Gecede bir keramet vardır, göğsüme masallar/hikâyeler koyar.
(Göğe akıp - kimine göre- bilinmez olan bir çoban ve on üç keçisinin anlatısıdır bu, on yedi koyunu dünyaya miras bırakan.)
(Göğe akıp - kimine göre- bilinmez olan bir çoban ve on üç keçisinin anlatısıdır bu, on yedi koyunu dünyaya miras bırakan.)
Çok yalnızız, dedi ozan ve hırkasını çekiştirerek biraz daha sokuldu sönmek üzere olan ateşe.
Bir çoban vardı, büyük dağın eteklerinde yaşayan. Gündüzleri on üç keçisini ve on yedi koyunu otlatırdı engin vadide. Sanki insanlık var oldu olalı o da o dağın eteklerinde yaşardı. Üzerinde hep kiremit kırmızısına çalan bir aba olurdu, yamalı. Ne ailesini bilen vardı ne de onun adını bilen. Yalnızca çobandı o. Uzun kış gecelerinde toplanılan köy odalarında onun büyük dağın bekçisi olduğu da söylenirdi, evliyadan, ermişlerden olduğu da, Nuh'un gemiye binmeyen oğlu olduğu da. Kimse tam olarak bilmezdi onun kim olduğunu. Derlerdi ki onun hakkında, sakallarının kırmızısı ateşe, saçlarının sarısı güneşe renk verirmiş. Hayvanları susadığında elleriyle yağmur yağdırır, çadırına su aktığında dudaklarıyla göğü sustururmuş. Onun Raad'ın oğlu olduğunu söyleyenler bile vardı başka köylerden efsane taşıyıcılar arasında. Hep efsanesi dolaşırdı ama kendisini gören çok azdı. Zaten kimse yanına yaklaşamazdı, korkudan mı hürmetten mi her nedense. Bence o herhangi bir şeyin oğlu değildi, babam derdi çünkü, tüm bildiklerini ölüm döşeğinde bana anlatırken/aktarırken. Onun o kimsenin bilmediği hikâyesini anlatmıştı bana. Dün gibi aklımda, hani şu hiç bitip de bugüne ulaşamamış dün gibi, körpe dün gibi, dün/dûn. Demişti ki babam bir yudum su istemeden az önce onun için; o, bir ıssız adammış, kendisini hapsedermiş kayalıklara, mağaralara, çünkü onun bir aradığı varmış. Bir aradığı olan ya hep onun peşindedir derdi babam ya da onu hep içinde taşır da o yüzden herkesten saklanıp kendini bir yerlere hapseder de onu anar. Onun bir sevdiği varmış. Derlermiş ki onun için, o sevdiğinin hayali onun gönlüne birkaç satır yazıdan düşmüş. Çoban, on üç keçisini dağda güderken -daha yokmuş o zamanlar onun on yedi koyunu- üzerinde üç beş kelam olan bir kâğıt parçası bulmuş. Okumuş, defalarca, defalarca, güneşin kırmızı ışıkları mavi göğü yarana dek, okumuş. Ne okumuş, bilen yok, neyden okumuş, duyan yok. Yine başka köylerden gelenler okuduğunun bir büyü olduğunu söylüyorlarmış, bu topraklardan kaçan eskilerin bıraktığı belalardan diyenler de var, kâğıdın aslında boş olduğunu fakat ilahî bir şekilde ona dolu gözüktüğünü söyleyenler de ama babamın bana dediği, kâğıtta çok kısa bir hikâyenin yazdığı. O günden sonra çoban dağdaki yerinden hiç dışarı çıkmamış. Köydekiler ölmüş dirilmiş, gömülmüş kundaklanmış ama o hep oradaymış. Kimse onun yüzünden de büyük dağa çıkamazdı, dağ bütün heybetiyle korkuturdu halkı.
Zamanın birinde bir adam varmış. Adam köye yeni taşınmış bir afsuncunun kızına âşık olmuş. Göğsü âşk denilen canavarın izleriyle parça parça olmuş adamın. Kızın babası da vermemiş ona sevgilisini, gözü bir zengin beyin varlığındaymış. Gel zaman git zaman âşık düşmüş sevgilisinin yollarına. Gündüz ayak bastığı toprakla beslenmiş, gece kokusunu bıraktığı kıyılarda uyumuş. Ailesinden de kopmuş nihayetinde insanlardan da. Hatta aklından da kalbinden de kopmuş, derlermiş onun için. Adam yalnızca ruhtan ibaret kalmış bir süre sonra. ve kız gitmiş bir gün. ve gitmiş bir gün. ve gitmiş. gitmiş. Adam onu aramış yıllarca, sakalına ilk ak düşene kadar. O ilk ak düştüğünde anlamış her şeyi. Gördüğü her şey bir yanılmadan ibaretmiş. Sevgili yalnızca sûret, onu aldatan. Sevgilinin hiçbir zaman onun olmadığını anlamış. O hep başka diyarda. Sonunda afsuncunun peşine düşmüş adam. Buhara'dan Semerkant'a kadar gitmiş onun izini sürüp. Âşkın peşinde bir ömür. Bulamamış onu, ne Konstantinopolis'de ne Bağdat'ta. Hiç durmadan aramış adam. Âşk, demiş; nedir Allah'ım, beklemiş. Ta ki ölüm günü gelene dek. Hep kalmış onun şehrinde sonra. Sevgili gitti demiş, gitti demiş, gitti demiş. Nâmeler göndermiş dört bir yanına dünya denilen mezarlık avlusunun. Sonunda ölüm gelip çatmış kapısına. Ağzından kıpkızıl ciğer kanı geliyor, her nefeste bir parça vurup parçalanıyormuş duvarda. Sonunda bir kâğıt istemiş yanındakilerden ve işaret parmağını dudaklarına götürüp kana bulayarak tek bir cümle yazmış: ve gitti bir gün.
ve gitti bir gün, yazıyordu kâğıtta; oldu babamın son sözü. Dudağının yanında bir damla kan görmeden önce ondan duyduğumuz son sözdü bu. Babam bir daha hiç konuşmadı.
Derler ki o çoban da kâğıdı bulduğunda efsanenin gerçek olduğunu anlamış. İyi de der insanlar, bir efsane gerçek olsa da bunda insanın aklını kaybetmesine neden olacak ne var. Bilmez ki insanlar, insanda aklını korumaktan büyük azap ne var... Bir delinin hürriyetinden mahrum pîrler... Bilmez ki insanlar.
Çoban o kâğıdı abasının iç cebine koymuş ve bir daha hiç eline almamış. Günden güne o adamın yaşadıklarını tekrarlamış içinde. Dağdaki her çiçekte sevgilinin kokusunu duymuş, her yerde onun ayak izlerini aramış. Ceylanlara, tavşanlara, uğur böceklerine, ateş böceklerine onu sormuş. Kuşlar uçurmuş gökyüzüne onu bulsunlar diye, kelebekler kurban etmiş. Hiçbir cevap gelmemiş ama onun elemi giderek artmış. Bilinmedik bir sevgilinin âşkı düşmüş gönlüne, onu odlar içinde yandırmış. Çoban yerinde duramaz olmuş o günden sonra.
Çoban bir gün uyandığında artık o âşık olmuş.
ve gitti bir gün.
Âşk, bir büyük acı, boynunda duyduğu kurbanın kesilmeden hemen önce. Âşk, bir büyük elem, soyunu yitirenin avuçları arasında tutup mezara gömmek zorunda olduğu. Âşk, bir büyük keder, bir tutamla cenneti kaçırmış adamın göğsünü parçalarken hissettiği. Âşk, bir büyük...
Çoban, meğer büyük bir yemin etmiş günün birinde. Büyük dağın zirvesine çıkıp tüm yeryüzünü ayakları altına almış. Dağın tepesinde Tanrı Mağaraları varmış.Orada kalırmış ondan bir haberci. Çoban, bir adakta bulunmuş orada, haberciye bildirmiş. Gönlündeki eleme karşı sunmuş bunu. Âşkın onu düşürdüğü yangınlarda kavrulmuş. Saçı sakalının kızıla çalması ateştenmiş hep.
O günden sonra çobanın yüzünü gören hiç olmamış. Bazıları abasını gördüğünü iddia eder dururmuş. Yalnız o günden sonra çobanın on üç keçisi de kaybolmuş. On üç keçinin göğe akıp ayın yanına eriştiğini, dolunay çıktığı vakit yeryüzüne bakıp çoban için sevgiliyi aramaya devam ettiğini söyleyen veliler de olmuş, deliler de. Yalnız on yedi koyuna ne olduğu biliniyormuş.
Derler ki çobanın kaybolduğu günden sonra on yedi koyunun hepsi bir yöne gitmiş. Hepsi bir ağaç gibi kök salmış gittikleri yerlerde. O ağaç gibilerin de her biri bir merkez olmuş ve köyler kurulmuş etrafına. Bu etraftaki on yedi köyün işte o on yedi koyundan meydana geldiğini, bu köylerde yaşayanların da o on yedi koyunun soyu olduğunu söyleyenler olmuş atalar arasında.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder