19 Ocak 2016 Salı

Dağkahverengisi Günlüğü III

Ulysses'in kelimelerle dolu dünyası. Her kelimenin altından ne çıkacağının bilinemeyişi. Shakespeare. Wilde. Joyce. Yeats. Dickens. Şarkılar. Şiirler. Baladlar. İnsanlar. Aklıma dolanıp kalan onlarca kelime ve bunların nasıl bir örgü içinde birbirine tutturulmuş olunduğunu anlama çabası. Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi'nden beri izinde olduğum Dedalus'un, beni kalın bir duvara çarptıran Bloom'un çetin karakterleri. Sözlükle kitap okumak. İlk defa başıma gelen bir şey, yorgunluğu da kat kat arttıran. Daha önce bir Mesnevî'yi okurken bu kadar zorlanmıştım bir de Savaş ve Barış'ı. İlkini şerhsiz anlaşılamayacak kadar yoğun bölümleri, ikincisini uzunluğu nedeniyle. Bunların hepsi de harikulade şeyler olmakla beraber yormuştu. Galiba güzel şeyler yorar insanı. Çok yoruluyorum okuyarak ve anlamaya çalışarak.

En çok anlamaya çalışmak zorluyor insanı sanırım. İnsan üzerine o kadar çok tanım ve ifadede bulunuyoruz ki. Ben de. Herkes. Yorgunluğa neden olmakta bazen bu kadar çok ifadede. Kargaşa. En büyüğünden.

Bugün "Öte" isimli öykümü tekrar tashih ettim. Bilmem kaçıncı defa. Yolladım. Kalsın bir köşemde de. Odada dolanıp durma. Öteden gelen biri ve öteye geçen biri. Her ikisine karşılıklı duran apartman dairelerinde tanık olan birbirine çok benzer iki kişi. Yazdığım öyküler de bana benziyor, anlattığım hikâyeler gibi, karmaşık ve anlam(sız).

Dün gece Ahmet Şimşirgil ve Talha Uğurel'i dinledim. Birçok konuda yeni bilgi. Cem Sultan'ın soyunun devam edip etmediği konusunda sorun. Murat Bardakçı ettiğini söyleyip bir yazı yayımlamıştı gazetesindeki köşe yazısında. Karmaşa. Bilinmezlik. Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu'nun programının bitişinden sonra cumartesi gecelerindeki boşluk. Tarih programlarının azlığı, yetersizliği ve ilgisizlik. Tarihi de anlamalı.

Celal Şengör'ün Mustafa Kemal ile İsmet İnönü karşılaştırması ilgi çekiciydi. İzledim. Güzeldi. Yorumlamaları sevmekteyim. Celal Şengör'ü de. İlber Ortaylı ile Teke Tek programı. Fatih Altaylı. Bugün de spor hakkında konuşmaktaydı. Uzun uzun anlatmakta. Dinleyeni var.

Saat on ikide uyandığım için geç kahvaltı. Öğleden sonra uyumamak için büyük fincanla Türk kahvesi. Dün sabaha karşı beş buçukta ayaktaydım hâlâ. Bugün vaktinde uyumayı ümit etmekteyim, vaktinde dediğim de gece iki üç gibi uyusam razıyım.

Uykusuzluk da yoruyor her şey gibi.

Rüyâsız geceler ve gündüzler. Hayâlsiz. Bu yazıları yazmamı sağlayan dağkahverengisi'nin sırra kadem basışı. Onun hatırına yazma. Bir kez görmek sonsuza dek yazmaya yeter. Bazı şeyleri bir kez görmek yeter, duymak, tatmak, dokunmak, bilmek, hissetmek ve anlamak. Dağkahverengisi'ni sonsuza taşımaya bir rüyâ yeter.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder