Bugün böyle kaç saat oldu artık bilmiyorum, bilemiyorum, sayamıyorum.
Ne tam saatlerin anlamı var, ne yarımların, çeyreklerin.
Canım burnumda geziyorum, dünya dönmeye devam ediyor.
Neden kimse kimsenin kimsesi olmaya bu kadar uzak?
Ve neden dünyada kimsem olacak bir kişi varken o kişi yanımda değil ki?
Ve neden her şey böyle?
Dünyanın amacı nedir ki böyle yavaş döner?
Beni sana yaklaştırmak için neden hızlanmaz?
Sorgulamayada başladım artık dünyayı.
Bizi yan yana getirmeyen her şeyde sorun var.
Yapamıyorum, anlayamıyorum, anlamlandıramıyorum.
Şimdi yine açıp fotoğraflara bakacağım.
Özlüyorum, özlüyorum.
Sadece özlüyorum.
En azından şu 3-5 fotoğrafda olsa bir anlığına senden bir parça görüyorum.
Gerçi göz kapaklarıma senin kocaman bir portreni yaptım sen hep oradasın ama arada bir fotoğraflarınada bakıyorum doğrusu.
Sen ki Yaratıcı'nın ne kadar büyük olduğuna benim için delilsin.
Ve bizi ayıran NFK'nın dediği o kahpe rüzgar olsa gerek.
Sıkılıyorum, daralıyorum, patlıyorum.
Ben böyle yapamıyorum.
Evet fotoğraflardanda belli odluğuna göre sen benim hayatımın gerçek mucizesisin.
Herhâlde bana gösterilen ve sadece benim bildiğim bir mucize.
ALLAH (a.c.) bana işte böyle bir mucize gösterdi, büyüklüğüne delil olarak.
Sen benim için mükemmel bir şeysin.
İnancımı sağlamlaştıran, beni başka bir yere götüren harika bir şeysin.
Sen benim için vazgeçilmezsin.
Bugün pamuk gibi o 2 telcik saçını aldım elime, kokladım, burnuma yapıştı böyle birisi, o kocaman burnum vakum gibi çekti birini.
Ne kadar güzeller oysa.
Keşke şu an o saçlara bizzat dokunabilseydim, o pamuk gibi, ipek gibi saçlara.
Keşke şu an sesini duysaydım, hiç susmamasına.
Şu an yanımda olsaydın ve anlatsaydın.
Hiç konuşmadan dinlesem şu an seni.
Ne kadar çok isterim.
İşte benim böylede çok keşkelerim vardır.
Keşke hep yanımda olsan, her an ve her saniye.
Hiç uzaklaşmasan benden.
Hiçbir an beni yalnız bırakmasan.
Ne olurdu ki şu an ve her an benimle olsan.
Acaba ben ne kadar büyük bir şey istiyorum diye düşünüyorum bazen.
Bilemiyorum artık ne kadar çok istediğimi.
Acaba Yavuz cihan padişahı olurken, Fatih İstanbul'u fethederken, Newton'un kafasına elma düştüğünde. Acaba onlar daha basit bir şey mi istemişlerdi ALLAH'tan? Hani onların istedikleri benim istediklerimden daha mı basit şeylerdi ki hepsi gerçekleştir.
Bir ben kaldım böyle.
Acaba ya da ben nasıl bir insanım ki böyle duam kabul olunmuyor mu acaba?
Bilemiyorum, bilmiyorum, bilmeyi ister miydim ki onuda bilmiyorum.
Bildiğim başka şey.
İstediğim başka şey.
Bambaşka.
Şimdi böyle ayakparmaklarımdan gırtlağıma kadar tıka basa bedenime seni doldurmuşlar gibi hissediyorum.
Nereme bir çizik atsan emin ol her yerimden sen fışkıracaksın.
Bir çeşmeden gürül gürül suyun akması gibi her yerimden gürül gürül sen akacaksın.
Eminim.
Yani böyle doluyum ki ben işte en çok belkide şu anlarda.
Aslında hep doluyorum zaten orasıda ayrı bir şey.
Yazmakta söylemek gibi değil.
Arada fark var.
Aslında en büyük fark sana yazmak ve sana anlatmak.
Sana söyleyemediğim her şey ölüyor.
Senin almadığın bütün kokular ölüyor.
Senin görmediğin her şey ölüyor.
Senin elinden tutmadığın herkes ölüyor.
Ölüyor, yaşayamıyor.
Yahu o dişlerin ne kadar güzeldir ki öyle.
Sen muhteşem bir şeysin.
Bilemiyorum ki artık ne diyeceğim.
Neyi söyleyecek hâlim kaldı ki zaten.
Artık hiçbir şey yapacak hâlim yok ki.
Konuşacak, yazacak.
Hayır sadece sana yazacak, seninle konuşacak.
Bir enkaz gibiyim, bu enkaz birgün düzelecek.
Hâlim yok.
Bugün böyle karanlıklar içerisinde.
Yapayalnız.
Donarak.
Karanlıkta korkarak.
Sağır olarak.
Kör olarak.
Yaşayamayarak.
Tükenerek.
Ölerek.
Geçti, geçiyor, bitiyor.
Yine, senden uzak.
11.05.2013 XI.V.MMXIII
11 Mayıs Cumartesi'yi 12 Mayıs Pazar'a bağlayan, özlem dolu o geceden.
Sonsuzluk gibi gelen, özlemin dibindeki bir günden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder