17 Aralık 2015 Perşembe

Kulağımda Hiç Durmadan Yankılanan Bir Ses: Ingmar Bergman'ın "Fısıltılar ve Çığlıklar" Filmi Üzerine

Kulağımda Hiç Durmadan Yankılanan Bir Ses:
Ingmar Bergman'ın "Fısıltılar ve Çığlıklar" Filmi Üzerine

"Ağlayan biri var. Kimse duymuyor mu?"

Ingmar Bergman'ın Çığlıklar ve Fısıltılar filmi uzun yıllar sonra bir araya gelmiş üç kız kardeşin hayatlarını, düşüncelerini, karakterlerini ve yaşama yaklaşımlarını gözler önüne seren bir başyapıt. Agnes -ölmek üzere olan kanserli bir kız-, onun başında bekleyen Maria ve Karin -kız kardeşleri-, Anna -hizmetçi-. Her şey bu üç kişinin etrafında geriye dönüşler ve güncele varışlarla süregider.
Çığlıklar ve fısıltılar insan hayatında hiç eksik olmadığında birey ne yapar? Birey olmak en güç meselelerinden insanoğlunun. Kişi bireyleştikçe çağrışımları, anlamları, sesleri de farklılaşır. Agnes, herkesten uzak süregiden hayatı boyunca yalnızca Anna ile yakınlaşabilmiştir. Hep örnek aldığı annesine benzer zamanla. Onun gibi canlı, hayat dolu bir yanı da vardır soğuk, güçsüz yönü de. Bir kız çocuğu için annesine benzeme arzusu gayet normaldir, özellikle de annesinin güzelliğine hayransa. Agnes için bu sayılanların hepsi anlaşılabilirdir. Ancak geriye dönüşlerin birinde karşımıza çıkan anne profilinde hüzün oldukça ağır basar ve izleyiciye kendisini hissettirir. Agnes, hayatının son deminde annesini anlayabildiğini söyler. Annenin ölümünü bilmeyiz, ancak yaşadığı hüzün ölümüne de aksetmiş olmalıdır. Oysa Agnes'in ölümü huzurludur, sevdikleri yanındadır, aklında bir salıncak sahnesi vardır. Agnes, cennete doğru uçarken geride acı çekmiş bir beden ve kendileriyle cebelleşşen iki kız kardeş bırakır.
Anna. Anne. Anna bir annedir aslında. Annesi gibidir Agnes'in. Şefkati, duyarlılığı, korumacı tavrı. En önemli sahnelerden birisi de memesini dışarı çıkarıp onu emzirdiğidir. Hiç anneliği tatmamış bir hizmetçinin özlemidir bu. Anna, hiç anne olamamış o hizmetçi, biriktirdiği tüm duygularla Agnes'e sarılır. Onun eli kolu, tutamacı olur. Âdeta onu büyütmeye uğraşır. Agnes ağladığında onun yanında bekler, ona dokunur, acıları arttığında sağ memesini ağzına verip yanına uzanır, bazen onu kucağına da alır.
Maria ve Karin bir ölünün yanında iç çarpışmaların hikâyesini gözler önüne serer. İnsanın acımasızlığının, sertliğinin, ölü duvarlarda savrulan duygularının göstergesidir. İnsan, çoğunlukla vahşilikten yanadır. Belki bunda ilk insanın ve soyunun yaşadığı vahşi çevreden etkilenmesinin de payı vardır. İlk insan yaşamak için giyinmeye, giyinmek için avlanmaya, deri yüzmeye, boğaz kesmeye ihtiyaç duyuyordu. O zamanlardan kalan bir iz olsa gerek ki insan hep giderek daha da hissizleşti. Modern insanda ise bu artık son haddine ulaştı. Artık insanoğlu atasını geçmiş vaziyettedir. Ondan çok daha vahşi, sert, duyarsız ve duygusuzdur. Maria ve Karin de bu insandır. Bir ölüm nöbeti tuttukları süreç boyunca hep kendileri ve birbirleriyle çarpışırlar. Herkes mutsuz hayatını bir diğerininkine savurur ve çıkan çarpışmaya bakar. Filmde bu ikisi arasında samimi bir sahne yoktur, hatta birbirlerine en yakın oldukları dokunuş ânlarında bile. Samimiyet de burada bir ânlıktır. Yiten her şey gibidir.
Karin'in eline kırılan kadehten bir parça alıp fısıldadıkları bize, en azından bana, hayatın ne olduğunu fısıldar, fısıltılar;
"-Her şey yalan. Herkes yalan."
Bu fısıltı içimde giderek çığlığa dönüşüyor.
Her şey ve herkes asırlardır yalan. Ben burada Agnes'in değil Karin'in yoluna sapıyor ve hayatın bunun üzerine kurulduğunu düşünüyorum. Hayat, bir gün uyanacağımız kötü bir rüyâ. Benim burada merak ettiğim uyandığımda kendimi nerede bulacağım. Uyumadan önce mutlu muydum acı içinde mi? Bunu bilen yok.
Bergman kimin tarafındadır? Film Agnes'in salıncak düşüyle biter, gözler önüne serilir. Bergman benim tarafımdadır. Hayatın güzel mucizelerinden birini sunarak filmi bitirse de hâlâ Karin ile kalmış olmalıdır. Çünkü bu filmi Agnes'in değil Karin'in çekebileceğini düşünüyorum. Burada varsaydığım tabii ki bu iki kısım içindir. Karin'in buz tutmuş hâli ile Agnes'in duyarlılığı zaten bütün filmi kaplamaktadır.
Karin'in bahsettiğim şarap kadehini kırma sahnesinin devamı da büyük bir bellek kırılması, zihin yarılmasıdır benim için. O kırıktan alınan bir parça yatak odasında içe saplanır. Bu içe saplanış nedir? Bir kadının rahmini dağıtması. Bir kadının akla gelebilecek en büyük vasfı: annelik. -İnkâr edenler olabilir.- Anneliğin yok edilişi. Zaten herkes mutsuzdur. Maria kocasını aldatır. Karin'in ilişkisi çok sathidir. Ancak Karin'in ilişkisi biraz daha farklı bir boyut taşır gibidir. Karin'in kocasıyla veya herhangi biriyle yakınlaşması yok gibidir, hiçbir çekiciliği, kadınlığı da. Belki de buna isyan eder. Kocasındaki bir soruna işaret ettirir belki de. Boşalan kanı yüzüne sürmesindeki amaç nedir, yatağa uzanıp bacaklarını açması, gülümsemesi? Karin çok soru sorduruyor bu geri dönüşte bana.
Mekânlar, atmosfer, kırmızı ve siyah üzerine kurulu yapım, bunlar ayrıca ilgilenebilinecek unsurlar. Özellikle de filmin başında maket evlerin en üstten en alta doğru gösterilişi. En üstteki kalabalık aileli maketten alttaki boş makete serüven. Filmin sonunda da herkes o evi terk eder. Anna bile yollanır. Hikâye maketlerle filmin başında verilir. 
Bir rüyâ. Anna'nın suratında patlayan kırmızı ışıkla kendimizi içinde bulduğumuz. Rüyâ mıdır, geriye dönüş mü, olan mı, olabilecek olan mı, yönetmenin fazladan düşündüğü mü, aktarılmak istenenden bir parça mı, herkesin duygusunu/duygusuzluğunu gözler önüne seren ân mı, filmin özeti mi, nedir bu? Karin hemen kaçar, bulaşmak istemez. Rüyâ diyip çeker gider. Maria biraz yaklaşır. Suratında belki de Karin'in soğuk bulduğu yapmacıklı gülücük. Bir tutam kalsa da çığlıklar eşliğinde sahneyi terk eder. Maria biraz daha uzun kalabilmiştir ama Karin daha duyarlı çıkmıştır, Maria'nınki bir kaçıştır. Anna. Ona ne diyebiliriz? Anne hep vardır ama Anna gibiler hep var mıdır? Anna durur orada. Çocuğunu emziredebilir, hasta başında bekleyedebilir, hatıralarıyla yaşayadabilir. Anna.
Fısıltılar duyarız hep. Rüzgârın sesi, uzakta ağlayan bir bebeğin sesi, salıncağın sesi, komşunun sesi. Ses. Fısıltılara karışır çığlıklar. Kimi fısıldar kimi çığlık atar:
Bergman fısıldar, biz çığlık atarız.

Agnes: Benden korkuyor musun şimdi?
Anna: Hayır, kesinlikle hayır.
Agnes: Ben ölüyüm, görüyorsun. Sorun şu ki uyuyamıyorum. Sizleri bırakamıyorum. Çok yorgunum. Bana kimse yardım etmeyecek mi?
Anna: Bu bir rüyâ, Agnes.
Agnes: Hayır, rüyâ değil. Belki sizin için öyle, ama benim için değil.

16.12.15


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder