20 Ocak 2016 Çarşamba

Dağkahverengisi Günlüğü IV

İstanbul Modern'de Zeki Demirkubuz söyleşi yapacak ve filmleri gösterilecekmiş, 4-14 Şubat arasında. Şimdiden ajandama kaydettim. Masumiyet'in yönetmeni ne de olsa. Diğer filmlerini izleyip kendisini ve filmlerinde oynayan oyuncuları görmek. Güzel olacaktır. İstanbul Modern evim gibi. Kendimi rahat hissediyorum. Bol etkinlik. Katılabildiğim. Güzel sergiler. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun Han Kahvesi. Burhan Uygur'un kapısı. Aldığım kartpostallar ve ayraçlar. Nuri Bilge Ceylan'ın çektiği İstanbul fotoğrafları. Şimdiye kadar gördüklerim. Onlarca. Seviyorum seni İstanbul Modern. Bir de en çok girişindeki keçi heykelini, heykeltıraşın adını unuttum.

Bu sabah Mecidiyeköy'de başıboş yürürken düşündüğüm şey aynanın karşısında gördüğüm şeydi. Yaratılan her şeyin sonsuz anlamlar ifade ettiği katmandan uzak kendi içinde yiten benlikler. Görülen karşısındaki tatminsizlik. Aynanın bana verdiği iğrenme. Küçüklüğümden beri. Gölde kendisini görüp onu boğmak için eğildiğinde boğulan Narkissos'um ben de, hikâyeyi böyle anlatmak isterim ben de, her ne kadar en çok Oscar Wilde'ın anlatışını sevip en çok ona yakıştırsam da bu hikâyeyi. Kendi çirkinliğinden boğulan Narkissoslar yetiştiriyor belki de zaman. Kendi güzelliğinden boğulan Narkissoslar'ı unutup.

Belki peygamber olsaydım severdim kendimi, dedim yürürken. Peygamber olsaydım, seçilmiş olsaydım. Oysa hiç seçilemeyerek akmakta kum saatinden zaman. Belki peygamber olsaydım severdim kendimi. Yusuf olup aynaya baktığımda gördüğüm şeyi, Süleyman olup göğe emrimi buyurduğumda koşuşanları gördüğümdeki şeyi, Musa olup dağa haykırdığımda gördüğüm şeyi, İsmail olup boynuma dayanan bıçakta gördüğüm şeyi sevebilirdim. Belki sevebilirdim kendimi, çok başka şartlar altında olsaydım, herkes gibi. 'Belki'lerin anlam ifade etmediği bu yaşam. Bu hayatta şu ân olduğum gibiyim. Seçilmemiş. Seçildiklerince tatmin olmamış. Özel olarak yaratılmamış belki de, belki de özel olarak yaratılmışsa da farkında olmamış. Aslında farkındayım özel yaratılmışlığımın, her insanın kendi içinde özel olarak yaratılmışlığının. Göz. Her şeyi gören göz. Anlamları bulup kolye gibi boyna takan göz. Sembolleri biriktirip bilezik diye kollara geçiren göz. Göz. Bak ve gör gerçeği. Farkındayım yaratılışımın. Yine de sevemiyorum. Bir şey ya en iyi olmalı ya da hiç. Arada kalan mikyarlarca şey silinmeye muhtaç. 

Odysseus gibiyim bugün. Yürüdükçe bir şeylerle karşılaşan. Kaderiyle ve kendisiyle. 

Geceler uzayıp gündüzler kısalmakta benim için giderek. Oysa takvim tam tersini söylüyor. Günler uzayıp geceler kısalmaktaymış. -mIş. Uyku saatlerinin sürekli değişken yapısı. Değişkenliklerin sabitleri öldürüşü."Gönül hep yok etmek ister."*

Dağkahverengisi bir güneş batıyor içimde. yeryüzündeki bütün güneşler batsın, diyorum. Batsın dünya ve batıdan doğsun hep beklenen güneş. Bekleme çoğaldıkça artan sabırsızlık çağındayım. Beklenen kıyametin gecikmesi. Kişisel kıyametlerimin artık asıl kıyamet tarafından sonlandırılmasını diliyorum. Ne çok kıyametim var benliğime izi düşen. Ne çok kıyamet var hiç farkında olmadığımız. Ölümler, işkenceler, yaralardan daha gerçek, koyu, sert ve etkili, izi hiç silinmeyen.

Dağkahverengisi güneşi uğurlayayım. Batan bütün güneşleri uğurlayayım yaşadığım her dûn u gûn.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder