Acıya bırakılış, acı çekmek için bırakılış, acıya evlat olarak veriliş. Acı üvey babamız, üvey anamız, üvey kardeşimiz ve üvey dünyamız. Biz tüm tanıdıklarımızın 'üvey'iyiz. 'Öz'ümüz yok.
Sefilleşen ruhlar -aslında bu biraz da bedenlerdir- bir kenara itiliyor ve itilen, ötelenen, kopartılan, bölünen tüm ruhlar -tüm et yığınları ve içlerinde taşıdıkları, varlığının gizini çözemedikleri ruhları- kendilerini başka bir mâbette buldu. Evvelce inşa edilmeye başlanan ve inşası yüzyıllar sürecek olan bir mâbet. İlk taşı çok eskilerde konulan ve son taşı çok uzak bir gelecekte konacak olan bir mâbet, inşası kıyamette son bulacak. Tüm acılar bizi karanlık bir mâbette kendimizi parçalamaya itiyor. Evler, sokaklar, caddeler, bazen dertlerimizi sunduğumuz ve sonsuz devayı istediğimiz camiler; bizim acı içinde kıvrandığımız mâbetler. Dinsellikten, tinsellikten çok acısal.
Acı, bedene, ipin iğneyle kumaşa işlenişi gibi işliyor. Öyle bir işleniş ki bu değme terzi bu dikişi tutturamaz. Eski zamanlardan kalma bir terzidir acı; Terzi Mir, eline su dökemez. Bazı acıların işlenişi böyle derin ve sağlamdır, çözülmemecesine.
Üzerinden yıllar geçtikçe galiba ruhlar sefilleşiyor veya ruhlar her zaman bir mucizevî unsurdur ama biz bedenlerimizi sefilleştirerek ruhlarımızın esir olduğu bu cismi yıpratarak de ona zarar vermiş oluyoruz. Neresinden bakılsa düşüncesi çok çetin bir yola doğru girebilecek hadiselerden. Tüm hadiseler de çetin bir yola girmeye meyleder. Kolay yollar kapalıdır, hiç olmamıştır.
Sefil ruhlara -aslında bedenlere, bedenindeki tutsaklığı artık yapısına işlemeye başlayan ruhlara- inşa edilen bu mâbede gelen giden o kadar çok ki -ne kadar görmesi kolay olmayan bir mâbet olsa da- insanlar neredeyse emekleyerek yürüyor. Bu yolda herkes dilenci, sadakaya muhtaç. Kimse yok ki bu sefillere sadaka versin, yolunu göstersin ve hayatını tayin etsin. Bu öyle bir dergâh ve mâbet ki hiçbir ân boş kalmıyor ve dilencilerin sayısı giderek artıyor. Yollar, kaldırımlar, sokakların köşebaşları, caddelerin üzerleri hep bunlarla dolu, önüne geçilemeyen sefil sürüleri.
Bedenler birer sefalet yuvası, ruhlar esirlikten bitkin. Bu esaret tüm ruhları etkiliyor, kimini doğrudan kimini dolaylı olarak. Sefalet, damladığı yerde göller oluşturuyor.
-Murat Menteş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder