13 Ocak 2015 Salı

Sorgulamalar III

Hayat keskin hiç bilmediğimiz kadar. İçimde bir yerleri kese kese ilerliyor. Tam kalbimin üzerindeki neşter izi giderek yayılıyor, göğsümde kocaman bir yarık, giderek genişleyen. İnsan hayatını sorgulamaya nereden başlamalı bilmiyorum, belki de doğrudan hayat üzerinden başlamalı. Hiçbir yazının başıyla sonu aynı değildir, yazıyı yazmaya başlayanla sonlandıranın aynı kişi olmayışı gibi. Madem her ân büyük bir değişimin içerisindeyiz, madem her saniye vücudumuzda hücreler değişiyor ve kimileri ölürken kimileri onların yerini alıyor, o zaman biz burada kendi benliğimizle değişen şeyleri gören birinden başkası değiliz. Her şey anlaşılmaz bir hızla değişiyor ve biz ona yetişememekle yaşıyoruz. Hayat, biraz da bir şeylere yetişememek olsa gerek. Yetişemediğim şeyler bir neşter yarası daha açıyor. Günün birinde bu yaralar kapanır mı bilinmez ama her yara iz bırakır gerisinde. Öyleyse bunca izi nasıl taşıyacağız, ben taşıyamıyorum en azından, yaralarımın derinliğinden olsa gerek. Lokman Hekim ölmeseydi ve ölümsüzlüğün ilacını bulsaydı, şu ân olduğundan daha ölümsüz olabilir miydi? Kim dediyse Lokman Hekim'in ölümsüzlük ilacını kaybettiğini, yanılıyor. Hâlâ onu anıyor ve anımsatıyorsam o ölümsüzlüğe erişti demektir. Ölümsüzlüğe erişemeyen bir ben varım. Silinip gitmekteyim. Kaybolup gitmekteyim. Yaralarıma gömülüp gitmekteyim. Ben hiç bilmediğim yaralarımın boyunduruğunda hapsolup giderken kendimden geçmekteyim. Dur diyemediğim her ne varsa işte hepsi şimdi üzerimde duruyor. Ben engel olamadığım tüm yaşantıların izini taşıyorum. İzlerimden kendi bedenimi göremiyorum, insan kendini göremezse neyi görür? Ben yalnızca etler vadisinde işini gören o büyük kasabı görüyorum. Sürekli bizi biçiyor, parçalıyor ve eline ne gelirse alıyor. Öyle ki artık bende bir şey kalmadı. İşte aklım, kalbim, ellerim. Hepsi bir başka yana fırlatılıvermiş ve o kasap şimdi diğerlerine doğru eğilmiş. Kim dur diyecek bu kasaba? Et meydanında cansız yatıyorum, ruhsuz yatıyoruz. Kaybettiğimiz her şey bugün o kasabın yanında etimizi kemiğimizden sıyırıyor. Evet, o kasap bıçaklarıyla yapmıyor tüm bunları, kaybettiklerimizle yapıyor. Kimimizin etini sevgili ayırıyor, kimimizi çocuklar, kimimizi ise melekler, şeytanlar, cinler ve diğerleri. Kaybettiklerimiz bizi doğruyor. Doğramak ve doğranmak, hepsi bize ait, hepsi içimizde. Et meydanında yatan bedenini kaybetmiş bir ruhtan başka bir şey değilim ve sorgulamaya hayattan başlamak herhangi bir yerden başlamaktan farklı değil. Sorgunun başı belli olmadığından sonunu kestirmek de anlamsız.  Hayat mı beni sorguluyor yoksa ben mi onu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder