20 Mayıs 2016 Cuma

Bozdoğan Kemeri

Bugün Kabataş'tan Fatih'e kadar yürüdüm, ne çok şey değişmiş, yine.
Üsküdar'dan motorla Kabataş'a geldim. Deniz yeşil, en sevdiğim rengi suların. Her yerde gürültü ama her şeyde eksiklik. Hiçbir şeyin tam olamadığı bir yer.
Fındıklı'daki motor iskelesinin hemen yanındaki taşlığa baktım, ama uzakta olduğum için olsa gerek göremedim. Sonra parkta durdum biraz, tekrar denize baktım, denizanalarını gördüm, motordan gördüğüm gibi, yıllardır. Parkta insanlar çimlere oturmuşlardı, uzanıyorlardı. Ağaçların gölgesi her yanı kaplarken sanki zaman burdaki insanları kendinden muaf bırakıyordu. Bir tek ben yabancı ve tektim. Parkta oynayan çocuklar, koşuşmalar, konuşmalar ve bakışmalar arasında bir tek ben ayrıksıydım. Fazla duramadım. Yalnız insan her şeyin ve her ortamın ayrıksısıdır. Bunun bilinciyle yürüdüm parkın taş yollarında gözlerimle çimleri takip ederek ve içime yönelmiş.
Okulumun fındıklı kampüsü, İstanbul Modern, Tophane yerleşkesi, Kılıç Ali Paşa Camii, çeşme derken Karaköy. Ara ara denize bakışlar, kaçamak. Arkamdan biri yürüyordu hep, bakmasam da hissettim.
Karaköy'de Rıhtım Caddesi'ndeki Starbucks kapanmış, yeni gördüm. Bir kez mocha içmişliğim vardı orda. Yağmurlu bir Karaköy günü. Sonra banklar kaldırılmış, yenileri çok çirkin. Gemiler yanaşır, ben banktan karşıya bakardım. Gemilerin bacasından duman çıkardı, gürültüleri martı seslerine karışırken. Karşıda Topkapı Sarayı, sanki küf kokusu gelirdi ta oraya dek. Ben bakardım sadece. Bakmak, görmeme yarıyordu çünkü.
Galata Köprüsü hâlâ aynı, onu değiştirmeyi unutmuşlar, yenilemeyi, eskiyi öldürmeyi. Bu köprüden kaç kez geçtim, her seferinde aynı yerlere bakarak. İnsanlar balık tutuyordu Rıhtım Caddesi'ndekiler gibi. İnsanların yanından geçerken çok hızlıydım yine. Bir gölge kadar hızlı ve belirsiz. Nereye bakmak istediğimi biliyor, geçmişimi arıyordum. Geçmişim olduğu yerde dursa da o günlerden hiçbir şey kalmamıştı artık. Bunca kısa süreye rağmen.
Bir keresinde fotoğraf çektirmiştim Galata Köprüsü'nün Eyüp'e bakan kısmında. Gülüşüm de kendim kadar berbattı.
Sirkeci'de dolaştım biraz. Bizim Mutfak'a uğradım, o caddede durdum. Ondan önce Yeni Camii'de dolaşmıştım biraz, yabancısıymışım gibi, değilmişim gibi, öyleymiş gibi, belirsiz. Daha sonra Bizim Mutfak'ın yanından Postahane'ye doğru yollandım. Valilik yokuşundan tırmandım. Aradığım kalemin nerede satıldığını yine bulamadım. Yürüdüm ve tırmandım.
Cağaloğlu'nda bakındım. İletişim Yayınları kapalıydı. Kubbealtı kapalıydı. Türk Edebiyatı Vakfı açıktı, bir tek orda kalabildim. Sonra yürüdüm cadde boyunca duraksamadan fazla. Sahaflar Çarşısı'na dek.
Sahaflar Çarşısı'ndan iki tane defter aldım. Güzel. Bana göre güzel. İnsanlar güzel bulmayacak ve hatta başka şeyler bulacaktır. Güzelin tanımı, estetiğin anlamı, insanların anlamadığı.
Bayezid Camii'ne çıkan o merdivenlerde biraz duraksadım. Küçük ağaçların arasında, cılız, baktım öyle. Camiye, çevreye, otobüs durağına, tramvaya. Yürüdüm sonra, meydandan Vezneciler'e doğru. Meydan boştu, en az insanlar kadar.
Şehzadebaşı'ndan Fatih Parkı'na dek yürüdüm yine. Parkta yine insanlar uzanmış, oturmuş, konuşuyordu, koşuşuyordu. Bozdoğan Kemeri'ne baktım epeyce. Bu sefer baktım uzunca. Her seferinde bakıyorum. Bir başlangıç ve bir son. Cibali. Fatih Reşat Nuri Sahnesi'nde oyunu izledim. Hikâyesini oyundan daha fazla seviyorum, Burun'u. Gogolcüğüm diyorum. Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi'nden Fatih Reşat Nuri Sahnesi'ne tam üç saat bilmem kaç dakikada gelmiştim. İki oyun arasındaydı ne varsa. İki güzel oyun arasında. İşte Baş işte Gövde İşte Kanatlar daha güzel bir oyundu bu arada.
Ara sıra bazı bazı Rilke okudum. Rilke giderek dibine battığım bir kuyu.
Bozdoğan Kemeri. Ne varsa sende varmış gibi geliyor bana artık. Sanki bir hayatın gizini taşıyorsun taşların arasında. Aralığından geçen insanlar bir parçasını hep sende bırakıyor. Ben de sende bıraktım ne bıraktığımı bilmeden. Yıllardır bakarım sana, yıllarca bakacağım yine, gözlerim ve sen yerinde durmaya devam ettiği müddetçe. Bir fotoğrafını çektim senin, koydum bir yere. Kalsın dedim benim elimden çıkmış bir fotoğrafın da. Bir de ben bakayım sana. Bozdoğan Kemeri, bir dilin olsa da anlatsan. Hiç susmasan. Sen konuşsan, sen anlatsan, bir de senden dinlesem ne var ne yoksa. Nelere şahitlik ettin, nelere tanıksın, nelerde sanık. Ne susuşlara sahipsin bir bilsem. Bozdoğan Kemeri, hayatımda bir bilinmezsin. Mutlu ve hüzün dolu, her şey gibi.


Kabataş'tan buraya kadar yürüdüm ve sonra dedim ki: Ah şu kemerin dili olsa da konuşsa. -

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder