13 Aralık 2015 Pazar

Bir Şeytan Taşır İçinde Toplum: Refik Hâlit Karay'ın "Yatık Emine"si Üzerine

Bir Şeytan Taşır İçinde Toplum:
Refik Hâlit Karay'ın "Yatık Emine"si Üzerine


Bir el uzanıyor soğuktan buz tutmuş bedene. Ölü. Gayet keskin bir kelime. Ölü. Yine de umursayan yok. Kötü fiiller akıldan geçmeye devam ediyor. Kuvveden fiile geçmeye ramak var. Yine de gerçekleşmiyor eylem. Sonlanan bir şey var ama asıl soru bunun ne olduğu. Emine'den daha büyük bir şey var ölen veya ölen her şeyin toplandığı yer mi Emine?

Refik Hâlid Karay'ın "Yatık Emine" isimli hikâyesi Emine'nin ölümüyle sonlanır. Hikâye, Osmanlı'nın yıkılışının son yıllarında bir Anadolu kasabasında geçmekte. Durağan bir kasaba hayatının canlanış hikâyesi âdeta.
Hikâyenin Osmanlı'nın yıkılış sürecinde yazılmış olması, yazarın bilinen muhalif tavrı, hiciv yeteneği farklı bir okumayla belki burada da düşünülebilir. Birinci Dünya Harbi'nden yenik çıkmış bir devlet ve bunun sorumlusu İttihad ve Terakki. Metinde Emine halk kadar sınırlı; Devlet, toplumuna Kaymakam ve Mülazım kadar yakın ve ilgili; bütün düşmanlar sanki bir fitilin ateşlenmesini bekledikten sonra hücum ediyorlar, kasabalılar gibi. Metin boyunca da Emine elinden geldiği kadar mücadele hâlinde ama sonunda da başarılı olamıyor, imparatorluğun çöküşü gibi. Kaymakam ve mülazımın gelecekleri belirsiz. Kasabalılar ise ölene çullanmanın derdinde hâlâ, savaş sonunda gözleri dört açılmış sırtlanlar. Bu sembolik okuma metnin akışı için de uygun olsa gerek.

I
Zihin, gerçekleşmesi düşünülen her olaya karşı muhtemel tepkiler üretir ancak hayat bunun çok üzerindedir. Tıpkı Dal Sabri'nin umduğu ve bulduğu arasındaki ilişki gibi. Köhne bir kasabaya yolu düşen bir sürgün nasıl olabilir? Çoğu zaman Yatık/Yanık Emine gibi olmaz belki de ama istisnayla kaidenin arasındaki ilişkiyi burada nasıl tanzim etmek gerek, belki de burada herkes Dal Sabrileşiyor farkında olmadan. Umulanla karşımıza çıkan örtüşmüyor. Kadınlarında cinsellik, erkeklerinde arzu olmayan bu kasabaya Dal Sabri'nin beklediği ahlaksız kadın tiplemesine aykırı düşen bir kadın gelir ve ortaya önemli bir zıtlık çıkar. Yazar daha ilk bölümden hikâyede bambaşka şeylerin olacağını söyler gibidir.

II
İnsan ilişkileri pamuk ipliği misali, her ân çözülmeye hazır. Odacıyla karısı gibi. Bir ânlık şüphe Emine'nin kovuluşu demek. Emine kovulmaya hazır ama onlar kovmaya ne kadar hazırlıklı? Yıllardır hayatlarında hareketlilik olmayan kasaba halkı bir ânda hızlı kararlar alıp bunu uygulamaya koyan insanlara dönüşür. Kimileri bu eylemlere bizzat iştirak ederken bazıları da onu alttan alta destekler. Ölü toprağını silker kasabalılar. İkinci kısmın ilgi çekici hadisesidir bu.

III
İnsanoğlu neden hep yoldan çıkmaya hazır bir vaziyette bekleyip durur; bu, yüzyıllardır anlamlanamayıp varlığımızın karşısında duran bir soru. İnsan, daima dışa meyilli. Onu rayda tutacak şeyler çok sınırlı ve bunu sağlayacak kadar güçlü değil. Kasabaya Emine'nin gelişi de hayattaki bu tür noksanlıkları gözler önüne sermekte. Belki asırlardır her şeyin belli bir akışta devam ettiği kasaba onun gelişiyle çehresini değiştirir. Başta söylenen durağanlık kırılıp yerini canlılığa bırakır. Herkesin unuttuğu bu kasaba birden çokça olaya sahne olan tiyatro sahnesine dönüşür. Kasabanın birine bir kadın gelir ve her şey değişir: Dogville.
Refik Hâlid Karay'ın'ın hikâyesinin yaptığı çağrışımlardan birisi de Lars Von Trier'in Dogville filmi oldu benim için. Uzun yıllardır belli bir örgüde yaşayanların bulunduğu Dogville isimli kasaba oraya gelen genç bir bayanla beraber çehresini değiştirir, insanın içindeki şeytana meyilli ruh dışarı çıkar. Filmle hikâye arasındaki en önemli bağ toplum yapısının onu tetikleyecek bir etkiyi bekliyor gibi oluşudur. İkisinde de ortaya bir kadın sunulur ve bu eksende herkes içindeki şeytanı salıverir: Alaaddin'in lambasındaki cin dışarı fırlar.
Kaymakam, mülazım, hastabakıcı, gardiyan, arzuhalci, konu komşu ve diğerleri. Herkes içinde biriken duygularını Emine'ye karşı harekete geçirir. Refik Halid bir tablo çizer burada okuyucusuna. Tablonun ortasında bir ateş var, gecenin içinde pervaneler. Pervaneler ateşi görene kadar durağan bir şekilde dolaşıp duruyorlar. Ta ki ateşi gördüklerinde içlerinde saklı olan şey uyanıyor. Hepsi yanmaya başlıyor. Ateşi yok edeceklerini zannediyorlar ama aslında farkında olmadan kendilerini yakıyorlar.

IV
İnsan ilişkilerinin hangi denklemler üzerine kurulduğu bugün bile hâlâ meçhul. İki serseri, arzuhalci ile Emine, birbirlerine zor zamanlarında kısıtlı da olsa destek olurken Dal Sabri ise diğerlerinden üstün olduğunu düşünerek kararsızlıklar içinde kıvranmakta. Dal Sabri makamca Emine'den yukarıda olmakla beraber cinselliğinin arzularına yenik düşerek ve bunu başaramayarak ruhça onun ayakları altında ezilmekte. İçine düşen küçük bir kurt onu kemiriyor için için. Mülazım bir memur kadar bile olamamanın acısıyla baş başa bu ara. Bir memur parçasının koynuna aldığı haspayla yatamamanın sıkıntısıyla dolu, bir memur parçası kadar olamama. Makam yükseldikçe ruh düşüyor sanki, bir denge kuruluyor. Makamı Dal Sabri alırken Emine ruh alıyor ve birbirlerini farklı noktalardan kuşatıyorlar, birinin sahip olduğu diğerinin noksanı, ikisi birleşse ne olur. Olmaz, bu ikisi birleşemez, buna meyli yoktur.

V
Metnin başında olduğu gibi. Ölü. Başlayan şeyler sonlanıyor belki de. Kasaba yeniden hissizleşedebilir, bir kere alev aldıktan sonra yangın her yana da sıçrayabilir. Bunun tam orta yerinde de yazarının objesi Emine durur ve zamanı gelince ölür.
İnsanoğlunu bu kadar zalim yapan kim, içindeki kin tarlasını ona intikam orağıyla biçtiren ne, uzun zamandır saklı tuttuğu sırların âdeta birikmişliğin öfkesiyle dışarıya vurulması niçin? Durgun göle atılan taş sıçrayıp göğe değiyor ve o yarıktan akan su Nuh Tufanı'na neden oluyor.
Emine öldüğünde ardında yaşayan bir şey bırakmıyor.

10.12.15

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder