Ağzımdan dökülen tüm kelimeler kırık dökük, anlaşılmıyor. Anlatamıyorum, her ne kadar anlatacağım çok şey olmasa da.
Dilim yok benim, ıslak bir et parçası. Şaklayıp duruyor, kıvrılıp, tükürük bezi üretip, dokunup, tadıp. Yine de hiç dönmüyor, olduğu yerde döneniyor. Acı veriyor dilim bana, acıtıyor. Alacak mısın? Zaten kullanamıyorum da.
Dilim varsa da yok benim. İsyan etmiyorum. Varlığımın acısını taşıyorum, bazen de yazıyorum. Kelimeler var olur belki diyorum, beni var eder, yoksa işim yaş diyorum, bu dille bu ömür gitmez, insan kendini bile duyamaz diyorum.
Bir dil sesleri bile doğru dürüst çıkaramıyorsa ne yapacağım ben, konuşamadan/konuşmadan nasıl 'hayat' denilen eyleme katılacağım, oysa insanlar tüm sessizleri itiyor.
Bir vazo düşüyor apartman çatısından. Biri iniyor hızla merdivenlerden aşağı. Vazo kırılıyor ve bin parça oluyor yere değdiği ânda. Yetişemiyor onu kırılmadan tutmaya aşağı inen. İşte benim hayatım diyorum, hep kırılan vazom. Sanırım hep verdiğim örneğim, kendim için.
Dilim var benim, her nasılsa, koparılıp itlerin önüne atılacak. Dili alsaydın, herkesten, kelimelerin hakkını veremiyor kimse nasıl olsa, seslerin. Yarattığın kelimeleri harcıyorlar Rabbim, onları koru. Sesleri tüketiyorlar Rabbim, sen her birini ne çok seversin.
Ödünç verdiğin bu dil ölüyor Rabbim. Dilim var mı benim, söylediklerimi boğmayan, bir kadın teni kadar pürüzsüz ve berrak.
Ödünç verdiğin bu dil ağır geliyor bana Rabbim, zaten sesleri de yadsıyor.
Acı veriyorsa bana verdiklerin, Rabbim, ne yapacağım?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder