15 Ekim 2014 Çarşamba

Adem'den Havva'sına XXVII

Havva'ya;
Ayaklarım kanıyor Havva, dikenli yollardan geçtim, canım yanıyor, canımın acısı geçmiyor.
Güllere dokunamıyorum, parmaklarım kanıyor; bülbüle uzanamıyorum, ellerim ısırılıyor; balıkları tutamıyorum, su gibi akıp gidiyor.
Başının çok uzakta olduğu ve sonunu bilmediğim bu ömür, su gibi akıp gidiyor.
Cezalandırılışım sadece cennetten çıkarılış değil, bir o kadar lanetleniş.
Her lanet içinde yeni doğacak lanetleri barındırıyor.
Ben içimde seni barındırmaktayım; dünya içinde yeni dünyalar; cezalar kendisinden daha korkunç cezaları.
Şimdi melekler beni görüp dolanıyor mudur eskisi gibi Havva, affedilişin o keskin tadından mahrumum.
Benimki sonsuz gibi gözüken büyük bir yıkımın sadece ilk evresi.
Yılların sonu yok, asırların, geleceğin sonu yok; sonun sonunu göremiyorum.
Sonun sonunu bilseydim de benim için önemli olan yine senin başlangıcın olurdu.
Zamanın üzerinde bir sen varsın benim bildiğim, olgularımı mahveden.
Bilemiyorum cezamın kapsadığı coğrafyaları, yoksa tüm dünya cezadan cezaya bir geçiş midir diye düşüncelerdeyim.
Yine ellerim parmak uçlarıma kadar kanamaya devam ediyor, gelip onları tutmayacak mısın Havva; kanım, toprağa mı akacak hiç durmadan?
Kanla tuzlu su birbirine karıştı.
Doğada kimsenin eşini bulamadım; tüm eşler birbirinden ayrıydı. Sadece senle ben: iki ucuyduk güneşin, ayın, yıldızların.
Ben hâlâ düşüyorum oysa, ölüm diye bir şey varsa her gün biraz daha ölüyorum, her gün ölmeye en baştan başlıyorum.
Benim için ne ölümün sonu var ne de doğmanın. Her doğumum korkunç bir ölümün habercisi.
Ölümü korkunç kılan ise varlığı değil, senin yokluğun.
Bana ölürken bile sen gereksin Havva; soyumdan olanın diyeceği gibi; bana seni gerek seni.

Cezalarımdan daha korkunç olanı cezalarımı çekerken senin yanımda olmayışın, sen ki benim tutunduğum o elma dalısın.
XXVII

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder