22 Ağustos 2014 Cuma

Kafka Gibi Gece Yazmak, Gecelerce Yazmak

       Sadece uykunun ağırlığının olduğu, hayatın umarsanmayıp yarı-ölümün yakın olduğu bir saatte yazmak. Uyumak biraz ölmekse eğer bu saatte yazmak da biraz ölümle aynı ortamda yazmaktır. Beni ölümle bir odaya kilitlemişler, şimdi birbirimizin gözünün içerisine bakarak yazıyoruz. Bu arada ölümün gözlerinin içinde herhangi bir renk yok, benim gözlerimin rengi de onun gözlerinin içinde yok oluyor -yok etmek en sevdiği işmiş gibi-. Anlaşılan ölüm kahverengiyi de sevmiyor.
      Uykunun sesinde pürüz yok, titreme yok, tümsekler veya yükselişler yok, stabil. Kimsenin sesinin olmayışı ve kimsenin bilerek veya bilmeyerek rahatsız etmemesi, yazan parmaklarıma dokunamaması ve kendi yoğunluğunda kaybolan zihnime herhangi bir müdahalede bulunamaması yazmamı kolaylaştırıyor -aslında kolaylaştırmıyor ama daha önceki zorluğun bir kısmını ortadan kaldırıyor; aslında yazmak omuzlarımda taşıdığım çok ağır bir yük, gece bu yükün bir kısmını omuzlarımdan alarak taşımama yardım ediyor-.
      Gece yazmanın bedeli olarak gündüzün bir kısmını hibe etmek ve güneşi daha az görmek, buna karşın yıldızları daha fazla kucaklayabilmek, her ne kadar onlar bulutların arkasına saklanmayı yeğlese de. Gecenin renklerin belirginliklerini öldürdüğünden olsa gerek -gece doğan hiçbir şey yoktur aslında, gece sadece ölüm vardır ve ölüm her şeyi kucaklar- sadece siyah ve lacivert var, birde arada ne varsa. Baktığım her ne var ise koyulaşıyor.
      Halının üzerinde ki bütün desenler silikleşti, yılan gibi kıvrılan çizgiler görüyorum sadece -bir bakıma onların yılan olmadıklarının da bir garantisi yok-. Duvarlarda ton ton gölgeler, neye ait olduğunu kestiremediğim. Vitrinlerin camlarından yansıyan bulanık görüntüler; katiller, hırsızlar, caniler... Belki de ne olduğunu bilemediğim bu görüntüler gece kitaplardan fırlayan kahramanlardır. Belki de Kafka'nın hayaleti beni kontrole gelmiştir, belki diye bir şey yoktur, bu kesinlikle bizim sessiz konuşmamızın gölgeler üzerindeki iz düşümünden başka bir şey değil. Her iletişim sese dayanmaz, bazıları hissedilir.
       Kafka gibi gece yazmak ve gecelerce yazmak, zamanı tersine çevirmektir. Gündüzlerin gece oluşu ve gecenin gündüz. Ay'ın güneş olduğunu, güneşin de ay olduğunu kabul ediş. Gece havanın daha açık olup gündüz kapandığını, gecenin ısınırken gündünüz soğuduğunu söylemektir; gece aydınlıktan gözlerin kamaşırken gündüz ışığa ihtiyaç duymak. Gece ile gündüzün yer değiştirmesidir; gece yazmak. Yazmak ve yazmak; hiç söylemeden, söylenecek her şeyi bir akrebin kurbağaya zehrini akıtışı gibi mürekkebin damlayarak kâğıda aktarması. Biraz da başucunda Kafka'nın belirmesiyle, -arada bir Felice, biraz da Milena- onun kontrolünde ama yine de biraz ondan kaçırarak yazmak. Yazmak, yazmayı severek. Yazmak, haftalarca hiçbir şey bilmeden, günlerin isimlerini hafızada tutamayarak, takvim yapraklarını koparmaya üşenerek.
       Bir fotoğrafın sessizce kuşatan bakışları, biraz lambadan biraz da gökyüzünden yansıyan ışık, yarı aralık ve arada bir gıcırdayan kapı ve bir de böcek.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder