24 Ocak 2016 Pazar

Acı Çağı

Tam olarak dünyanın neresine düştüğümü bilmiyorum. Yaşadığım çağ ve hayat muamma. Her gece sorduğum sorular kimi zaman belirsiz cevaplar kimi zaman da sırrına eremediğim karşılıklarla dolu. Yaşamak istemediğim bu hayatı zorla sürmekle meşgulüm. Tutunacak bütün dallarımın ağacın kökü kesilerek kurutulduğunu gördüm yaşadığım süre boyunca. Peki ne yaşadım, dedim kendime her bu noktaya gelişimde. Beni buraya sürükleyen şeyi aramaya çıktım. Bulduğum cevaplar içimden kopup gelen şeylerdi. İnsan dünyaya bir kez kırılınca bir daha geri dönemiyor, güçlü değilse şayet, ki güçlü değildir insan hiçbir zaman yeteri kadar, çünkü her zaman yeterin son raddesine kadar yüklenir sırtı ve kambur bir halde yürümek zorunda bırakılır kişi, imtihandır bu, son raddede olmak zorundadır ve öyledir. Her gece yalvarmalarım, yanıt aramalarım ve kimsesiz bırakılmalarım sürdü böylece. Her gün içime yeni kırgınlıklar doldu. Tanıdığım herkes bir başka kırılganlıktı benim için. Alışamadım hiç kimseye. İnsan bir kez kopunca bir daha hiçbir bağ onu başkalarına tutturulamıyor. En sevdiğim örnektir, hayatıma dair. Düşen bir vazo. Bir apartmanın çatısından aşağı bırakılmışım. Beni bırakan merdivenlerden inmeye çalışıyor koşarak. Beni kırılmadan tutabilirse yaşayabileceğim. Oysa ne beni tutan biri var ne de parçalarımı birleştirecek herhangi bir şey. Çok kırıldım hayata dair. Umut denilen şeyin altında can verdim. Özlem denilen şeyin boynuma geçirdiği ilmeklerde boğuldum. Cennet, mutluluk, sonsuzluk dedikleri şey büyük bir ıstıraba dönüştü benim için. Rüyaları bekledim sürekli. Bir rüya dedim. Tutunacak bir şey ver bana Rabbim dedim. Tutunamadım. İyi bir kul olamadım hiçbir zaman. Ne de iyi bir insan. Doğru biri. Hayırlı bir varlık. İçimdeki şeytanlarla kaldım. Zihnim hep hapsetti beni kendine. Kendi içimde öldüm öldüm dirildim. Her dirilişim daha büyük bir acıyaydı. Bir acı çağı benim için yaşadığım her gün. Her günün payına düşen milyarlarca acı var. Yürüyüp geçiyor insanlar yanımdan yöremden. Bir bakış. Tadış. Koklayış. Sonsuzluktan çok uzak bir köşede acı çekiyorum. Her gece ölümü dileyerek yatmak ve her sabaha uyanmanın verdiği o büyük yükün altında eziliyorum. Üzerime konulan hiçbir yükü taşıyamıyorum artık. İsa olduğumu mu ilan etmem gerekiyor, ben miyim günah keçisi zehirli hayallerimin. Kurduğum bütün hayallerin üzerime yıkıldığı bu yere beni tutsak eden şeylerden sıyrılamıyorum. Camus'un dediği gibi asıl mesele intihar, olmalıydı. Olmadı. Acı çekerek varlığımızı devam ettirmek zorunda kalıyoruz. Mutluluk önümüzden gözümüzün içine bakarak geçiyor. Anlayamıyorum. Hiçbir zaman bir deha olmadım, yeteri kadar akıllı, zeki de. Hiçbir zaman bir şey olamadım ve şimdi belki de o bir şey olamamanın acısını yaşıyorum. Hayat çok erken başladı benim için. Aynı erkenliğin içinde sonlanmasını bütün ümidim, ümidimdir bu. Gerçekleşmeyen her şey, büyük bir arzuyla da istenen, çok geç gelmesiyle meşhurdur. Yani, bir şeyi ne kadar ,ok istersen ondan o kadar uzak düşersin. Bunu tattım daima. Bu yüzden istediğim her şeyin çok uzak bir köşesindeyim. Hayatım, başka hayatların arta kalanlarından toplanıp meydana getirilmiş gibi. İçimde hiç bilmediğim insanların sancısını yaşıyorum sanki. Herkesten bir parça acı koparılıp da bana konulmuş. Hamurum, daha önce yoğrulan hamurlardan arta kalan parçaların şöyle bir toplanıp karılmasıyla oluşturulmuş. Hayır. Özelim aslında yaratılan her insan gibi. Allah beni de en az diğerleri gibi özel yarattı. Her insan özel. Ama benim özelliğime düşen güzel bir şey niye yok veya ben niye bulamıyorum. Kendimde güzel bir şeyler bulma dürtüsünü kaybettim belki de, hayatta, insanlarda güzel bir şeyler bulma dürtüsünü, çok erken. Güzel olan her şeyi çok erken kaybettim. Mutlu şeyler yazmak isterdim oysa ben de. Mutlu olabilmeyi isterdim. Gece, hiç sonlanmıyor. Yani ölümle. Beklediğim hiçbir şey gelmiyor. Gelmeyeceğini de bilmek demek bu, hiç yanılmadım zira tahminlerimde. Bu bana acıyı müjdeleyen. Bir acıdan ibaret hayat. Peki ya cennet, diyorum sonra. Allah'ın vadettiği bir cennet var. Sonsuzluk var. Bu acılarla mı gireceğim oraya. Yıkanmalıyım önce, sonsuz bir pınarın altında. Peki ama kim karşılayacak bemi cennetin kapısında, dünyada tanıdığım hiç kimseyi götüremiyorum oraya. Orada da beni bekleyen bir yalnızlık var. Bir hayal, görmek istediğim bir düş var. İnce bir dere. İpince. Akan usulca. Çok az ses. Belirsiz. Beni bekliyor. Beni bekliyor. O derenin kenarında. Saçları açık. Saçları güzel. Saçları uzamış beni beklerken. Öteye bakarken dönüyor bana. Yüzünde güller açmaya başlıyor birden. Gülüyor o güne kadar biriktirdiği bütün gülüşlerle. Elini uzatıyor. Sağ elini. Bir söz kopuyor dudaklarından. Bir söz. Hep duymayı arzuladığım, cenneti ifade eden benim için: "Nerede kaldın sevgilim, asırlardır seni bekliyorum." Bir hayal, bir düş bu, görmek istediğim. Oysa biliyorum düşlerin hayata dönüşen şeyler olmadığını. Cennetin şu an içinde bulunduğum yerden çok uzakta olduğunu da. Ve biliyorum iyi bir insan olmadığımı. Allah yine de affederse beni, koyarsa cennetine, daha önce alırsa canımı, ağlamak istiyorum sonsuzcasına. Biriktirdiğim tüm acılar için. Her şeyi anlatmak istiyorum önce. Anlatacak hiç kimsemin olmaması yoruyor beni. Anlayacak hiç kimsenin olmaması. Anlaşılamamak. Kendinde başka kimse anlamaz kişiyi. Yalnızım herkes kadar. Anlamsız. Parçalar, bütünlenemeyen. Bir parçam kayboldu ilelebet, çok erken. Çok erken veda etmek için her şeye. Henüz başlamadan biten şeylerin sancısı içimde. Cenneti henüz kucaklayamadan ayrılış. Yine de vardığımda Allah'ın huzuruna, anlatacağım her şeyi, kendisinin yazdığı. Söyleyeceğim yaşadıklarımı. Bu geceleri anlatacağım ona. Sonlanmayan acıları. Hep yenisi eklenen. Kimsesizliğimi bildireceğim ona. Bütün dallarımın kökünden kurutulduğunu. Gece acı. Acı çağı bu. Her günü yüzyıllar uzunluğunda. Doğumun çabuk, ölümün geç geldiği.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder