7 Şubat 2016 Pazar

Âşkın Değişmeyen Tarihi, Yazarak Değil Okuyarak Anlatma: Stephen Daldry'nin "Okuyucu" Filmi Üzerine

Âşkın Değişmeyen Tarihi, Yazarak Değil Okuyarak Anlatma:
Stephen Daldry'nin "Okuyucu" Filmi Üzerine

Ralph Fiennes. Kate Winslet. Biri Titanic'in biri İngiliz Hasta'nın iki önemli karakteri. İkisinden inşa edilmiş bir film. Yönetmen Stephen Daldry. Bernhard Schlink'in romanından uyarlama.
Film, on beş yaşındaki bir çocuk ile otuz beş yaşındaki bir kadının âşkları üzerinden gelişen olaylar silsilesi üzerine kurgulanmış. Her ne şart altında olursa olsun çocuğun âşkının solmayışı, bâki kalışı, engelleri o küçük yüreğiyle aşışı üzerine de kurulu gibi, bana göre. Film boyunca Hanna'nın yüzünden hiç silinmeyen acı tablolaşmış gibidir. Hanna denince akla hemen acı çeken yüz hatları gelir. Buna karşılık acının asıl sızdığı yürek Michael'ınkidir. Bir çocuğun yüreğine girmiş acı her zaman yetişkininkinden daha tesirlidir ve etkisi çok daha sarsıcıdır. Bunda duyguların çocukluktaki saflığının etkisi ön plandadır elbette.
Âşk için yazma isteğiyle yazıyorum bu yazıyı. Bir film eleştirisinden veya denemesinden çok âşk için yazıyorum. Âşkın vazgeçilemezliği için, Ralph Fiennes ve aslında olayın anlamı üzerine ve tüm bunlar için.
Benim için Kate Winslet'in yüzünün en anlamlı olduğu filmdi. Yapısındaki olgunluğun tüm hâlleriyle aksettiği yapımdı. Titanic'teki o toy genç kızın üzerine zamanla muhteşem bir anlam katmanı inşa edilmiş gibiydi. Yüzündeki ifade acıdan kedere, mutsuzluğa, hüsrana kadar pek çok şeyi çağrıştırdı bende. Tüm bunlardan sıyrılamadım. Hanna Schmitz'in yüzünü her görüşümde içimde kan akıtan pınarın başında duran varlığı hissettim. Her âşk acı veriyorsa eğer, bu âşk da acı verdi bana, içinde olmasam da hissettirdikleriyle. Eğer filmin amacını bu duyguyu hissettirmek olarak tanımlarsak başarıya ulaştığını söylemek de mümkün. Diğer bir çok âşk filminden farklı olarak standart bir ilerleme yok. Beni çeken de bu sanırım. Rollerin gücü ortaya çıkmış, âşkın gölgesinde kalarak. Her şey âşkın çemberinde dolanıp durmuş, donmuş.
Filmde en çok öne çıkan husus tabii ki Kate Winslet'in performansıdır. Tüm coşkunluğuyla rolünün içindedir Winslet. Gerçekten yaşanmışlık duygusunu izleyiciye sunabilmeyi başarmış durumda. Onun bu performansı bir ânda filmi de yukarıya taşıyor. En önemli unsur bu film için, denebilir.
Michael Berg. Âşkı yaşamak için kaç yaşında olmak gerek veya böyle bir sınır çizilebilir mi veya neden âşkta bir taraf diğerinden her zaman daha ağır basar veya neden hep erkektir (yoğunlukla) bu acıyı taşıyan ve neden hep terkedilendir veya neden hep bir acı yerleşmelidir âşığın yüreğine veya mutlu âşk yok mudur veya âşk platonikliği daha ağır basan bir şey midir veya yaşın büyümesi âşkın büyümesiyle neden örtüşmez?
İnsan, hayatıyla örtüşen şeyleri daha çok seviyor mutlak olarak. Hayatıyla ne kadar çok kesişen nokta görürse bir şeyde, ona o kadar daha fazla yönelir. Belki de bu filme bu kadar yönelişimin, anlamlandırışımın nedeni budur. Ki, itirafla beraber, bu. "Okuyucu" bir filmin üzerine çıktı benim içimde. Çok daha derinlerine dokundu içimin. Ki, bu sır. Ben'çin.
Âşk için yazmak istiyorum ama bunu bir türlü başaramıyorum. Çünkü tüm anlam katmanlarının tam olarak açılmasına karşıyım, ortaya dökülmesine, teşhir masasına yatırılmasına.
Âşkın değişmeyen tarihi. Çünkü âşkta tüm koşullar değişmekle beraber her zaman bâki kalan noktalar da vardır. Kim olursa olsun bu böyledir. Her zaman, kör tarih boyunca yaşlar, boylar, zenginlikler, sınıflar, fizikler, dinler, diller değişir durur. Bâki olan insanın kendisidir. Âşk, kolay bir hâl değildir. Bunun için de çok az kimseye nasip olur ve genellikle bu 'nasipliği' yaşayan insan da bir daha hayata tutunamaz. Âşk, hayattan kopuştaki anlamdır. Boyut atlamayı beraberinde getirir çünkü ve bir kez başka bir boyuta geçen kişi orada çok az kişinin olduğunu gördüğünden artık yalnızlığa doğru sürüklenir. Geri de dönemez, bir kez ilerleyen arkasına dönüp bakamaz. Bu yüzden çok terk edilmiştir âşk yolu. Bu yüzden çok zorlu ve anlamlıdır.
Herkes kırık dökük de olsa bir âşk hikâyesi vardır. Bu her zaman âşk değildir elbet ancak adlandırılışı bu şekildedir. Bu nedenle giderek daha da basitleşmiş ve zamanla anlamını kaybetmiştir, âşık oldum, cümlesi de. Bu nedenle modern zamanda daha da fazla olarak âşk dile getirilmemesi gereken bir şeye dönüşmüştür benim için. Onu ifade etmeye yeni yollar gerek, yeni diller, yeni sözler. Zamanın her şeyi eskittiği bu fâni hayatta âşk için yeni benlikler gerek. Bu yüzden anlamlandırılış değişmelidir insanoğlu için. 'Anlamlandırma' kelimesini de ne çok seviyorum, belki de içindeki 'a' harfinin çokluğundan belki de kelimenin güzelliğinden. Bazen bazı harfleri özellikle sevdiğimi düşünüyorum.
Modern zamanın içinde âşk giderek anlamından soyunan, soyutlaşan bir durum olarak insanın karşısına çıkmaktadır. Eski çağlarda âşkın somut ifadesi olan pek çok durum artık nostaljiden daha fazlası değil. İnsan, gerek kişisel tecrübeleriyle gerekse duyduklarıyla âşkın artık ne kadar ölgün bir şey olduğunu kavrıyor. Yine de geniş halk kitleleri tüm anlamları öldürüyor. Âşkın insanın elinde can çekiştiğini kimse göremiyor.
Terk ediliş kaçınılmazlığıdır insan yaşamının. Hayat bunlarla doludur. Bazılarının hayatına daha fazla yitiriş konulur Yaratan tarafından, tek mevzu bu. Michael Berg'in yaşadığı da buydu tam olarak. Sevmek ne kadar anlamlı olursa olsun, sevilmek aynı düzeyde olmadığı sürece, ki olamaz hiçbir zaman, acıyı beraberinde getirir. Hanna Schmitz'in yaptığındaki anlama gelirsek. Kendinden başka hiç kimse tam olarak tarif edemez belki de bunu. Veya ben anlamıyorum hiçbir şeyi. Düşüncem o ki hep terk etmek zorundadır kadın erkeği. Genlere işlemiş bir miras gibi aktarılıyor bu. Her taraf bunlarla dolu. Oysa sadece çok azı gerçek.
Homeros; İlyada, Odysseus. Kitaplığımın en anlamlı kitaplarından. Herodot; Tarih: eksik bir tek. O bir başka filmden. Ruhumu yaralayan ve oraya bilinmez acıların tohumu diken. Artık Homer daha da anlamlı oldu benim için. İlham perileri daha bir farklı, bir kat daha anlama bulanmış durumdalar. Okumak. Hiç durmadan. Okumak ve kaydetmek. Oysa sesim çok kötü, ki sesim yok hatta. Okuyacak kimsem de yok, belki de hiç olmadı. O yüzden her şey yarım tam ortasından, kıyısından köşesinden değil. Hayatımın yaşamadığım büyük bölümü kayıp. Ruhumun da. Cennetimin de. Her şeyin büyük parçası kayıp. İçimin de.
Daha fazla yazamayacağım. Tüm anlamlar içimde kalsın. İfade de edilemiyor ve ne kadar çok âşk konusunda konuşmak istesem de içimdeki hiçbir zaman dışımdakiyle örtüşmüyor. Tam olarak ifade edilemeyen şeyler de acı veriyor. Ne çok acı veriyor sanki her şey. İnsan bazen bunu algılayamıyor. Her şey acı vermek üzerine kurulu sanki. Oysa değil. Yine de yüzündeki anlamı çok seviyorum Hanna Schmitz ve içinde hapsolan acıyı duyumsuyorum Michael Berg. Çok güzelsin Hanna, bu dünyaya fazla gelecek kadar ve anlamlı yüzün, tanıdığım bütün yüzlerden ve gerçeksin, tanıdığım herkesten, ki çok az insan tanıdım hayatımda, belki de kendimden başka hiç, ki kendimin de henüz dokunulmamış vadileri var.
Çok güzelsin Hanna, anlatamayacağım kadar çok ve başında duruyorsun içimde akıp duran âşk pınarının başında.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder