7 Ağustos 2016 Pazar

Yadsıyışlar IV

Büyük bir susuzluğun içindeyim ve nasıl dineceğimi bilmiyorum. İçimdeki derin ve karanlık mahzenlerde gezerken ayağıma takılan her şey beni yüzüstü düşürüyor ve sanki karşıma geçip kahkahalar eşliğinde hâlime bakıyor. Ruhum, bir köşeye geçmiş de bedenime ağlıyor. İkisini birbirinden ayırmak mümkün mü? O hâlde benliğim kendi için ağlıyor. Bencil değil ruhum ve farkediyor bu gerçeği. İnsan samimi olarak kendinden başka kim için ağlayabilir? Ölen bir yakını için ağlıyorsa bu aslında kendi yakını olduğu içindir; bir yolculuğa çıkacağı için ağlıyorsa bu aslında âit olduğu yerle arasına bir mesafe girdiği içindir; yoksul, evsiz, aç susuz insanlar için ağlıyorsa bu aslında onların kendisine bir gün onlar gibi olabilirliği hatırlattığı içindir; herkes kendine ve kendine yakın olarak duyumsadıklarına ağlar. Bu bir yadsımadır gerçeği ve insanoğlu çok meyillidir buna. Gerçekleri yadsıyarak kendimizi bir hayal dünyasına ittik ve geçen bunca zaman ondan kurtulmaya çalıştık ve Allah da bize bunun için peygamberler/evliyalar/azizler yolladı ki o bile farketti belki de bizim bunu kendi başımıza yapamayacağımızı ama belki de şimdi yalnız bıraktı bizi usandığı veya belki de artık bunu kendi başımıza yapabileceğimize inandığı için ki biz mi Allah'a inanırız yoksa Allah da bize inanır mı? Susuyorum ve bir damla su bile bulamıyorum. Tüm bu kelimeler bana su damlacıkları gibi gözüküyor, hepsi birleşecek ve bir çanak su olacak birazdan ve ben dudaklarımı o güzel çanağa dayayıp doya doya içeceğim kendi kanımı içer gibi büyük bir zevkle. -Gece yaşayan vampirdir, gece yazan nedir?- -Gece yaşayan vampiri avlayan kurtadamdır, gece yazan adamı avlayan düşünce nedir?- Susuzluktan bahsettikçe her şey suyu çağrıştırmaya başlıyor. Bir çocuk derin bir kuyuya usulca bir taş bırakıyor ve çıkan hafif sesi dinliyor rüzgâr onun saçlarını yağmur taşıyan bulutlara doğru savururken. Şimdi neyden bahsedersem bahsedeyim dudaklarımın kavrulmuşluğu onu emip yok ediyor, sanki dilim her kelimeden bir damla su çıkarma emelinde. Giderek kayboluyorum mahzenlerinde içimin. Yüzüstü düştüğüm yerden kalkıyorum ve etrafıma bakıyorum. Bir mezarlık gibi burası, her yerde ölüler, ölüler birer kelimeden ibaret, cümleden, bağlaçtan, rakamlardan ve formüllerden. Hayatı yadsıyan şeylerden ibaret. Mezarlık dedikleri yalnızca artakalmış taşlardan ibaret, kemikler bile eriyip terketmiş bu diyârı, yalnızca çağrışımı güçlendiren anılardan/yapıtlardan ibaret. Gece ilerledikçe ilerliyor, ben de. Ben de ilerliyor muyum? Gerisingeri dönme arzusu var içimde. Oysa ne güzeldir dönüş. Dönmek güzeldir, bir yer vardır çünkü hâlâ dönülebilecek. Ev, kutsanır tam da burdan başlayarak. Dönüşün kutsal mâbedi. Evler burdan başlanır boyanmaya, süslenmeye, arınmaya ve saklanmaya. Mahremiyet örülmeye burdan başlanır. Ev, bedenin bedeni/derisi. Şimdi mahzenden çıkıyorum artık, aslında farkı yok gece vakti bir mahzende olmakla evde olmak arasında. Bir mezarlıkla bir salonda olmak arasında da fark yok yalnızsan. Bir ölüyle oturmak da farklı değil bir diriyle oturmaktan, yalnızca oturduğun müddetçe. Korkmuyorum ne ölüden ne diriden ben bu kadar coşkunluğun içindeyken. Yaşıyorum insanoğlunun kurallarını ve özgürlüklerini yadsıyarak. Kendi söylemleri içinde boğulup gidecekler. Özgürlükleri de birer tutsaklıktan ibaret düşleri/düşünceleri kadar. Şimdi artık susuzluğumu gidereceğim. Gökten yağmur boşanıyor ve ben bir aracıya ihtiyaç bile duymadan kavuşuyorum suya. Su değiyor dudaklarıma ve dudaklarımdan kızgın kuma damlayan su nasıl buhar çıkarırsa aynı öyle bir buhar çıkıyor. Susuzluğum yassılaşıyor. Yadsıyorum şu ân geriye başka her ne kaldı ise.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder