Sisli gecelerde üzerime yürüyen cellatlar beni köşebaşlarında sıkıştırdıklarında her defasında 'bu son' diye düşünürdüm Hakime Hanım, oysa hiçbiri son olmadı, her seferinde 'bu son' dediğim ne varsa tekrar edip durdu. Meğer sonlar bir tekrardan ibaretmiş. Son diye bir şey yok, her şey devam ediyor. Bazı şeyler tökezliyor, düşüyor, dolanıyor, arapsaçına dönüyor, yassılaşıyor, kırılganlaşıyor, çarpışıyor ama son bulmuyor, yine devam ediyor. Hakime Hanım, bilmek gerekir ki hiçbir şey de durdurmaya yetecek bir güce sahip değil. Cellatlarım, her defasında yolumu kesti. Elleriyle boğazımı sarmalarına rağmen eriyip kaçtım. Beni ne kadar sıkıştırırlarsa sıkıştırsınlar unuttukları bir yön daima mevcuttu. Bu âlemin müthiş döngüsünün içerisinde tıkanıp kalmak mümkün değil. Hep bir yön buluyor insan. Ben de yönümü buluyorum Hakime Hanım, bu kadar sıkışmışken, boğulmuşken, boğdurulmuşken ve cellatlarım ısrarla peşimdeyken ben de yok olmanın yolunu buldum. Kendimi giderek unuttum, başka bir benliğe büründüm. Bazıları buna âşk derdi bir zamanlar, oysa âşkta birey eridiğinde geriye ne kalır? İşte geriye benden de bir şey kalmadı, sonunda yok oldum çıktım. Cellatlarım da şaşırdı, bende. İnanılmazdı. Âşk, bunca esirlikten farklı bir kaçış yolu, inanılmaz ama yeni bir yöndü. Âşk, tek kişilik Hakime Hanım. Hep seven mevcut, sevgili hiçbir zaman sahneye çıkmaz. O, perde arkasındaki aktördür, alkışları toplayandır. Seven, hep bir gölgenin içindedir, gözle görülmeyendir. Ben de gözle görülmedim, sisler içerisinde yaşamaya devam ettim, devam ediyorum, devam edeceğim. Âşk mülkünü kimse anlamadı henüz, o değerli bir yurttu. Ben o yurtta otağımı kurdum, gökyüzüne sevgilinin resmini çizdim, otağımın girişini de sevgiliye açtım. Böylelikle Hakime Hanım, cellatlarımdan kurtulduğumu sanırdım. Bir zaman sonra ise âşkın kimliği daha kuvvetli bir cellat olduğunu öğrendim. O zaman geç kalmıştım, çünkü bu sefer cellatıma ben teslim olmuştum ve kaçmak söz konusu da değildi. Sevgili, dilber, cânân, mâşuk cellatlığa soyunduğunda, ben boynuma dolanmış ipleri tutan ellerin kendime ait olduğunu bildim. Ben, dolayısıyla kendi kendimi idam ediyordum. Kurtuluş yoktu Hakime Hanım, kurtulamadım. Bugün ruhumu sıkan o eller, sevgilinindir. Kaçışım, bundandır. Kimden, nereye, nasıl kaçıyorum; işte onu kimse bilmiyor. Cellatların unuttuğu bir yön her zaman mevcuttur, her ne kadar ben kaçmasını bilmsemde. Eriyorum.
Cellatların en güzeli, sevgiliydi, bir klişe olarak. 6 Haziran'da doğup henüz bir günlükken cellatlığa soyunmuştu. Bir günlük cellat.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder