Ve biz onlara diyeceğiz ki:
Hesaplaşma günü geldi!"
Oğuz Atay - Tutunamayanlar
Terazinin iki kefesine iki yük kondu. Dışarıdan bakıldığında iki küçük yüktü bunlar, içeriden bakıldığında iki büyük sözdü bunlar, oysa kimse ilgilenmedi. İki yük olarak kaldı.
Terazi, artık doğru bir ölçeği göstermiyordu. Teraziler bile dengesini kaybetmişti, söylesene, benim kaybetmemem mümkün mü? Ben de dengemi kaybettim, tüm insanlar gibi, artık dengesiz bu yaşayışımız tüm insanlığa kutlu olsun. Dengesiz bir yaşam, merkezi olmayan bir yaşam, yaşamdan uzak bir yaşam... Yaşam işte, ötesi yok, solgun ve kuru.
Tutunamayanlar yazıldığında gerçek boğuldu, onlar tüm dünyayı ele geçirmişti. Bizler, bir küçük saf hâlinde, kimsenin görmediği ve hatta görmek istemediği, gözlerinin kıyısına iliştirdiği, boğuk bir odaya kapatılmıştık. Bazıları buraya hapishâne diyordu, bazıları buraya çilehâne diyordu, bazıları buraya mezarlık diyordu. Herkes bir şeyler diyordu kısacası, yalnızca biz susuyor, kendi içimizde konuşa konuşa herkesten kaçıyorduk. Kimse bizi dürtmüyor, o bıraktıkları, iliştirdikleri, hapsettikleri köşede zamanımızın gelmesini bekliyorduk. Beklenen zaman tabii ki gelmiyordu: Beklenen gelmez. Bize öyle öğrettiler.
Oğuz Atay, göçüp giderken bu dengesi kaybolmuş metal dünyadan, miras bırakırken yazdığı sayfaları minik içeriği büyük eserler, işte biz, o vakit, iki bedenimizin iki de ruhumuzun eliyle sarıldık tüm sözlere. İçimizden konuştuğumuz kadar dışımızdan da konuşmak istedik, konuşacak kimsenin kalmadığını farkettik. Herkes ölmüştü, kalanların da kendilerine faydaları yoktu. Faydasız bir yaşamdı bizimkisi, faydası olmaktan oldukça uzak, fazlasıyla.
Terazi, artık doğru bir ölçeği göstermiyordu. Teraziler bile dengesini kaybetmişti, söylesene, benim kaybetmemem mümkün mü? Ben de dengemi kaybettim, tüm insanlar gibi, artık dengesiz bu yaşayışımız tüm insanlığa kutlu olsun. Dengesiz bir yaşam, merkezi olmayan bir yaşam, yaşamdan uzak bir yaşam... Yaşam işte, ötesi yok, solgun ve kuru.
Tutunamayanlar yazıldığında gerçek boğuldu, onlar tüm dünyayı ele geçirmişti. Bizler, bir küçük saf hâlinde, kimsenin görmediği ve hatta görmek istemediği, gözlerinin kıyısına iliştirdiği, boğuk bir odaya kapatılmıştık. Bazıları buraya hapishâne diyordu, bazıları buraya çilehâne diyordu, bazıları buraya mezarlık diyordu. Herkes bir şeyler diyordu kısacası, yalnızca biz susuyor, kendi içimizde konuşa konuşa herkesten kaçıyorduk. Kimse bizi dürtmüyor, o bıraktıkları, iliştirdikleri, hapsettikleri köşede zamanımızın gelmesini bekliyorduk. Beklenen zaman tabii ki gelmiyordu: Beklenen gelmez. Bize öyle öğrettiler.
Oğuz Atay, göçüp giderken bu dengesi kaybolmuş metal dünyadan, miras bırakırken yazdığı sayfaları minik içeriği büyük eserler, işte biz, o vakit, iki bedenimizin iki de ruhumuzun eliyle sarıldık tüm sözlere. İçimizden konuştuğumuz kadar dışımızdan da konuşmak istedik, konuşacak kimsenin kalmadığını farkettik. Herkes ölmüştü, kalanların da kendilerine faydaları yoktu. Faydasız bir yaşamdı bizimkisi, faydası olmaktan oldukça uzak, fazlasıyla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder