28 Temmuz 2016 Perşembe

Sait Faik Abasıyanık’ın “Çarşıya İnemem” Hikâyesi Üzerine

Abdullah Ezik
20130113044

Sait Faik Abasıyanık’ın “Çarşıya İnemem” Hikâyesi Üzerine

Sait Faik Abasıyanık’ın “Çarşıya İnemem” adlı hikâyesi Alemdağ’da Var Bir Yılan kitabında yer alan bir metindir. Kitap, ilk kez 1954’te Varlık Yayınları tarafından yayımlanmıştır.
Hikâyede ana karakter kendi yaşantısını, tanıdığı insanları, semtindeki çarşıya neden inmediğini vs anlatır. Böylece okuyucuya kendisinin nasıl bir hayat sürdürdüğüne dâir izlenimler ve tablolar sunar. Yer yer bu süreç boyunca çeşitli rahatsızlık duyduğu şeyleri anlatır, insanların davranışları arasındaki farklılıklara değinir. Hikâyesini anlatırken okuyucusuyla da sürekli bir diyalog hâlindedir. Anlatıcı yazar metninin okunacağını bildiği için yazış biçimi de buna göredir. Bilinçli bir kalemden çıktığı hikâyenin her satırında kendisini hissettirir. Karakter yapmacıklı tavırlara girmez. Bir konuşma yapıyormuş gibi bazen canı sıkıldığından bazı olayları atlar, bazen ayrıntılara yoğunlaşır. Onun bu tavırlarında Dostoyevski’nin hikâyelerini hatırlatan tavır da göze çarpar.
Hikâyede mesafe “dolaysız söylem”dir. Her şey ana karakter tarafından anlatılmıştır. Bu aktarımda anlatıcı metnin yazarıdır. Sait Faik, ister kurgu olsun isterse gerçek, kendisini bu karakterden ayırmadan metnini sunmuştur. Metne dışarıdan herhangi bir müdahale söz konusu değildir. Cümle yapıları tamamen buna odaklıdır. Anlatıcı kendi duygularını açıkça ifade etmektedir. Herhangi bir sorumluluğa girmeden her şeyi aktarır.
“Sanki yazı yazmaya yeniden başlıyorum. Aylardan beri elime kalem almadım. Alsaydın sanki bir şey mi yumurtlayacaktın? Sanmam. İyi oldu! Doğrusu buna ben de memnunum. Ama bu akşam neden her şeyi beni oturup bir şeyler karalamaya zorluyor? Hani biraz daha dişimi sıksam, yalan da söyleyebileceğim. Beni, bilmediğim bir şey zorladı diyebileceğim. Değil. Hep böyle olur. Bir vapur beklerken, iki ayağım bir pabuçtayken yazı yazarım.”[1]
Ana karakter-yazar kendisini hiç saklamaz. Metnine hâkim olduğunu bilinçli olarak gösterir. Zaten bu durum Sait Faik’in kendisine has geliştirdiği hikâye anlayışının da bir göstergesidir. Yazıyı yazma serüveni de böylelikle metne dâhil olur.
Dolaysız söylem sırasında herhangi bir başka anlatı mesafesi devreye girmez. İlk elden tüm durumlar aktarılır.
Hikâyenin anlatı, “ana karakterin kendi hikâyesini anlattığı” perspektif üzerine kurulmuştur. Dolaysız söyleme bağlı olarak gelişen bu perspektifte ana karakter başından geçen bu “çarşıya inememe” durumunu anlatır. Bununla beraber onun çevresindeki insanlara bakış açısı da sergilenir. Sevdiği ve hoşlanmadığı insanlar apaçık ortadadır. Hikâyenin giriş cümleleri de bu ana karakterin aynı zamanda metnin yazarı olduğunu göstermektedir. Metnin devamında da yine bu hâl devam eder. Mesela, başka bölümlerde de ana karakter şöyle anlatır/yazar hikâyesini:
“Sanki birisi sormuş, ‘Nasıl yazarsınız?’ diye de konuşuyormuşum gibi bir hâl aldığıma aldırmayın.”[2]
“Giyindim tekrar sokağa çıktım. Kahveye girdim. Karşısına geçip oturdum. Beni görünce sapsarı kesildi.”[3]
“Evimde, odadayım. Çarşıya inemem.”[4]
Metin, içsel odaklanmak ile kaleme alınmıştır. Ana karakter kendi hikâyesini anlatırken okuyucu onun neler düşündüğüne, nasıl hareket etmeye karar verdiğine, ne hissettiğini bilir. Bir başka kimsenin hareketleriyle ilgilenilmez. Her şey ana karakterin üzerine kurulmuştur. Başka bir şeye ilgi gösterilmediğinden dolayı içsel odaklanmadan başka bir odak da söz konusu değildir. Yazar dışsal ve sıfır odaklanmayı bu anlamda pas geçmiştir. Hikâye aktarılırken ana karakterin kurduğu şu cümle odak noktasını da keskin bir biçimde ortaya kor:
“Hikâyeyi böylece bitirebilirim. Benim bitirişlerimden biri olur bu.”[5]
Böyle metne giriş, açıkça duyguları dile getiriş de “içsel odaklanmayı” kanıtlar niteliktedir. Hikâyenin tamamında bu tarz devam etmektedir.
Hikâyede “homodiegetik anlatı” söz konusudur. Anlatıcı, bir karakter olarak da metnin içindedir. Anlatıcı ile ana karakter birbirinden ayrışamaz. Metinde kullanılan teklik birinci şahıs üzerine kurulu dil de bunu göstermektedir. “Geldim.” “Gittim.” “Yaptım.” “Kahvenin önünden geçtim.” “Arka masalardan birine oturdum.” gibi cümle yapıları da bu durumu açıklar niteliktedir. Homodiegetik anlatı dolaysız söylem ve anlatı perspektifiyle birleşir. Bunun sonucu olarak da zincirleme bir şekilde her şey birbirine bağlı olarak ilerler.
“Çarşıya İnemem” adlı hikâye anlatma zamanı olarak ağırlıklı bir şekilde “sonradan anlatma” tekniğiyle yazılmıştır. Bununla beraber yer yer “eşzamanlı anlatma” da söz konusudur. Örneğin anlatıcının hikâyeyi yazdığı ânı metne dâhil ettiği kısımlar bu “eşzamanlı anlatma”ya, hikâyenin kendisini, yani çarşıya inmemesini anlattığı kısımlar ise “sonradan anlatma”dır. Karakter, çarşıya uzun zamandır inmemektedir ve bunun nedeni kendisi bilmektedir. Daha önce yaşanmış bir şeyi aktarmak üzere eline kâğıt kalem almıştır. Bunu yazarken bu süreci de yazarak iki zaman kavramını iç içe geçirir. Anlatıcının,
Öyle ya, neden? Pekala okunacak kitaplarım var.”[6]
dediği kısım o ânda olanları aktarmaktadır örneğin. Bundan sonraki sayfada ise artık anlatıcı asıl konuya gelmektedir. Girişi de bunu gösterir niteliktedir:
“Çarşıya inemem demişTİm. Neden inemem? İşte meselenin can alıcı yanı burada ya. Şu üç beş satırlık yazı süresince açıklamak istemediğim acayip bir sır varDI. Bunun anahtarı, çarşıya inemem, cümlesindeyDİ.”
-DI’lı (görülen geçmiş) zamanla kurulan bu bölümler eklerden de açıkça görüldüğü üzere sonradan anlatmayı doğrular niteliktedir. Diğer kısımlarda ise ağırlıklı olarak geniş zamanlı fiil çekimleri kullanılmaktadır.
Metnin düzeni “analepsis”tir. Daha önceden yaşanmış bir durum anlatılmaktadır. Çarşıya inememe durumu çok uzun bir süredir gündemdedir. Olan da zaten artık bu durumun yazıya geçirilmesidir. Bu nedenle daha sonra olacakları düşünmek söz konusu değildir. Bu süreç, hikâye anlatılırken düşünülmüş ve sonuçlanmıştır. 
Metnin içinde duraklamalar ve özetler kullanılmıştır. Metinde yazma süreci anlatılırken birden gülünç olma durumuna geçildiği şu kısım bir duraklamadır:
“İnsanoğlu gülünç olmak için doğmamışsa gülünç etmek için doğmuştur.”[7]
“Ah bu yasaklar! Kendi kendimize, bizim başkalarına, başkalarının bize, devletin halkına, halkın devlete,…”[8]
Daha sonra ise, genellikle tanıdığı kişileri anlatırken anlatıcı özetleri kullanmıştır. Özetlerin sayısı duraklamalardan fazladır. Metne kısa bir süre için giren, daha doğrusu kendilerinden bahsedilen bu kişiler olayın nedenini açıklamakta kullanılan birer parçadan ibarettir.
“Şimdi ben size desem ki orta halli bir memurum.”[9] kısmıyla kendisine dâir bir senaryo üretir.
“O fırıncı yok mu o? O, kırbaç gibi sabahları işçi çocuklara yağlı böreğini otuz beş kuruşa okutan…”[10]
“O, kıyma makinesinden geçen ete yarım kilo yağı koyan öğütücü, … kasap…”[11]
“Sonra onlar mı var çarşıda yalnız? Bizim kahveci İskanavi var.” [12]
Çeşitli esnafın anlatıldığı bölümlerde anlatıcı özetler yapar. Kısaca tüm esnafı ve onların etrafında bir yanıyla da tüm toplumu okuyucusuna sergiler. Bir yanıyla tüm kasaplar, berberler, kahveciler böyledir.
Hikâyede sıklık “tekil anlatma”dır. Aralarda geçmişe dâir göndermeler de söz konusudur ancak ağırlık bu “tekillik” üzerindedir. Örneğin daha önce tanıttığı berbere daha sonra gittiğinde söylediklerine göndermelerde bulunur. Aynı durum kahveci için de söz konusudur. Bu şekilde az da olsa “tekrarlayan anlatı” söz konusudur.[13]


[1] Sait Faik Abasıyanık, Alemdağ’da Var Bir Yılan, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Ekim 2012, syf: 95
[2] A.g.e. syf: 95
[3] A.g.e. syf: 102
[4] A.g.e. syf: 102
[5] A.g.e. syf: 102
[6] A.g.e. syf: 95
[7] A.g.e. syf: 96
[8] A.g.e. syf: 98
[9] A.g.e. syf: 96
[10] A.g.e. syf: 99
[11] A.g.e. syf: 99
[12] A.g.e. syf: 99
[13] A.g.e. syf: 102

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder