3 Ağustos 2016 Çarşamba

Yadsıyışlar III

Her şey bir damla sevgiyle başladı inancıyla dünyaya geldim. İçime yerleşmişti bu şey, ben olmuştu. Her şey Allah'ın bir nûru sevmesi ve her şeyi ondan çoğaltmasıyla meydana geldi, kanısıyla doğdum. Yaşadığım bunca yıl hiçbir şeyi değiştirmedi. Ya inancım beslendi içten içe, ya da hiçbir şey anlamadım yaşadığım müddetçe. Her ikisi de olabilir. İkisini de aykırı bulmuyorum. Her şey baktığım açıya göre değişiyor. Bunun önünü alamıyorum. Ben baktıkça değişimler görüyorum. İçten içe ve dışa doğru hızla yayılan. Zaman dönüşümü çalıyor/geçiyor/aksettiriyor. İnançla doğdum. Belleğime seslendim bunca yıl: Hatırla, hatırla: Hatırla! Doğumdan öncesini hatırla. Bir mağarada geçen dokuz ayı hatırla, mağaraya düşmeden önce var olduğun âlemi hatırla, Allah'ı hatırla, sûretini, sesini, varsa veya gördüysen. Verdiğin sözü, söz verdiğin ânı hatırla. Süzül belleğimden gördüklerimden ve gün yüzüne çık. Haçbir şey hatırlamıyorum. Ya olmadığı için ya da belleğim de sınırlandırıldığı için. Var olan her ne var ise hepsi birer zerreden ibaret. Her şey sınırlı ve içinden çıkılamıyor. Bu sınırları Allah'ın mı yoksa insanın mı veya her ikisinin beraber mi koyduğu meselesi ise beni içinden çıkılmaz sınırlara doğru sürüklüyor. Bir sürüngen misali bu soruların etrafında süründürülüyor, koşturuluyor, yassılaştırılıyorum. Kelimelerin anlamlarını hatırlamakta bile güçlük çekiyorum artık. Gördüklerim hiçbir zaman olduğu gibi kalmıyor. Değişiyor, dönüşüyor, gelişiyor. Evren giderek genişliyor, demiştim bir keresinde birine ve ilave etmiştim: Evren, doğal bir süreç olarak mı genişlemeye devam ediyor yoksa dünya/dünyadakiler giderek küçüldüğü için mi biz onun genişlediği kanısındayız? Düşündükçe battım, battım, ta ki batacak bir yer kalmayana dek. Peki dip var mıydı gerçekten? Hayır, ne göğün ucu var ne de yerin dibi. Sonu olmayan kuyularla dolu dünyam. İnanmaya ne zaman başladığımı bilmiyorum, ya da buna ben mi başladım yoksa bu bende var mıydı, buna ailem/çevrem/topluluğum mu karar verdi yoksa Allah'ın kendisi mi yoksa ben mi, bilmiyorum, mesele bu mu, onu da bilmiyorum. İşte bunlar bende bilmediklerimin sayısını hızla arttırıyor ve ben buralara doğru indikçe donuklaşıyorum, her sorum "bilmiyorum" ile yanıtlanıyor içimde, yine de devam ediyorum, bilene dek. İnsanların hiçbir şey bilmedikleri yerde ben bildiklerimden bilinmezler çıkararak onlardan ayrılıyor ve onları yadsımaya başlıyorum, onlar anlamıyor, onlar, kim onlar? (Bilmiyorum.) İnançla doğdum, bu benim doğamda var, hiç terk etmediyse beni, bu benim varlığımda/özümde/yapımda/günümde/arzumda/yaşamımda var. Her şey bir damla/kova sevgiyle başladı ve öyle devam etti. Devşirildikçe devşirildi bu sevgi, sonunda avuçlara/külünlere/çeşmelere/avlulara sığmaz oldu, en çok da avuçlara. Dokunarak, tadarak, görerek, duyarak hissediyorum bir yanımla. Bir yanımla bu evrene/çağa/güne âitim, bir yanımla ayrıksıyım. Ayrıkotu muyum ben yoksa ısırganotu mu; av mıyım ben yoksa avcısı mıyım kendi kendimin; tutsak mıyım ben yoksa efendisi miyim kendimin; gün müyüm ben yoksa kendi kendini sonlandıran bir gece mi? Bir damla sevgiden hâsıl oldum, bir avuç sevgide yüzdüm, bir kucak sevgide boğulacak ve öleceğim. Ruhum huzurla dolacak, mümkünse, yerde. Ruhum huzurla dolu mu, mümkün değil, henüz, yerde. Yalnız sevmenin hatrına bile olsa -sevdiklerimin, sevdiğim bunca şeyin hatrına bile olsa, ki bunlar bile inanılamayacak derecede değerli- seveceğim seni. İnançla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder