Hayat tutamacını bıraktım.
Gri gökyüzünün altında kör buzağılar,
Yollandılar namütenahi toprak üstünde;
Ne başı vardı yolun ne de sonu,
Yürüdüler, topallaya topallaya sürülen izler ardında.
Bir eylül-elem bu,
Duvara atılan özlem çentikleri misali.
Kaç elem örüldüyse kadere,
Kalemin ucu kırılana dek yazmalı.
Sanem, demeli tutup dikilen putlara;
Tapınılmalı, tüm eylemler gerçekleşebilecekken;
Oysa bir yaprak gibi dökülüyor âdem.
Eylül-elem günleri değdi göğsüme,
Kuş olup kanatlandı.
Hüzün kelebekleri kanatlandı geldiğinde mevsimi,
Hazin bulutlar üzerinden seyrettiler,
Haziran buğusundaki gri toprağı;
Gün solmadan, kanatları toza dönmeden.
Han çıktı hareminden, yerde buldu kanını,
Canı gitti cânâna, cânân gitti başka diyâra.
Eylül-elem dağlarına tırmanıyordum,
Sırtımda kırbaç izleri, beni yakan, alev gibi.
Han çıktı hareminden, yerde buldu kanını,
Canı gitti cânâna, cânân gitti başka diyâra.
Eylül-elem dağlarına tırmanıyordum,
Sırtımda kırbaç izleri, beni yakan, alev gibi.
Kamburlaşmış bedenim ve yere yakın yüzüm,
Kaldırmaya hiç dermanımın olmadığı.
Kovulmuştum gittiğim tüm şehirlerden,
Bir mâbet arıyordum, sıcak bir sığınak;
Eteklerine gelip yalvarıyordum,
Sana gelecek bir yol arıyordum;
Dağ sırtlarında kayboluyordum.
Kaldırmaya hiç dermanımın olmadığı.
Kovulmuştum gittiğim tüm şehirlerden,
Bir mâbet arıyordum, sıcak bir sığınak;
Eteklerine gelip yalvarıyordum,
Sana gelecek bir yol arıyordum;
Dağ sırtlarında kayboluyordum.
Her şey nihayetine varıyor;
Eylül-elem diyorum,
Hudutsuz bir sevda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder