesi

Bir Tutam Delilik

P.Coelho "İçinde bir tutam delilik olmayan hayat, eksik bir hayattır." demiş.


Hayat zaten içine delilik katınca güzel.
Delice olan fikirler daha güzel.
Bu hayatta delirmekten geçen bir yoldur.
Delice şeyler yapmak.
Şimdi bende bir tutam delilik katacağım hayata.
En güzel anları yaşayacağız böylece.
Eksik olan bir şey kalsın istemiyorum.
Her şeyi tamlaştıracağız.
Delirirken güzel kılacağız her şeyi.
Bir delinin fikirleri sınır tanımadan aşar engelleri.
Engelleri aşan önünde hiçbir şeyin olmadığını görür.
Yolu açık insan fikirlerinde hürdür.
Gerçek hür' kavramı işte o zaman gün yüzüne çıkar.
Deliler sınır tanımazlar.
Ve hayatına delilik katan insan, ne mutlu insandır.
Delirmeden bu hayatın zevki çıkmazdı.
Ve içine bir tutam delilik ekmeden bu hayat yaşanamazdı.
Şimdi hayatımızda yaptığımız deliliklerle baş başayız.
Geçmiş sadece delilikler üzerine kurulu.
Delirmediğimiz anları hatırlamıyoruz bile.
Sadece delirişler, delirişler.
Deli gibi dolaşmalar, yaşamalar.
Eksik bir hayat yaşanamamışlıklarla doludur.
İçinde deli cesaretini bulamayan insanlar hep yitip gitmişlerdir.
Geride kalabilenler az buçuk delidirler zaten.
Delilik güzel şeydir aslında.
Yalnızca insanlar bunun farkında değildirler.
Zaten insanların farkında olmadığı şeyler daima güzeldir.
Onlar henüz insanın sunî temasına mahrum kalmamışlardır.
Delirmekte güzel.
Delicesine yaşamak, hürce.
Sadece içinde delilik olanlar yaşayabilirler.
Yaşamak için delirmek lazımdır belki, kim bilir?
Kim bilebilir?

1 Haziran 2013 Cumartesi

Unutuyorum

"Sesini duydum mu, dünyayı unutuyorum.." Nâzım Hikmet


Dünyadan başlıyorum unutmaya.
Bildiğim her şeyi an ve an unutuyorum.
Günden güne daha unutkan oluyorum.
Zihnimi sadece seninle dolduruyorum.
Hafızamda sadece seninle ilgili şeyler var.
Senle ilgili her şeyi ezberliyorum.
Ezberlemeliyim sana ait olan ne varsa.
Unutmalıyım senle ilgisi olmayan her şeyi.
Dünyayı, coğrafyayı, felsefeyi.
Sadece sen varsın.
Senin sahip olduğun şeyler var.
Benim sahip olmak istediklerim.
Önemi yok hiçbir şeyin.
Değer taşımıyor uzakta olanlar.
Ben bana yakın olanları severim.
Sen ise bana en yakın olansın.
Benden uzaklaşma asla.
Güzelliğinide kaybedersin o zaman.
En çok benim yanımda güzelsin.
Benim için.
Sesini duymak istiyorum.
Afyonlanmış gibi olmak istiyorum doğal yollardan.
Sen benim başımı döndüren güçsün.
Beni kanatlandıran ve yukarılara çıkaran.
Sen benim sahip olduğum güçsün.
Gücümü senden alırım.
Seninle güç kazanır ve yürürüm.
Sesini duyunca canlanırım.
Üzerimden yıllarca süren yorgunlukları atarım.
Yeniden sana yönelirim.
Sesini duyunca dünyayı şaşırırım.
Akla karayı, günle geceyi birbirine dolarım.
Sesini duyunca yaşamaya dönerim.
Sesini duyunca, dünyayı unutuyorum.