19 Ekim 2016 Çarşamba

Sait Faik Abasıyanık’ın “Yılan Uykusu” Adlı Hikâyesi Üzerine

Abdullah Ezik
20130113044

Sait Faik Abasıyanık’ın “Yılan Uykusu” Adlı Hikâyesi Üzerine

Sait Faik Abasıyanık’ın “Yılan Uykusu” adlı hikâyesi Alemdağ’da Var Bir Yılan[1] kitabında yer almaktadır. Kitap, 1954 tarihinde Varlık Yayınevi tarafından yayımlanmıştır.
Hikâyede gerçekle düş iç içe geçer. Bir rüyâ hâli söz konusudur. Soyutluk artarcasına giderek gerçeküstü öğeler öne çıkmaktadır. Evin içinde mevsimler değişir, zaman değişir, kişiler bir yok olur bir var olur. Sanki gerçekliğin yitişiyle hayattan kopulur. Hikâyenin adı gibi uzun bir uykudan söz etmek mümkündür burada. Yılanların yattığı kış uykusu, çok uzun sürmesiyle bilinmektedir. Burada da metin ilerledikçe her şey daha da karmaşıklaşmaktadır. Uzun bir rüyâdadır sanki karakter. Bir yılan uykusu misali uyanış çok geçtir.
Bu yazıdan Gérard Genette’in “anlatı ve söylem” kuramı kapsamında çeşitli görüşler belirtilecektir. Gérard Genette, Anlatının Söylemi[2] adlı kitabında geliştirdiği kuram ile metinlere bakış konusunda yeni bir yol geliştirmiştir. Bu kuram ile beraber artık metinleri yapı bakımından incelemek de belirli metotlara dayanmaktadır.
Gérard Genette, Fransız eleştirmen ve edebiyat kuramcısıdır. 1930 yılında doğmuştur. Sorbonne Üniversitesi’nde Fransız Dili ve Edebiyatı alanında profesör olmuş ve geliştirdiği kuramlar, yazdığı makalelerle önemli fikirler öne sürmüştür. Anlatının Söylemi adlı kitabıyla Kayıp Zamanın İzinde’den yola çıkarak kurgusal açıdan metinlere yaklaşan kuramını geliştirmiştir. Bundan sonra sistemleştirme ve başka metinler üzerinde de metodu deneme yoluyla eserini kaleme almıştır. Bu yöntem herkes tarafından kabul edilmemiş, karşıt görüşleri de doğurmuştur. Genette’in yönteminin kurguyu fazlaca öne çıkardığını ve dolayısıyla metnin anlamını öldürdüğünü düşünen başka eleştirmenler yeni kuramlar geliştirmiştir. Bu nedenle Genette’in anlatı ve söylemi gerek kendi yapısı gerekse edebî metinlerin farklı şekillerde incelenmesine de olanak tanımasıyla önemli bir yer kazanmıştır. 
“Yılan Uykusu”, mesafe olarak “dolaysız söylem” ile oluşturulmuştur. Karakter ve anlatıcının sesleri birbirine karışmıştır. Metnin aktarıcısı, yani yazarı karakter olarak da metne dâhil olmuştur. Dolaysız söylem için gerekli olan bu unsurlar tamamlanmıştır.
“O kuşa ıslık çaldı. Kuş cevap vermedi. BANA döndü. “Buz kestim orda,” dedi, “bu odaya gelsene!” “O oda sıcak mı?” diye sormuşum gibi “Sıcak ya,” dedi, “bu oda ısındı.” “Senden mi,” diye sormuşum gibi…”[3]
Aynı zamanda metinde yazarın okuyucuyla konuşur gibi hareket etmesi de öne çıkmaktadır. Metne geniş zamanda ve konuşur gibi giriş dikkat çekicidir. Özellikle genellemelerde bulunarak başlayıp daha sonra giderek özelleştirmesi ön plandadır. Evrenselden öznele doğru bir ilerleyiş söz konusudur. Bu da anlatılan olaya doğru dışarıdan yaklaşımda keskinleşmeyi sağlamaktadır.
“İşte karşı karşıyasın. İşte o da senin gibi; elli ayaklı, kaşlı gözlü, sıhhatli hasta, sarışın esmer, kafası var, saçları var, kirpikleri var, yalan söyleyen ağzı var. Yüzünde küçük küçük kavga, taş, düşme izleri. Yaramaz bir çocukluğun her şeysi, ufak ufak her şeysi. İşte elleri, parmakları, işte ayakları. Kim bu? İnsanoğlu! Senin gibi tıpkı tıpkısına apaynı.”[4]
Anlatıcının tanımladığı bu insanoğlundan yavaşça karakterin kendine doğru geçilir.
Metnin anlatı perspektifi “ana karakterin kendi hikâyesini anlattığı” açıdır. Ana karakter bir rüyânın içindeymişçesine her şeyi aktarır. Sait Faik’in diğer hikâyelerinde de sıklıkla bu durum gözükmektedir. Dolaysız söylem ile birlikte gelişen bu durumda ana karakter dile gelmiştir. 
Hikâyede odak olarak “içsel odaklanma” kullanılmıştır. Durum, ana karakterin hisleriyle ortadadır. Onun bakış açısıyla değişimler gözükmeden her şey bilinir hâle gelir. Yazar, metne ana karakteri ile yaklaşır. Diğer kişiler ve hisleri arka plandadır. Öne çıkan husus ana karakterdir. Bu da içsel odaklanmayı doğurmaktadır. Olaylar bir şahıs tarafından anlatılmaktadır.
“Sen de kaparsın gözlerini. Belki de onu görmemek içindir. Ne sen onu, ne o seni anlıyor. Belki anlamak ikinizin de işine gelmiyor. “Tanı, tanı, kendini tanı.” İşe başla bir kere bu yönden. Sonra onu da anlayacaksın.”[5]
Bu gibi tanımlamalar aslında anlatıcı, yani yazara âittir. Anlatıcının bu tanımlamaları ana karakterin yapısına göre yapılmıştır. İlişkiler, metnin diğer karakterleri tarafından başka şekilde de yapılabilir. Burda genellemeler ana karakterin bakış açısının genişletilmesiyle oluşmuştur. Bunlar da metinde sıfır veya dışsal odaklanma oluşumunu engellemiş, her şeyi belirli bir bakış açısına göre gelişen biçimde ortaya çıkarmıştır.
Metnin kişisi “homodiegetik anlatı”dır. Anlatıcı, karakter olarak metnin içine dâhil olmuştur. Hikâyenin teklik birinci şahısla yazılan cümlelerinde de bu açıkça gözükmektedir. Anlatıcı, kendi tecrübelerine dayanarak olanları, duygularını, düşüncelerini aktarır. Her şey ona özgüdür. Anlatıcıyla yazarın birleşmesi bunun gereğidir.
“Birdenbire bulunduğuMUZ odanın kapısı açılıverdi. İçeriye rüzgâr girdi. Soğukla beraber yapraklarını dökmüş bir ağaç girdi. Ağacın arkasından duman, dumanın arkasından bir kuş, kuşun arkasından bir bulut girdi.”[6]
“ElbiseleriMin cepleri buzdan kaskatı kesilmişti. EliMi cebiMe de sokamıyorduM.[7]
“İçeriki odaya geçtiM. Yatak hazırdı. O ta köşeye büzülmüştü. Yanına sokulduM. Sıcacıktı. Hamam gibiydi. “DonduM sobalı odada yapayalnız,” dediM.”[8]
“Ağaçta, dediM. “Bırak şimdi kuşu, dediM. İÇİMe bir şeyler doğmuştu. Birdenbire yine garipsemiştiM her şeyi. Onun yanı sıcacıktı.”[9]
Ana karakter ve evdeki diğer kişiler arasında gelişen durumlar aynı dil ekseninde gelişip gitmektedir. Bu olanlar hep ana karakterin bakış açısıyla sunulmuş, homodiegetik anlatı, dolaysız söylem, ana karakterin kendi hikâyesini anlatması birbirine paralel olarak devam etmiştir.
Metnin anlatma zamanı “sonradan anlatma”dır. Anlatıcı, önceden yaşanmış olayı anlatmaktadır. Metin kaleme alındığından “yılan uykusu” bitmiştir artık ve anlatıcı rüyâdan gerçeğe dönmüş gibidir. Metinde kullanılan dil de yine sonradan anlatmayı göstermektedir. –DX’lı cümle yapısı bunun en belirgin işaretidir.
“Yatağımın üstüne oturDUm. Bir cıgara yakTIm. İçeriki odadaki ağaç buzlu cama pat pat vuruyorDU. Sobanın sesini duyuyorDUm. Bulunduğum odanın kapısı vurulDU. “Girin!” diye haykırDIm. Üstünde yeşil renkli bir yağmurlukla bir adam girDİ.”[10]
“Odam biraz ısınmışTI. Soba gürül gürül yanıyorDU.”[11]
“İçeriki odaya girmek canım istemiyorDU. Herhalde o da kalkıp çoktan gitmiş olacakTI. Kuşla beraber pencereden çıkmış olacakTI. Ama o oda herhalde hâlâ sıcakTI. Ağacı yerinden söküp balkon kapısından fırlatTIm. Dumanla bulut da onun arkasından kendi kendilerine gitTİler.”[12]
Hikâye düzen olarak “analepsis” ile kurulmuştur. Anlatıcı, önceden olmuş bir olayı aktarmaktadır. Anlatı zamanı ile düzen dolayısıyla birleşmektedir. Sonradan anlatmayla analepsis örtüşür. Sonradan anlatma için verilen örnekler bu konuda da geçerlidir.
Metnin süresi için yazarın duraklama ve eksiltiden yararlandığını söylemek mümkün. Metinde diyaloglar çok az yer tutmaktadır. Karakterlerin kişiliklerinden çok durum öne çıkmaktadır. Sahne ve özetler bu gibi nedenlerle pek tercih edilmemiştir.
Metinde karakterlerin kuşlar arasındaki konuşuşu sırasında anlatıcı geniş zamana geçer ve onlara dâir düşüncelerini belirtir:
“Kuşlar kötü şeyler söylerler mi hiç? Küçük dedikoduların zararı yok.”[13]
Eksiltiler de metnin genişletilmesi bakımından dikkate değerdir. Örneğin metinde bahsedilen üçüncü şahıs ile odada olan kadının geleceğine veya geçmişine ilişkin herhangi bir bilgi okuyucu ile paylaşılmaz. O karakterlere ne olduğu belirsizdir. Evin durumu da aynı şekilde. Dolayısıyla yazarın bu bölümlerde eksiltiden yararlandığını söylemek mümkündür.
“Sonra… Sonra kar yağmaya başladı.”[14]
“burası ne iyiymiş…”[15]
Hikâyede kullanılan sıklık “tekil anlatma”dır. Anlatıcı, durumu tek seferde aktarmaktadır. Olaylar içinde herhangi bir yere dönüş yapılmaz. Tekrarlama söz konusu değildir. Metin kronolojik olarak ilerlemekte ve sonuçlanmaktadır. Ucu açık sonla biten hikâyenin kurgusu bu şekilde akmaktadır. Tüm bunlar için de tekil anlatma tercih edilmiştir.
Sait Faik Abasıyanık’ın “Yılan Uykusu” adlı hikâyesi onun diğer metinleri gibi kısa, belirli, benzer metotlarla yazılmıştır. Sait Faik’in diğer metinlerinde görülen pek çok husus burada da göze çarpmaktadır. Anlatıcıyla birleşen karakterler, dolaysız söylemin ağırlığı, kısa metinde belirli öğelerin ön plana çıkışı gibi hususlar bunların başlıcalarıdır.
Gérard Genette’in “anlatı ve söylem” metoduyla Sait Faik’in hikâyesine bakıldığında ortaya çıkan sonuçlar genel olarak böyledir.


[1] Sait Faik Abasıyanık, Alemdağ’da Var Bir Yılan, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Ekim 2012.
[2] Gérard Genette, Anlatının Söylemi, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul, Haziran 2011.
[3] A.g.e. syf: 116-117
[4] A.g.e. syf: 115
[5] A.g.e. syf: 116
[6] A.g.e. syf: 116
[7] A.g.e. syf: 116
[8] A.g.e. syf: 117
[9] A.g.e. syf: 117
[10]A.g.e.syf: 118
[11]A.g.e.syf: 119
[12]A.g.e. syf: 119
[13]A.g.e. syf: 119
[14] A.g.e. syf: 116
[15] A.g.e. syf: 117

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder