Uzun zaman oldu sen yoksun. Sen rüzgarlar ülkesine gittiğinden beri içinde olduğun o mağara büyüdü, içinde seni taşıyan o mağara büyüdü ve dünya büyük bir mağaranın içine hapsoldu. Üstelik bu mağara senin kokunu taşıyacak kadar güzelde değil, sadece karanlık ve kör baykuşlardan başka sesin duyulmadığı bir yer. Senin olmayışın karanlık demekmiş, öğrendim. Bende Almásy'im, sevgin bana ait ve ben rüzgarlar ülkesine gitmek istiyorum, ama oranın yolunu bilmiyorum. Korkuyorum ki buluşamayacağız, ben çöllerde kavrulmaya devam edeceğim.
Yolunu bilmeyen bir çoban kurt sürülerinin içerisine düşer, koyunlarıyla beraber. Koyunlardan farkı kalmaz, kurt için hepsi birdir, hepsi öldürülebilir. Ne koyunlara sarılmak mümkün -tüm insanlar bir koyun aslında, hatta koyunlardan daha iyi koyunlar-, ne de kurtlara meramımı anlatmak -hepsi avının peşinde, daha çok yaşamanın; oysa mesele hiçbir zaman çok yaşamak değildir, insanlar kurtlardan daha çok benziyorlar kurtlara-. Senin yokluğun işte böyle bir yokluk. Kurt sürülerinin içerisinde olmak ve sıranın geleceği anı beklemek. 'Beklemek cehennemdir.' diyordu Shakespeare, öyle. Sen ölüm ile bir gece geçirdin, ben ölümünü düşünerek birçok geceler. Sen aslında bir kez ölerek uzaklaştın, ben sen öldün diye her gün ölerek kaldım. Uzaklaşamadan kaldım buralarda, bilmediğim toprakların ortasında.
En son uçak düştü bir gün. Yolu bilmiyordum ama uçak düştüğü ve rüzgar olduğu için senin rüzgarlar ülkesinden gelip beni alacağını zannettim, oysa ben yaşamak zorunda kaldım. Rüzgarlar ülkesine gitmeye en hazır olduğum vakit rüzgar sessizliğe büründü. Tıpkı senin gibi sessizliğe büründü, anladım ki rüzgarlar ülkesinin kapıları kapanmış. Sonra yüzümü kaybettim, gerçi zaten o artık bana ait değildi. Sonra sesimi kaybettim, gerçi zaten o artık bana ait değildi. Sonra ellerimi kaybettim, gerçi zaten o artık bana ait değildi. Sen giderken aslında benden de çok parça götürmüştün, bende kalan bir et yoktu, etimi kemiğimle koparıp gitmiştin. Bir parça et ve bir parça kemik duruyor olmalı hâlâ o berrak ellerinde.
Bir kitap var elimde, Homeros'dan. Homeros kadar eski değil belki ama senin ellerin dokunduğu için bir o kadar değerli. Senin elinin değdiği her yerde kokun kalıyor çünkü. Katharine biliyor musun, bu kitabı sevmem senin içindir aslında, senin büyünün destansı güzelliğinden ötürüdür. Onlarda gerçek dışıdır, tıpkı senin sahip olduğun gerçek dışılık gibi. Homeros olağanüstüdür, tıpkı senin gibi, o yüzden seviyorum. İçinde sen varsın onun, el yazmaların var, dokunuşun var, kokun var, ellerin var, sen varsın onda, senin için.
Bütün şarkıları ezbere bilirim, bütün şarkıları ezberlerim senin için. Bir gün bir şarkı söylerse bana rüzgarlar, aslında onları rüzgarlar ülkesinden senin yolladığını anlamak için. Rüzgarın hangi şarkıyı söylediğini anlamak ve o şarkıya eşlik etmek için. Bilmediğim bir şarkıyı yollarsan bana, utanmamak için. Bütün şarkıları ben yazarım aslında, senin için.
Hoşçakal Katharine'im, her şey aslında senin için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder