8 Eylül 2013 Pazar

Adem'den Havva'sına IX

Havva'ya;
Soğuk bir gündü Havva, rüzgar saçlarımı savuruyordu gökyüzüne doğru.
Yollar genişliyordu giderek, içim giderek daralsa da.
Rüzgar değiyordu tenime, ben hissetmiyordum rüzgarı, dokunamıyordum.
Sadece soğuk olduğunu hatırlıyorum, başka hiçbir dokunuşu değil.
Yerler camdan gibiydi, her adım atışımda kayacak gibi oluyordum.
Tutunduğum yerler bir anda elimden kayacakmış gibi hissediyorum, senin gibi.
Bir anda yere kapaklanacağım, kimse de beni kaldıramayacak.
Ben ayağa kalkana kadar yerde öyle yüzükoyun uzanacağım.
Kalkmaya mecalim olmayacak, isteğim olmayacak, arzum olmayacak.
Bir gün olacak, mecburiyetler kaldıracak beni ayağa, ben o güne kadar yüzükoyun yatacağım.
Yüzüm hiçbir şeye dönmeyecek, gözlerim başka bir şey görmeyecek.
Ne yaşamı göreceğim, ne yaşayanları.
Yaşam pınarından akan su giderek çoğalacak, benden uzakta.
Giderek siyaha boyanıyor dünya, her rengin içine biraz siyah karıştı.
Tonları değişti hepsinin, biraz daha mat oldular, soldular sanki.
Oysa ben anlamam ki hiç renklerden Havva, tek bildiğim bildiğin renkleri sevdiğimdi.
Senin sevdiklerini severdim, sen sev derdin bende severdim Havva.
Ben bilmezdim ki hiç hangi renk neye aitti, benim için renklerde iki sınıftı.
Bir senin sevdiklerin vardı birde senin sevmeyipte uzakta bıraktıkların.
Şimdi ikisini birbirine karıştırıyorum, neyi sevip neyi sevmemem gerektiğini bilmiyorum.
Birbirine karışan çok obje var aslında, bilmediğim onca nesne.
Hepsini unutacağım şimdi, ne kadar yavaş ne kadar hızlı olur bilemem.
Bu siyahlıkta yerde yüzükoyun yatarken unutacağım bütün renkleri.
Zamanla siyahlaşacak hepsi, katran karası olacak, kartalın kanadından bir katran siyahı.
Zamanla grileşecekler, beyazlaşacaklar, unutulacaklar.
Unutulmaya mahkum olanlar gibi, yaşamı unutanlar gibi.
Havva, soğuk bir günde soğuk bir hâlde yazıyorum, üşüyorum.
Ve ısıtacak bir ses yok beni, ısıtacak bir varlık, yoksunum.
Yoksun kalmaya mahkûm.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder