19 Ağustos 2016 Cuma

Yadsıyışlar VII

Her geçen gün daha da büyük bir çukurda buluyoruz kendimizi. Dört bir yanımız savaşla çevrilmiş, açlıkla, susuzlukla, ölümle, vahşetle, acımasızlıkla, çocuk savaşçılarla, kadın kölelerle, ölüm kokan erkeklerle. Her geçen gün biraz daha yuvarlanıyoruz kıyamete doğru bir tek kendimiz bunun farkına varamayarak. Her yol bir başka açmaza sürüklüyor insanı, mahpus kalmışız bu dünyada, prangasız ve tel parmaklıklar olmadan. Göğü gördüğümüz için özgür olduğumuz sanısındayız. Hâlâ yiyebildiğimiz, sevişebildiğimiz, konuşabildiğimiz için yaşadığımız sanısındayız. İşte tüm yoksunluklar burdan başlıyor. Maddelerle kuşanmış bir hayatın ortasında mânâlardan örgüler görmek istiyorum. Ben görmek istedikçe her şey daha da siliniyor doğası gereği. İnsan dilediğini göremez, gösterileni görür ancak, gösteren olduğu'çün. Başımızda gardiyan rolünde kalabalıklar ve onların yasaları. Oysa kurtuluş yok ve çözüm değil insana kendi bulduğu çözüm varsayımları. Hayatımız varsayarak geçiyor ve hiç iz bırakmıyoruz ardımızda. Ne bir dinozor kadar ne de soyu tükenmiş bir balık. Geçip gidiyoruz sadece ve yerimizi bize benzemeyen yeni bizler alıyor. Damarlarında gezinen kanı reddediyor artık insanlık ve tükürmek, kusmak, onu içinden dışarı atmak istiyor. Baba oğlunu reddediyor oğul babasını. Anne kızını tüketiyor kız annesini. Soy giderek toylaşıyor ve insan giderek vahşileşiyor. Geçmiş artık anılamayacak kadar uzakta ve şimdi bahsedilemeyecek kadar kana bulanmış. Her yanımızda savaş var ve günden güne bu girdaba daha da sürükleniyoruz. Her şey birdenbire oluverir. Ölümün sıcaklığı sardı tüm topraklarını yeryüzünün. Doğanlar ölenlerden fazlaysa ne çıkar, onlar da bir süre sonra  yalnızca yeni ölümlülere evrilmeyecekse. İnsan ne zaman ölümlü olur söyle bana, insan ne zaman kendi olur, insan ne zaman gerçekten insan olur, insan ne zaman ölmek ister, ölümü anlar ve ölür? Sanat, insanı ölüme hazırlar, dediğinde biri, görmeliydik onun buna ne kadar hazırlanabildiğini. Ölüm, avuçlarımızda tuttuğumuz bir bağ değil bizi yeryüzüne bağlayan. Bizden bağımsız ve bizi köleleştiren, bizden ayrıksı ve bize kendini hissettirendir o. Yeryüzünden tanrının gölgesini/halifesini arayacaksak eğer ölüm yeter bize, insanoğlunun giderek içten içe çürüyen bedenleri değil. Yeryüzünde bir mucize arayacaksak tam da şimdi, ölüm yeter bize, gençliğinin zirvesindeki çocuğun ölümü, olgunluğun tepesindeki adamın ölümü, doğurganlığının kutbundaki kadının ölümü, dünyaya ilk kez bakan bebeğin ölümü; ölüm yeter bize, anlamak için bazı gerçekleri. İşte gidiyorum çeşmi siyahım, dediğinde biri, takılıp ona gitsek, ne kaybederiz ve ardımızda ne bırakırız; birkaç damla gözyaşı, birkaç kürek toprak, beyaz bir mezartaşı ve birkaç cümleden fazla? Ne ardımızda bırakabileceğimiz bir şey kaldı ne de ardımız. Ölüm kol geziyor yeryüzünde ve eriyoruz. Ne umut var ne de kurtuluş yeryüzünde. Yerin yalnızca yüzünü görmek acı hepsinden. Saklanan her ne var ise ortaya çıkmalıydı, buna kendini saklayanlar da ve konuşmalıydık tam da şimdi. Her şey senin istediğin ve söylediğin gibi olacak muhakkak ama biz de istemeli ve söylemeliydik içimizdekileri, ölümü tatmadan ve yoldaş olmadan onunla ve vakit varken hâlâ ve güneş doğuyorken doğudan, konuşmalıydık yine de. Zihnim giderek dağılıyor ve kendime gelemiyorum artık. Düşüncelerim savuruyor beni ve toparlanamıyorum artık. Bildiklerim karışıyor birbirine ve çözemiyorum artık. Ölümü de yadsıyorum savaşı da. Her geçen gün daha da büyük bir çukurda buluyorum kendimi. Bu çukuru da yadsıyorum kendimle beraber.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder