23 Haziran 2014 Pazartesi

Kıyısı Olmayan Gecenin Güncesi

"Merhaba sevdiğim, ben o sevmediğin.. Bugünde mi geçmedim aklının kıyılarından?"
Ümit Yaşar Oğuzcan

 
       Geceler giderek uzuyor, benim içim yani. Belki de hicri takvime göre yaşamaya başlamışımdır; gün, gece ile başlıyor, günler kısalıyor, ayı güneşten daha çok görüyorum. Miladi takvimle yaşasam yaşantım sanki çok mu değişirdi, mesele takvimlerde değil belki de, ben hep takvimler üzerinden gittiğim için böyledir. Belki de on iki hayvanlı Türk takvimine göre yaşamalıyım. Belki de tüm takvimleri reddedip zamanı bir bilinmez olarak kabul etmeliyim. Benim sorunum zaten başından beri takvimle değildi, geceyleydi, bitmez tükenmez cânım gecelerle. Gece, hep bir şeyler fısıldıyor kulağıma; kulağımda dinmek bilmeyen uğultular. Madem bu kadar konuşkansın gece, o hâlde neden hep insanlar uyurken ayaktasın? Senin yüzün gibi söylediklerin de karanlık. Gece hep bir karanlık, hep bir sessizlik, hep bir kimsesizlik. En çok geceleri anlıyor insan, kiminle olduğunu. En çok geceleri anlıyorum dipsizliğimi. Geceleri öyle uzun, mahzun, çar-nâ-çar.
       Geceye yeni bir fistan almak isterdim. Üzerindeki bu siyah örtüden, daha doğrusu rengi olmayıp karanlık olan örtüden onu çıkartmalı. Sözümona belki de örtüsünü ne kadar değiştirirse değiştirsin güneşle olan husumetidir onu böyle uzakta tutan. Gece işte, çok fazla kelam konuşulmuyor ona dâir. Daha çok o konuşturuyor insanı, konuşursa şayet, pek susmayı da bilmez, bu gece de yine gececiğimin gevezeliği üzerinde.
       En çok neye sahibim derseniz, dipsizliğe derdim. Bir dipsizliğin içerisindeyim. Bu öyle bir dipsizlik ki gün ışığı yetişemiyor, gün yetişemiyor, aydınlık yetişemiyor. Bu yüzden gece iledir dostluklar, karanlık ile, sessizlik ve karalık iledir. Hangi rengi seversen sev, karanlıkta hepsi bir. Aydınlık olmayalı çokça vakit geçti. Sahi, aydınlık denilen şey hiç var mıydı? Aydınlık, karanlığın kısa süreli aynadaki yansımasıdır. Çok kısaydı, şimdi karanlık gerçek yüzünü gösterdi. Gecelerim, aydınlık yüzden çok uzak. Bu yüzdendir insanın karanlık yüzü hep kendi içinde kalır. Ben bu karanlık yüzü de giderek seviyorum, belki de daha çok bağlanıyorum. Bu karanlık yüz tutuyor elimden, avuçlarımın içine avuçlarını koyuyor, avuçları sıcacık, sıcaklığını hissediyorum. Gecenin sıcak yüzü sanki avuçlarıma boşanıyor. Avuçlarıma avuçlarını bırakan kimse yoktu hayatımda, ilan edişim geceyi değerli, bundandır işte. Avuçlarımın içindeki sıcaklıksın, sevgili gece.
       Bak işte kıyıda köşedeyim. Gece, yalnız oluşumdandır. Belki itildim belki ben çekildim. Ayırt edemiyorum bazen. Gece, gevezedir. 
       Âh, bu kadar uzayacak ne vardı gece? Uykularım çoktandır geceyle gündüz arasında bir köprü. Yok yok, herkesinki gibi bir köprü değil. Benim gündüzlerimde de artık bir gecelik var, bir geceye benzeyiş, bir geceye yakınlık, bir geceye özlem. İple çekilen gündüzlerim yok, havada asılı kalan gecelerim var. Hesapsız bir gece benimkisi, müddetsiz, sebepsiz, yalnızca konuşkan bir gece. Bak yine sessizlik çöktü içime, konuşan ben değilim, yazan parmaklarım. Kelimeler dilime gelmiyor, ağzımdan dökülmüyor, sadece birer yazı olarak varlar, sesli olarak da okumayacağım. Durum böyleyken dile gelmeyen kelimeler, bir etki kazanır mı yahut sadece yazı olarak var olan şeyler dilsel bir ürün müdür veyahut dilsel dediğim hâlde dilden uzak oluşunun izahı nedir; cevapsız sualler ile dolu sayfalar. Zaten gece biraz da cevapsız sorulardır, birazcık da sorusu olmayan cevaplar. Gecedir işte bu, kim anlatabilmiş ki ben anlatayım. Her anlatmaya kalkan ya yarm bırakmıştır ya da gecenin büyüselliği içerisinde kendinden sapmıştır. Ben de kendimden saptığımdan beri yazamıyorum, bu gece de yarım kalacak. Her geceyi bitiren bir gündüz mevcutken ben nasıl geceyi anlatabilirim? Benim geceyi anlatışım onu hiç bitmeyecek farz edişimden ileri gelmektedir. Oysa bitiyor işte, gece de bitiyor ben de. Ben gündüz değil geceyim çoktandır, dille kuvvetlendirdiğim aydınlıklarım yok, bilakis karanlıklarım mevcut. Tenimde karanlık noktalar mevcut, ışığın hiç vurmadığı kıyılarım.
       Gece bir mezar. Hayâllerimi gömüyorum, dünyayı gömüyorum, cânânı gömüyorum, Edip Cansever'in masası gibi 'bana mı' demiyor. Gece, bir tuhaf mezar. Canlı olsun olmasın ne gömsem kabul ediyor. En son kendimi gömmek istiyorum. Tüm hayâllerim, rüyalarım, elimin dokunduğu eşyalar, gidip beni beklesinler mezarımda. Ben mezarımda bana ait olanları bulayım, bununla yetinmeyi öğrenirim. Hep bir yoksunluklarla örülü hayatım. Dipsizliğim biraz da bu yoksunluklardandır. İşte ben de en son bir mezara sahip olmak istiyorum. Bari bana salt bir mezar temin edin. İçinde benden başka kimsenin gömülü olmadığı bir mezarım olsun. Toprak ile hem-hâl olurken o toprak benim, ben o toprağın olayım. Nihayetinde ben de toprak olurken bu toprak benim toprağım olsun. Hep uzundur gecelerim, hep kısadır ona dâir yazdıklarım. Dilsizliktir gece biraz da, ben belki biraz geveze. Haddimi aştım işte bak gece, ben haddimi geçtim. Gece işte, sevgili gece, kucaklıyor gece beni, avuçlarımda onun sıcaklığı, dudaklarım yanıyor, elleri gün gibi, güneş gibi, aydınlığım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder